Gazeteci, telefon fihristinden belli olur! Gerçi fihristler de kaybolmaya yüz tuttu ya… Eskiden masanın en kolay ulaşılan yerinde onlar; olurdu. Şimdi pek kalmadı. Daha çok cep telefonlarının hafızasında ya da bilgisayarlarda saklanıyor iletişim bilgileri.
Ama nerede kayıtlı olursa olsun; ister kâğıt üzerinde ister elektronik ortamda, haber kaynaklarının iletişim bilgileri bir gazeteci için yaşamsal önemdedir; Rehberinde haber kaynaklarının özel cep telefonu numaralan bulunan gazeteci mesleğinin kralıdır: Çünkü en kısa sürede bilgiye o ulaşabilir. Akan bir haberi en hızlı o toparlayabilir.
…
Gazeteciden gazeteciye nasıl fark varsa, fihristten fihriste de fark vardır; kimileri kalın olur, kimileri ince…
Şimdi; belki içinizden, “İnceliğin kalınlığın ne önemi var, önemli olan nicelik değil, nitelik” diyorsunuz-ama inanın iş öyle değil. Çünkü o kalınlık ortaya kolay çıkmaz. Arkasında muhakkak bir tarih vardır. Bir başka ifadeyle, “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” sözü biz gazeteciler için geçerli değildir. Yıllar içinde oluşmuş ilişkiler; bir ağaç gövdesi gibi yılların kalınlaştırdığı bir fihrist gazetecinin zenginliğinin ölçütüdür.
Bizim gazetedeki en kalın fihrist Osman Arolat’tadır. Hani şu mizan defteri gibi en büyük boy olanlar vardır ya… İşte onlardan. Epeyce de bir tarihi vardır. Sağı solu seloteyp içindedir. Dağılmasın diye.
En ulaşılmaz olduğunu düşündüğünüz birinin telefonunu mu arıyorsunuz?
Bir bakanın özel cep numarasını mı bulamadınız? Başvuracağınız yer Arolat’ın yeşil fihristidir.
İnanın, abartmıyorum. Akademisyenler, bürokratlar, iş insanları… Sivil toplum kuruluşu liderleri, dernek yöneticileri… Milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları… Kimi ararsanız.
Ankara zevatı, İstanbul kentsoyluları, İzmir elitleri… Sağmalcılar, Davutpaşa, Maltepe ‘üniversite’lerinin mezunları…
Eski tüfekler; yeni yükselenler…
Yok yoktur Osman Ağabey’in fihristinde…
…
Yeri gelmişken, hemen iki şey söyleyeyim…
Birincisi, bu değerli, çoğu zaman gazetecinin hayatını kurtaran bilgiler bizim gazetede neredeyse kamu malı gibidir, öyle kıskançlıkla saklanmaz. Aksine, paylaşılır. Çünkü o fihristin sahibi paylaşımcı ve dayanışmacıdır.
İkincisi, bilgilerin neredeyse tamamı bire bir tanışıklığın sonucunda o fihriste girmiştir. Mesela, alın Türkiye’nin dört bir yanında faaliyet gösteren ticaret, sanayi odalarını… İddia ediyorum, bu konuda hiçbir gazeteci Osman Ağabey’in eline su dökemez. Hemen hepsiyle tanışıklığı vardır. Tek tek. Ve artık birçoğu “haber kaynağı” olmanın ötesinde, duydukları güvenle onun dostları haline gelmiştir.
Odalar Birliği’nin genel kurullarına giden arkadaşlarımız bilirler. Birlikte gittiklerimizden ben de pek çok kez tanık oldum. Osman Ağabey ile birlikte gittiyseniz TOBB Genel Kurulu’na, onun elini sıkıp hatırını sorup, bir iki çift laf etmek için yanma gelen başkanlar nedeniyle, kapıdan salona geçmeniz epey zaman alır.
Arolat’ın fihristi, sadece mesleki bir alet kutusu, bir takım çantası değildir…
Aynı zamanda bir aynadır…
İletişim içinde olduğu kesimlerin çeşitliliğini ve ilişki zenginliğini yansıtan bir ayna…
Onun gazetemizin çok çeşitli eklerinde yazdığı seri yazılardan birinin köşe başlığı “Kırk Ambar” idi.
