HANDAN SEMA CEYLAN
HİÇ düşündünüz mü… Instagram’daki siz nasıl birisiniz, ya da eski adı Twitter yeni adı X’teki siz… Neşeli misiniz, gezgin misiniz, ya da sürekli gündemi takip etmekten öfkeli, komplo teorisyeni misiniz… Ve bu kişi sizinle aynı kişi mi aslında… Sokakta karşılaştığınız ve tesadüfen gündeme dair tartıştığınız bir insana ağzınıza geleni söyler misiniz? Yoksa sadece “dijital siz” mi böyle… Hatta dijital dünyada isim benzerliği nedeniyle karıştırıldığınız, aslında o olduğunu düşündüğünüz bir hesap var mı?
Benim gibi doğuştan dijital olmayan insanlar hatırlar, bizim zamanımızda internetteki herhangi bir platformda kendi isminizle yer almak çok ‘trend’ bir şey değildi. Herkes yaratıcı bir kod isim, yani bir nickname bulmak zorundaydı. (Gerçi şimdi de kimliğini gizleme amacıyla, trol ordularının kullandığı bir yöntem ama bizim zamanımızda bunun ilgi alanlarınızı kapsayan sizi yansıtan bir imza olması gerekirdi.) Böylece gerçek hayattaki siz ve “dijital siz” aslında aynı şey değil gibiydiniz… Oysa şimdi kendimizi var etmek istediğimiz hal dijital dünyada bizi temsil ediyor. Ya da bambaşka biri biz gibi…
İşte tüm bu ikilem Naomi Klein tarafından kaleme alınan Ebru Kılıç tarafından Türkçeleştirilen ve Yapı Kredi Yayınları’nın geçen ay bastığı “Doppelganger/Ayna Dünyaya Yolculuk”ta bir kez daha karşımıza çıkmış oldu.
Doppelganger’in kelime anlamını Klein, şöyle açıklıyor:
“Doppelganger” Almancadan geliyor Doppel (ikiz, çift) ile Ganger (giden) sözcüklerinin birleşimi. Bazen “yürüyen ikiz” (double walker) diye tercüme ediliyor, (…)
Klein, bir taraftan dijital dünyadaki ikizini ya da özellikle üzerinde durduğu gibi kendi ‘marka’sının gelişimini yönetmeye çalışırken bir taraftan da kötücül ikiziyle (!) uğraşıyor. Çünkü düşünceleri taban tabana zıt olan Naomi Wolf’la karıştırılıyor ve dijital dünyada komplo teoricilerinin yanlışlıkla kendisini desteklemesine ve benzer görüşte olduğu insanlardan da linç yemesine uzanan bir süreç yaşıyor. Klein kitabının bir değerlendirmesini yaparken, muhabirin sorduğu soruya da “Bu, kimliklerimizi tehlikeli boyutlara indirgeyen çevrimiçi dünyanın kültürel bir eleştirisidir” cevabını veriyor. Aslında kitapta defalarca örneklendirdiği gibi insanlığın çok çok uzun zamandır kâbusu olan kötücül ikizine olan mücadelesini de anlatıyor. İskoç yazar Robert Louis Stevenson’ın 1886 yılında yayımladığı Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ından tutun, Edgar Allan Poe’ya, Dostoyevski’ye kadar birçok örnek var. Ama kötücül ikizimizi bırakın hiçbir zaman tek olmadığımızı, kendi kendimize kalmadığımızı da vurguluyor. Yine kitapta Hannah Arendt’ten alıntı yapan Klein, şu sözü kullanıyor.
Çünkü düşünme; ben ve kendim arasındaki diyalogdur.
BİR ZAMANLAR HAYRANINIZ OLSALAR DA, SÜRÜ KAN SEVER…
BU nedenle beynimizin içinde saklı kalan bazı gerçekler, cep telefonumuzun uygulamalarında, mesajlaşma app’lerinde bizimle ilgili en derin gizli bilgilere de sahip… Aslında akıllı cep telefonlarımız da beynimizin dijital bir ikizi değil mi?
Kitaptan beğendiğim bir alıntıyla, tüm okurlarımıza ve okurlarımızın dijital ikizlerine selam ederim:
“Öğrencilerimizin kinizmini anlıyorum ama aynı duyguları paylaşamayacak kadar yaşlı ve yumuşağım. Bana öyle geliyor ki iki şey de gerçek olabilir: Bu genç influencer’lar medya yoluyla aktarılan ıvır zıvırlar üretme baskısı ve hayatlarına davet ettikleri insanlardan sürekli gördükleri zalimlik nedeniyle gerçekten duygusal bir sıkıntı içinde olabilir ve bir yandan da bu acıyı nasıl paraya çevireceklerini düşünüyor olabilirler. Çünkü dikkat ekonomisinde arada ezilip gitmek istemiyorlarsa yapmaları gereken şeyin bu olduğu söylenmiştir kendilerine. Kendinizi şeyleştirmeyi başarırsanız, diğer insanlar sizin bir şey olduğunuza inanmaya başlar ve kanamayacağınızdan emin olduklarından size her türlü sert nesneyi fırlatmaya koyulurlar. Sonra kendinizi daha da açığa vurma, ortaya koyma biçimleri düşünmeniz gerekir ve bu iş yatak odanızda bilgisayarın kamerasını açıp tam bir sinir krizi geçirmeye kadar varabilir. Bu influencer’lar bir zamanlar hayranları olup artık düşmanlarına dönüşen insanlara ‘Bana saldırıp durmayın’ diye sesleniyormuş gibi görünür, ‘Yaralıyım, kanadığımı göremiyor musunuz?’ Ama sürünün kan sevdiğini ve fiili travmalardan kanlı bir şey olmadığını unuturlar.”