FARUK ŞÜYÜN
2016 yılında İstanbul Tüyap Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildiğinde kendisi için hazırladığım kitabın adı “İnatla ve Umutla İnsan ve Değerleri Peşinde İoanna Kuçuradi”ydi.
Bu seneki Aydın Doğan Ödülü’nün sahibi ömrünü felsefeye ve insan haklarına adamış İoanna Kuçuradi, Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın davetiyle buluştuğumuz sohbet yemeğinde de bu sözlerini tekrarladı. Bütün konuklar hemfikirdik: Evet, umuttan asla vazgeçmemeliydik.
İoanna Kuçuradi, durmadan çalışmak yolculuğunda yaptıklarından istediği sonucu alamayınca üzülmediğini, böyle bir durum karşısında “demek ki şu anda o kadar olabiliyor” dediğini söylüyor. İstediği sonucu alabileceği umudunu hep taşıyor.
Sohbet sonrasında umut tarlalarını (o sene verim alınamazsa da) hep sürmek gerektiği duygusu ile ayrıldım yanından. Hazırladığım kitap için çalışmalarımızda da bu duygu hiç eksik olmamıştı.
Ödül töreninde Arzuhan Doğan Yalçındağ, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin Türkiye’de felsefe eğitimi ve araştırmalarının gelişimine yaptığı büyük katkıları, insan hakları konusundaki öncü çalışmalarını ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü sahibi olarak ülkemizi uluslararası platformlarda başarıyla temsil ettiğini vurguladı. Yalçındağ konuşmasında, “Bu ödül, amaçları, ölçütleri ve hedefleriyle tam anlamıyla örtüşen, gerçek bir eğitimci ve ‘hocaların hocası’ olan Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’ye veriliyor. Dostlarının ifadesiyle, o, çağımızın Antigone’si: Sözünü sakınmayan, gereksiz konuşmalardan kaçınan, sabırlı, ama ilkelerinden asla taviz vermeyen bir kişilik. Onunla aynı çağda yaşamış olmanın hepimiz için büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum” dedi.
Hazırladığım kitapta ödüller hakkındaki düşüncesini şöyle ifade etmişti İoanna Hoca: “Birisine şu veya bu nedenle ödül vermek, ‘senin yaptıklarını görüyoruz’ demektir. Bir çeşit tanıma ve teşekkürdür ödüller. Öyküsü yok benim ödüllerimin, çünkü ben bunlardan hiçbirine aday olmadım. Ödüller benim farklı yaptıklarımla, farklı yanlarımla ilgilidir, yaptıklarımın önemini görenler önermiştir. Ben de ödül kararı verildikten sonra genellikle bir sürpriz olarak öğrendim/ öğreniyorum ödülleri.”
Kitabın girişinde yer alan yazımda hazırlanış sürecini ve yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatmaya çalışmıştım:
“Kitap Fuarı’nın bu seneki Onur Yazarı İoanna Kuçuradi, dediklerinde kendimi çok şanslı hissettim. ‘Kuçuradi mi? Harika! Demek nihayet felsefenin kraliçesi ile tanışacağım’ gibi bir şeyler mırıldandığımı anımsıyorum.
Hemen endişeler de üşüşmeye başladı beynime:
‘Bu kadar yoğun üreten biri bana ne kadar zaman ayırabilir? Ona lâyık bir kitap hazırlayabilir miyim? Tamam, çalışmalarını biliyorum, biliyorum da yeterli olabilecek miyim? Çok, ama çok çalışmalıyım, çok okumalıyım…’
Telefonla ilk aradığımda sesimdeki ürkekliği muhakkak fark etmişti, ama hiç belli etmedi, anlattıklarımı dinledi. Sonra, elinizdeki kitabın içeriğini konuşmak üzere beni, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi’ndeki ofisine çağırdı.
Yazın en sıcak günlerinden birinde kapıdan içeri girerken kendimi epey hazırlıklı hissediyordum. Epeyce araştırmış, evdeki kitapları karıştırmış kendimce donanımımı daha da artırmıştım.
İşte fotoğraflardan tanıdığım Hacettepe Üniversitesi’nin en güzel hocası, felsefenin kraliçesi bu kez Maltepe Üniversitesi’nde, masasının başında tam karşımdaydı. Benim ilgi alanım edebiyatın ustaları, dostlarım Özdemir ve Ülker İnce’nin, Bilge Karasu’nun, Güngör Dilmen’in, Metin Altıok’un, Akşit Göktürk’ün vefakâr dostu gülümseyerek bakıyordu…
Sade kahvelerimizi içerek başladığımız sohbet, üç-dört buluşmaya uzadı. Yalnızca konuşuyor, konuşuyorduk. Anlattıklarından ipuçları yakalamaya çalışıyor; karşımdaki bu örnek insanın net söylemlerinin ufkuma getirdiği açılımlardan keyif alıyordum. İş bitmeden mesainin sona ermediği bir dünya ile karşılaşmayı o kadar özlemiştim ki…
Bu arada bana kendisiyle ilgili kaynaklar da öneriyordu. Sahaflar Çarşısı’ndaki ünlü Elif Kitabevi’nin sahibi, değerli felsefe tarihçisi sevgili Arslan Kaynardağ’ın kendisi ile yaptığı söyleşi, Oktay Yalın’ın hazırladığı belgesel film, armağan kitaplar derken Kuçuradi’yi daha fazla tanımanın, öğrenmenin tadı daha da artıyordu.