İşin aslı, ‘kırk ambar’ çeşitli yüklerin bir arada yüklenebildiği bir gemi modelidir…
Deniz ticareti hukukunda “suigeneris” anlaşmalar bu isimle anılır…
Alışılmış olanı, standart olanı değil, aksini; alışılmamış olanı, rutin dışındakini tanımlar…
‘Sui-generis’, yani ‘nevi şahsına münhasır’ bir ilişkidir bu…
Cemil Meriç’in kitabını saymazsak yazı çizi dünyasının dışından gelen bu kavram bana göre bir metafor olarak Osman Ağabey’i de en iyi yakalayan çerçevelerden biri…
Osman Arolat, tam da köşe başlığında olduğu gibi ‘kırk ambar’dır..
Kırk ambarlı bir gemi gibi, tek bir yük değil, birçok yük taşır…
Çeşitli bilgiye, çok insan tanımaya, çok yaşanmışlığa, çok gözleme dayanan değerli yükler…
Siyasetten, sanattan, ekonomiden, iletişimden, hayatın hemen her alanından…
Belki de onun için okurlarına her gün aktaracak bir şeyler bulmakta sıkıntı çekmez…
Çünkü Arolat bir kırk ambar gazetecidir…
(…)
Osman Arolat’ın gazeteciliği başlı başına bir serüvendir. Mücadele içinde geçmiştir. Sadece gazeteciliği değil, bütün yaşamı baştan sona mücadeledir. Koşucudur ama onun da engellisi denk gelmiştir.
(…)
Kâh basın özgürlüğü, kâh siyaset, kâh hak kavgası… Meslekte var olma kavgası ile hayatta var kalma kavgası Osman Arolat’ta iç içedir.
Öte yandan, kavgayla gürültüyle geçmiştir geçmesine ama Osman Ağabey o hayatla barışıktır. Çok da ciddiye almadığından belki… Bilmiyorum, belki ailenin en küçüğü olarak yetişme tarzından. Belki Mevlânâ soyundan olmanın genlerine taşıdığı çelebilikten… Dedim ya, bilemem…
Ama şunu biliyorum ki, nasıl bir atlet olarak 400 metre engellide Balkanlar’da derece yapmayı başarmışsa, Osman Ağabey o yumuşak ama mücadeleci karakteriyle her defasında karşısına çıkan sorunları aşmasını bilir…
(…)
Yumuşak ama mücadeleci dedim ya, doğrudur… Hıncal Uluç’un yanında bir stajyer spor muhabiri olarak başlayan 50 yılı aşan meslek hayatı boyunca yaşadığı bunca mücadele onu sertleştirmemiştir. Girip çıktığı bunca kavga onu hırçınlaştırmamıştır. Etrafındaki kötülükler onun çelebi karakterini bozamamıştır. Başka meslek büyüklerimizde gördüğümüz gibi mesleğin stresini birlikte çalıştığı insanlara yansıtmaz.
Osman Ağabey, dostlarından, hatta en yakınlarından amiyane tabiriyle kazık yemiştir. Bunları gülerek paylaşır sizinle. Ama hiç kazık attığım görmedim. Bizim meslekte vaka-i adiyedir ama onun, deyim yerindeyse, arkadan iş çevirdiğine de hiç tanık olmadım.
Samimidir Osman Ağabey, özü sözü birdir. Hatta öylesine birdir ki, biriyle ilgili bir şey söyleyin, içinde tutamaz onu, hemen söyler. Bazen öyle olmadık yerde, öyle kişilerin yanında söyler ki, söylediğinize söyleyeceğinize pişman olursunuz. Ama öyledir Osman Ağabey. Ve iyi niyeti herkese öylesine malum olur ki, genellikle bu tavrından dolayı da bir arıza çıkmaz.
* Hakan Güldağ’ın Osman Saffet Arolat’ın ‘Babıali Anılarım’ adlı kitabı için kaleme aldığı yazıdan…