Hepimizin ortak amacı, maddi ve kültürel zenginliklerimizi artırarak insanımızın yaşamını kolaylaştırma. Bir başka anlatımla “var olmak, varlığımızı korumak ve kendimizi sürekli yeniden üreterek uzun dönemli geleceğimizi güven altına almak” için karmaşık örgütlenmeler yapıyor; geçim koşullarımızı geliştirmeye çalışıyor; sosyal ağlar oluşturuyor; hayal kuruyor, hayallerimizi bilgiye dayalı fikirlere dönüştürüyor; fikirleri projeler haline getirerek uyguluyor ve yolumuza devam ediyoruz.
NASIL?” sayfasında ne yapmamız gerektiğini, nerede yaparsak doğru olacağını, ne zaman yaparsak zamanın ruhuna uygun düşeceğini, neden yapmamız gerektiğini, asıl önemlisi de nasıl bir yol ve yöntem izlersek yaratmak istediğimiz sonuçlara erişebileceğimizin izini sürmeye çalışıyoruz. İş dünyasında deneyim ve birikimi olan insanlara, akademide birikimini paylaşmak isteyenlere, çok sesli, çok kültürlü ve çok odaklı yapılar içinde farklı düşüncesi olan herkese erişmeye özen gösteriyoruz.
Bu yazıda düşüncelerini paylaşacağımız Cemal Ayla’nın değerlendirmelerini neden özenle izlememiz gerektiğinin arka planında kısa bir gezinti yapalım.
Oyuncakları tezgâhlardı
Cemal Ayla’nın ailesi Mardin-İstanbul arasında mekik dokuyan kadim geçmişe sahip. Babası İstanbul’da “imalat sanayinin gelişmesine tanıklık eden 1945 Motor Sanat Enstitüsü mezunu bir usta”. Anlatım uygun düşürse, Cemal Ayla’nın oyuncakları tezgâhlar olmuş. 1960’ların sonuna doğru Şişli Bomonti’deki fabrikalarda tornacılık, tamirat hizmetiyle başlayan iş serüveni, yeni filizlenen fabrika imalatlarıyla işbirliğini geliştirerek Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’ndeki iş yerine kadar uzanan uzun bir yolculuğun tanığı.
Cemal Ayla’yı oyuncak tezgâhlar Maçka Teknik Lisesi sonrası Yıldız Teknik Üniversitesi’nde makine mühendisliği öğrenimine taşımış.
Bizim gözlemlerimize göre başka nitelikleri daha var Ayla’nın: O tek kişinin gücüne saygı duyan, ama ortak akla inanan biri. Bu inancı kendisine “sosyal insan” kimliğini kazandırmış. Yaklaşık 30 yıldır tanıdığımız ve bildiğimiz Cemal Ayla, ilgili bütün STK’larda yerini almış, bedelini ödemiştir. STK’ları geliştirmeden meslekleri küresel düzeylere çıkaramayacağımızın bilincindedir. STK yönetimleri etkin olmadan, kendi projelerini hayata taşımanın, baskı grupları olma noktasına sağlıklı ilerlemenin, yeterli demokrasiye kavuşmanın niyet ötesine varamayacağının da farkındadır. Farkındadır; o nedenle sadece katılımcı değildir; doğru ya da yanlış, eksik ya da tam düşüncelerini de paylaşan biridir.
Cemal Ayla, “yetmezliğin itişi, ihtirasın çekişi” olan biri değildir. Başarıları kadar başarısız olduğu konuları da rahatlıkla tartışabileceğiniz hata kültürüne sahiptir. O nedenle, biraz zekâya sahip, işinde biraz da başarılı olmuş, sonra da “egosunu şişirmiş” ve dünyanın merkezine kendini yerleştirmiş olanlardan da değildir. Her insan gibi, iyi yanları olacağı gibi, eksikleri ve yanlışları olabileceğini içselleştirmiştir.