O günden bugüne geçen aylar sonrasında bakıyorum da ondan farkına vararak edindiklerimin yanında fark etmeden de çok şeyler kapmış, çok şeyler öğrenmişim. ‘Ah,’ diyorum ilgisiz bir anda ‘bunu Hoca’dan duymuştum!’
İlerleyen buluşmalarda kitap kafamda şekillendikçe ona anlatmaya, sorularımdan örnekler sunmaya başladım. Yalnızca dinliyordu. Fark etmiştim ki önerdiklerime bir yorum yapmıyorsa sanki onaylıyor anlamına geliyordu bu. İstemediği ya da beğenmediği bir konuda da gayet net, itirazını iletiyordu çünkü. Ne şanslıyım ki bu kitaptaki sorulardan yalnızca birine ‘koymayalım’ dedi, 41’ini de yanıtlayarak bana yayınlama olanağı tanıdı.
Kitap, İoanna Kuçuradi’nin yaşamöyküsü şeklinde gelişti. Mümkün olduğunca kronolojiyi takip etmeye çalıştım. O bir felsefeci, bir feylesof olduğundan bol bol felsefe de yer aldı; insan ve değerleri de insan hakları da…
Her yanıtı beni düşündürdü, her sorum ‘hata yapmama’ kaygısı taşıdı…
Sıtkı M. Erinç onu anlattığı bir yazıda diyordu ki ‘onun insanı, çağdaş insanı sorgulamaları, doğru bir okuyucu için, doğru bir dinleyici için paha biçilmez değerdedir. Yeter ki kavrayabilelim, anlayabileyim ve üzerinde düşünebilelim.’
Ben, çok zor geçen şu yaz aylarında bunları yapmaya çalıştım. Anlayabilmemde, düşünmemde onunla sohbetlerimin, okuduğum kitaplarının çok faydası oldu. Bu satırları yazarken onu tanıdığım, sohbet edebilme olanağı bulduğum için, bu ayrıcalığım nedeniyle mutluluk duyuyorum…
İnanıyorum ki onun için hazırladığım kitabı bitirdiğinizde bu duygularımı paylaşacaksınız. İoanna Kuçuradi’nin çağdaşı olmaktan benim gibi gurur duyacaksınız…”
Hoca, söyleşilerimizde “ben yıllardır öğrencilerime insan haklarını hukuk olarak değil etik olarak okutmaya çalışıyorum. İnsan hakları etik ilkelerdir” diyordu. 2024 Dünya Felsefe Günü nedeniyle yayınladığı mesajda da buna değindi:
“Etik ve insan haklarıyla ilgili konularda ders verirken ya da ilgilenen çocuklar ve büyüklerle konuşurken, sık sık bana söylenen ‘ben bunu hiç düşünmemiştim’ oluyor. Bu konuda yaygın olan anlayışa ters düşebilen söylediklerim ilk önce yadırgatıcı olsa da kişiler kendi adlarına düşündüklerinde ve söylediğimi kendi gözleriyle gördüklerinde büyük bir sevinç duyuyor, bir süre sonra da ‘benim hayatım değişti’ diyerek, memnuniyetini dile getiriyorlar.
Kavramların seçikliğiyle ilgili önemli bir örnek, sık sık birlikte kullanılan ‘hak’ ile ‘çıkar’ arasındaki farktır. Oysa bir şey birisinin hakkıysa çıkarı olamaz, çıkarı ise hakkı olamaz. Bunun için bu yılın Dünya Felsefe Günü’nde bu farka ışık tutmayı düşündüm ve 2024 yılı mesajımda bu farkı mercek altına aldım. Şöyle:
Değerli arkadaşlarım, değerli felsefe severler, Günümüzde gitgide yayılan ve çelişkili bir ifadeyle ‘medenî ilkellik’ dediğim olgunun temelindeki ana düşünsel nedenlerinden biri, ‘hak’ ile ‘çıkar’ arasındaki farkın yeterince görülememesidir.
İki bin dört yüz yıl önce Sokrates’in yaptığı, ama üstünde durmadığı hak tanımına göre, ‘hak’ derken kastedilen, bu hak kimin hakkıysa, ona muhakkak verilmesi gereken bir şeydir –bir ‘borç’ olan ve geri verilmesi gereken bir şey.
‘Çıkar’ ise, kimin çıkarıysa, onun hak ettiğinden daha fazlası, başkasından/ başkalarından eksilen daha fazlasıdır. Çıkar kavramı çatışmayı içerir. Çıkarlar çatışır. ‘Ortak çıkarlar’ da başkalarının ortak olan ya da olmayan çıkarlarıyla çatışır. Dünyamızda barış isteyenlerimizin ‘hak’ ile ‘çıkar’ arasındaki farkı görmesi ve bunun etik gerekleri üzerinde düşünmesi dileğiyle, sizlerin ve sevdiklerinizin Dünya Felsefe Günü’nü kutlar, saygılar sunarım.”
Hocam iyi ki sizi tanıdım, dinleme fırsatı buldum, kitaplarınızı okudum ve sizin için hazırladığım bir kitabım var. Çok şanslıyım.