Gözlediğimiz bir başka özelliği daha var ki, Cemal Ayla’yı yaşam serüveninde farklı bir yere konumlandırır: Kasaba kültürüne asla izin vermez. Pusu kuran ve arkadan vuranlardan değildir. ‘Bende olmayan, başkasında da olmasın’ anlayışını besleyen ilkesiz tutkuların tuzaklarına düşmemiştir. Kendi iş alanında ya da başka sektörlerde belli niteliklerini tanımladığınız birini sorduğunuz zaman kendini kanıtlamış olanların bir listesini döker. Gidip yerinde gözleyerek sözlerinin ağırlığını anlamanızı tavsiye eder.
Cemal Ayla ne “kin ve öfkesini zihnine gölge, yüreğine yük” edinir; ne de kendisinden ileri olanları kıskanarak “Övgüye kabız, sövgüye amel olanlar” kervanına katılır. Açık bir insandır; yanılabilme özgürlüğünü kullanır; gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeden söyleyebilen çağdaş bir iş insanımızdır.
Cemal Ayla’nın söylediklerini can kulağıyla dinlememiz gerekiyor. Bu söylediği her sözünü “onaylayalım” anlamına gelmiyor. Tam tersine kendisinin hoşuna gidecek olan söylediklerinin “sorgulanmasını” önemseyen biridir.
“Öncelikle işgücü profilleri önemli”
Ülkemizin derinliklerinde ve değişik yerlerde konuştuğumuz iş insanları, özellikle de “imalat sektöründe” etkinliğini sürdürenler “nitelikli işgücü” sorununu, sorunlar listesinin ilk sıralarına yerleştiriyor. İşyerinde de eğitim-öğretime ağırlık veriyor. Cemal Ayla da ambalajlama makineleri üreten bir iş insanımız. Ülkemizde nitelikli işgücü sorunun özüyle ilgili ne düşündüğünü sorduğumuzda, bir dizi karşı soruyla yanıtlıyor: “ İnsan olmadan iş olur mu? Nitelikli insan olmadan uzman sistemler kurabilir misiniz? Uzmanlık sistemleri kurmadan katma değeri yüksek ürünlere geçiş yapabilir misiniz? Bir türlü gerçekleştiremediğimiz ileri teknoloji içeriğinizi olması gereken kritik eşiğin üstüne çıkarabilir misiniz? Küresel ölçekte kalite ve maliyet standardını yakalamış ürünler üreten firmalara sahip olabilir misiniz? Net döviz katma değerini büyüten ve artıran kurumsal işlerine sahip olabilir misiniz? Zamanın ruhuna uygun ürünler üreterek varoluşunuzu sürdürebilir ve varlığınızı koruyabilir misiniz?”
Cemal Ayla’nın düşünce odağında ilk sırasına “nitelikli işgücü sorunu ve çözümünü” yerleşmiş durumda. İşgücü sorunlarını nasıl aşabileceğimizle ilgili zihninde netleşmiş olanları bir çırpıda sıralıyor:
– İmalat sanayinin birbirini bütünleyen iki omurgası var: Birincisi, işgücü profilleri, ikincisi de iş süreçleri. Bizim ne anlatmak istediğimizi net olarak kavramak isteyenler Financial Times’ta TESLA ile TOYATA arasındaki “gigacasting” ile yüksek basınçla hafif otomobil şaselerinin tek parça dökümü konusundaki yarışın, tedarik zincirinde 100 parçanın yerine tek parça hedefleyen, kaynak işlerini azalan, fabrika alanlarını küçülten süreçlerle ilgili gelişmelere baksınlar. Bütün bu gelişmelerin odağında iyi yetişmiş işgücünün sürekli varsayımlarını sorgulaması, kalite, maliyet ve fiyat dengelerinin dinamik değişimine uyum sağlama üzerinde odaklanmanın önemini görecektir.
– “Çin faktörü” de dikkate alındığında, “yüksek katma değerli ürünlere geçişin”, dijital platformlarda doğru konumlanmanın, kendi ekosistemlerimizi oluşturup olgunlaştırmanın ne kadar hayati öneme sahip olduklarını anlayabiliyoruz.
– Ölçüm yapmadan, saymadan, görselleştirmeden ve kavramlaştırmadan gelişme yaratılabilir mi? Önce “katma değeri nasıl ölçeceğiz?” sorusunun yanıtını vermeliyiz ki, teşvik sistemlerimizi ve imalat sanayimizi yönlendirmeyi o eksen üzerinde geliştirebilelim.
– İstihdam teşviklerini hangi ölçümlere göre verdiğimizi, teşvik alanların taahhütlerine yerine getirip getirmediğini, verilen teşviklerle ortaya konulan uygulamalardan çıkan sonuçların ülkenin GSMH sına sağladığını, katma değeri nesnel biçimde ölçmüyor, gerçek anlamda değer katanları yüreklendirmiyor, yanlış yapanları caydırıcı yaptırımlar uygulamıyorsak, tüy bitmemiş yetimin hakkını israf etmiş olmuyor muyuz?
– Siyasi irade, bürokrasi, iş insanları ve medya mensupları sahada olup bitenleri inatçı bir fikr-i takiple irdelemezse, masa başındaki kararlarla saha gözlemleri örtüşmezse ve de en önemlisi devamında taraflar bir masa etrafında oturup birbirlerine hesap vermezlerse, attığımız taşın ürküttüğümüz kurbağaya değip değmediği sorgulanmazsa doğru “iş süreçleri” ve “gerekli işgücü profilleri” nasıl yakalanır?
– Ülke savunmasında “asimetrik savaş” için nasıl tepki veriyorsak; imalat sanayinde de hız ve esnekliklerin yarattığı asimetrik ilişkileri karşılayacak yetişkin işgücünü de öyle karşılamalıyız. Ankara’da alınan kararların tüm ülkede tek standartta uygulanması zor. Yetişkin işgücü için klasik eğitim-öğretim programları artık doğru yanıt veremiyor. Bu konuyu günün iç ve dış koşullarını dikkate alan yapılar oluşturmalı, işlevler geliştirmeli, kültür yaratmalı ve kültürü çoğaltmalıyız ki küresel ölçekte var olabilelim ve varlığımızı koruyalım!
Sorunları bireyler çözemez
Cemal Ayla öylesine dolmuş ki, “Bir söyle bin ah işit!” özdeyişini doğrularcasına makineli tüfek atışı gibi sözcüklerin birbirini izlediği bir anlatımla düşündüklerini paylaşıyor. Diyor ki:
– Sorunlarımızı birey olarak çözmemiz çok zor. Birey olarak çok başarılı arkadaşlarımız var. Harikalar yaratıyorlar. Ar-Ge yapıyor, tasarımlarıyla küresel ölçekte patentler alıyorlar. Bütün bu bireysel başarılar uluslararası düzlemde “marka” olabilmekte zorlanıyor. O zaman iş yapma tarzlarımızı, iş modellerimizdeki deney ve deneyimlerimizi, destekleyici modellerimizi, metotlarımızı sorgulamamız gerekiyor.
– Ekosistemlerimizin önemli bir bileşeni olan “tedarik zincirindeki boşlukları” teşvik sistemleri, etkin hukuksal çerçeveler, ödünsüz gözetim ve denetimler yaparak doldurmamız gerekiyor. ABD’deki gelişmeleri, Çin’in bütün insanlık tarihinde yarattığı büyük orta sınıfın gelişmesini izleyerek, kendi toprağımızın insanına en uygun yol ve yöntemi bulup, hayata birlikte asılmamız kaçınılmaz bir sorumluluk oluşturuyor.
– Meslek eğitimini ve üniversite düzeyinde mühendislik eğitiminin boşluklarını alıp, teknoloji bilen ve etkilerini kavrayan gençler yetiştirmemiz gündemimizin en önemli sorunu. Dünya genelindeki siyasi gelişmeleri, devlet ve hükümetlerin tutumlarını, teknolojik gelişmeler yarattığı yeni karar ve kurumları yakından izleyerek, uyum için ne yapılması gerektiğini zihinlerde netleştirme sorumluluğumuz var. Gaz lambası ile ders çalışan nesilden, daha yürümeden elinde tablet ile oynayan neslin çağına geldiğimizi dikkatten kaçırıyoruz sanıyorum.
– Ekonominin bütün aktörlerinin siyaset üstü bir anlayışla birlikte çözmesi gereken bir dizi sorunumuz var: Yetişkin işgücü arzını yeterli düzeye çıkaracak önlemler sorunun açık ara ilk maddesi. Burada eğitim programlarının asimetrik yapıya uygun hale getirilmesi için zaten çok geç kaldık, daha fazla geç kalınmamalı.
– Ülkemizdeki mesleki örgütler belli düzeye geldi ama önümüzde daha uzun yol var. STK’ların gerek sektörlerde “iç denetim” yapmaları ve gerekse kendi programlarını hayata taşımalarının önünü yeni hukuksal düzenlemelerle açarsak hep birlikte kazanırız. STK’larda yıllar boyu bildik, adını ezberlediğimiz neredeyse bir ömrü o koltukta geçiren isimlerden ziyade yeni yüzlerin, yeni isimlerin görev aldığı, oturduğu koltuğa güç verenlerin çoğaldığı, bir bayrak yarış takımı üyesi gibi birbirine destek vererek koltuk devretmeyi öğrendiği zaman başarı çok daha hızlı gelecek.
– Özellikle bürokrasinin yerel ve merkezi birimlerinde tanımları iyi yapılmış, ölçüleri konmuş, proje-odaklı, taahhütleri ölçülebilen ve izlenebilen, yatırımlarda ve teşviklerde sektör- eş-dost ilişkilerine asla izin vermeyen bir yol izlemesinin zamanı geldi de geçiyor bile.
– Sanayi ve Ticaret Odaları’nda “meslek komiteleri” yapılarını ve işlevlerini günümüz şartlarına göre yeniden tanımlamak gerekiyor. Sektörel / Mesleki konularda sorunların, taleplerin (bazen çözüm önerileriyle beraber) aşağıdan yukarıya doğru tespit edilerek iletildiği, ancak uygulanabilmesinin en tepeye ve global bakışa / global karara bağlı olması meslek üyelerinin dertlerini çözmenin önündeki en büyük engel. Bu yaklaşım esnek hareketi ve çevikliği bastırıyor.
– İşgücünde teknik beceriler kadar sosyal becerileri dikkate almak, toplumumuzda “çekinmeden cesaretle inisiyatif kullanma yetkinliğini” birkaç basamak birden yükseltmek hepimizin ortak sorumluluğu. Günümüzün ekonomik şartları toplumun sosyal tanımlarında çok büyük “kast”lar oluşturmuş vaziyette bu da toplu olarak gelişimi engelliyor.
Tam yetkili olsa sorunları nasıl çözerdi?
Cemal Ayla’ya da herkese sorduğumuz soruyu yöneltiyoruz: “ Siz tam yetkili olsaydınız ve erişilebilir yeterli kaynağınız olsaydı, sorunları hangi önceliklere göre çözerdiniz?” Verdiği yanıtlar şöyle oluyor;
1- Hangi iş olursa olsun “net tanımlar” yapmayı, işin “bileşenlerini” ayrıca “ zaman, mekân, boyut, tarihsel gelişme ve yeni oluşmakta olan koşullar” gibi “bağlamlarını” betimlemeyi ve ona göre strateji, taktik ve operasyon politikalarını geliştirmeyi önemserdim. Yaşadığımız topraklarda, coğrafyada ilginçtir ki her şey yıllarca, yüzyıllarca sanki hiç değişmeden aynı şekilde tekrar ediyor. Bunu aklımın bir köşesine not alarak “Gerçek anlamda” sonuç alıcı şekilde hareket ederek aynı zamanda net olarak ülkemin ve vatandaşlarımın ortak menfaatini, gelişimini maksimize etmeye çalışır, güncel ve değişimlere açık olmayı birinci ilke yapardım.
2- Tanımlanmış işlerde, küresel ölçekte kabul görmüş “akreditasyon” konusunda taraf olmadan, ödün vermeyen özen gösterirdim. Standartları minimum kaliteyi karşılamayan, sadece fiyat odaklı üretim yaparak ülkemizin marka değerini düşüren, reel analizle bakıldığında dünya piyasalarında katma değer sağlamayan işler yapan, meslektaşlarının rekabetçiliğini engelleyen işletmelerin faaliyetlerine, hele hele ürün ihracatına izin vermezdim.
3- Mesleki örgütlenmeyi sadece “talep odaklı” değil, “gözetim-denetim” ve “rehberlik odaklı” düzenler; strateji geliştirmede mesleki örgütlerini “değer katma ölçüsüne” göre destekler; mesleki örgütlerini işin şeffaflıkla “topluma mal edilmesinin araçlarından” biri olarak değerlendirirdim. Mesleki örgütlerde sadece sektörün, grubun sesi olmayı değil, onlara rehberlik eden, birbirleri ile rekabet ederek toplan kazancı aşağı çekmelerini önleyen, kuralları koyup yaptırımları uygulayabilen, kendilerine yeni ufuklar açıp vizyon koyan kurum olmaya odaklanırdım.
4- AB de bir sektöre ait makinelerin ortalama kilogram fiyatı 2008’de 85 dolarken 2022’de yani 14 yılda 115 dolar düzeyine yükselmiş. Bizde ise aynı sektörde söz konusu makinenin fiyatı 28 dolardan 18 dolara düşmüş. AB de bu yükselişin arkasında teknik ve sosyal becerilere dayanan değer katma var. Ülkemizde de “iş süreçlerine hakim ve katma değeri yükselten” yetişkin işgücüne odaklanır; bu konuyu iş insanlarının inisiyatifine bırakmaz, iş dünyasının ihtiyaçlarını önceleyen bir seferberlik ilan ederdim. Özellikle söz konusu yetişkin işgücünü sağlayan eğitim&öğrenim sistemini tüm girdileriyle top yekûn ele alır, hammaddesi ve çıktıları olan ülkemizin insan yapısını merkeze koyarak hareket ederdim.. Bu büyük dönüşüme engel olan mekanizmayı analiz ederek tespit eder, 2023 ün dünyasında rekabetçiliğe uygun hale getirmeyi esas kabul eder söz konusu seferberliğe uyumlu şekle evirirdim.
5- Toplumun derinliklerine sızmış gelenek taassubuna dayanan bazı “doğru bilinen yanlışlar” üzerine giderdim. Örneğin, devleti elinde “Musa’nın asası” olan bir varlık gibi görülmesi yerine, yetişmiş, değer katan yurttaşları olan devletin de maddi ve kültürel zenginliğinin artacağını, fakir yurttaşın zengin devleti olamayacağını herkese net bir şekilde anlatırdım. Devlet Baba’nın kasasının aslında hepimizin banka hesaplarındaki, cüzdanlarımızdaki parasal varlıklarının toplamı olduğunu, Devlet Baba’nın “Devlet Baba” olarak yaptığı her masrafı aslında cebimizden yaptığını çok net anlatır, gösterirdim. Ki her harcamanın, her haksız, karşılıksız kredinin hepimizin ortak parasından verildiğini anlatabileyim.
6- Kaynakları planlı, projeli yönlendirirken siyasi irade, bürokrasi, iş insanı, medya ve sözü olan vatandaşın “ortak aklına” dayalı politikalar geliştirir ve yürürlüğe koyardım. Bu politikaların da sonuçlarının değerlendirmesini, topluma yansımalarını şeffaf ve tarafsız tavırla, özgüvenle hesap verebilir olmayı ve de en önemlisi herkesin ortak bu politikaların arkasında durabilmesini sağlayacak şekilde sürekli denetlenmesini, sahiplenmesini sağlardım.
7- En önemlisi de düşünce ve davranışları belirleyen düşünme biçimlerini sürekli sorgular, değişen koşullara göre ayarlar yapan kararlar geliştirir ve uygulamaya koyardım. Değişimden çekinmeden, günümüzün çok hızlı ve sürekli değişen iş ve yaşam koşulları altında, yapay zeka destekli Endüstri 4.0’lı. Toplum 5.0’lı yaşamın dünyamıza, geleceğimize getireceği çok büyük değişime başarı ile uyumlanan, gençlerinin daha çok dinlendiği, süreçlere katıldığı bir ülke olmanın yolunu asla bırakmazdım.