Maruf BUZCUGİL/Hüseyin GÖKÇE
İklim Değişikliği Politika ve Araştırmaları Derneği Başkanı Dr. Baran Bozoğlu, kuraklık nedeniyle barajlardaki doluluk oranlarının takip edildiğini fakat arıtılmış suyun kent içinde musluğa gelene kadar yarısının kaybedildiğini söyledi. Akıllı şebeke sistemine geçilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de 11 ili etkileyen deprem konusuna da değinen Bozoğlu, deprem kaynaklı oluşan atıkların tamamına yakının dönüştürülerek ekonomiye kazandırılabileceğini bildirdi. Atıkların geri kazanımı yerine bir an önce molozların ortadan kaldırılmasına çalışıldığını kaydeden Bozoğlu, bu noktada da ortaya çıkan asbestin büyük risk oluşturduğunun altını çizdi. Atıkların yönetimine yönelik yaklaşık 20 yıl önce çıkarılan yönetmeliğin her ilin valisine atık yönetimi eylem planı hazırlama görevi verdiğini belirten Bozoğlu, hem deprem hem de sel felaketinin ardından bunu göremediklerini aktardı.
Şanlıurfa’da yaşanan sel felaketine de değinen Bozoğlu, Türkiye’de bir sel felaketinde hangi ilde nereleri su basacağının belli olduğunu, meteorolojinin uyarılarına rağmen bölgede erken uyarı sisteminin harekete geçirilmediğini dile getirdi.
“TUZ GÖLÜ KURUYOR, TARIM MÜDÜRLÜĞÜ SAHADA YOK”
İklim değişikliğine bağlı kuraklık ve sel felaketleri yaşıyoruz, bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Biz sel olacağını biliyoruz, nerelerin etkileneceğini biliyoruz. Herkes barajlara odaklanmış durumda, su tutulmasına odaklanmışlar. Bizim asıl problemimiz elimizdeki suyun kaybedilmesi ve verimli kullanılmaması. Suyu en çok tarımda harcıyoruz yüzde 74 oranında, suyu azaltmamız gerekiyor. Hem azaltmamız, hem yeni kaynak gerekiyor. Azaltmak için suyun olmadığı yerde kuru tarım yapılacak, suyun olduğu yerde, az sarfiyata neden olacak sulama yöntemleri kullanacağız. Tuz gölüne gidin, kuruyor, fl amingolar ölüyor ama halen vahşi sulama yapılıyor. İlçe Tarım Müdürü personelinin sahada olması lazım. Karapınar obrukların oluştuğu ama halen büyükbaş hayvancılığın yapıldığı yer. Suyun en az olduğu yerde en çok su tüketen faaliyet yapıyoruz. Halen süt üretim tesisi kuruluyor. Bu akıl alır bir yaklaşım değil. Başka yerde borularla su çekmeye çalışıyoruz.
“ATIK SUYUN SADECE YÜZDE 4,2’SİNİ KULLANABİLİYORUZ”
Yeni su kaynağı bulamayız, arıtılmış suyu tekrar kullanmalıyız. Kentsel atık suyun tekrar kullanılması teknolojisi var. Arıtılmış su tarımda tekrar kullanılabilir. Büyükşehir belediyeleri mutlaka arıtılmış suyu tarımsal sisteme verecek kapasiteyi dönüştürmeli. Mevcut arıtma tesisinin yanına tarımsal sulama için satılabilir. Bu durumda da tarımdaki su tüketimi azalır, yeni su kaynağı yaratmış olursunuz.
Şu an Türkiye’nin yüzde 4,2 atık suyu kullanabiliyor. Bu çok düşük oran, kamunun hedefi yüzde 15’e varmak. Arıtılmış suyu tekrar kullanarak önemli su kaynağına ulaşmış oluruz.
“SUYUN YARISI MUSLUĞA GELENE KADAR KAYBOLUYOR”
Herkes, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa baraj miktarlarına bakıyor. Arıtılmış su kentin içinde fiziki kayıp yaşıyor. Yani havzadan suyu büyük maliyetle baraj yapıyorsunuz, arıtma tesisine para harcayıp, kimyasal ve elektrik harcıyorsunuz. Şehre gelen su musluğa gelene kadar yarısı kayboluyor, inanılmaz kamu zararı var. Şebeke hâkimiyeti sağlanamıyor. Burada Su Yönetimi Genel Müdürlüğü hedefl eri var. Borulara dair su kanal idarelerinin net bir hakimiyeti yok, izleyemiyorlar. Şebekenin akıllandırılması lazım, bölgelere ayrılması lazım.
Suyumuz var ama akıllı su yönetimi olursa, iklim değişikliğinin etkisini bertaraf edebilir, dirençli hale gelebiliriz. Barajlardaki su seviyesinin konuşulmayacağı ortam mümkün, bunu hızlı sağlayacak teknolojilerimiz var. Yeter ki yerel yönetimler ve merkezi hükümette net bir irade ortaya koyulabilsin.
Deprem felaketinin ardından hafriyat atıklarının kaldırılması yönteminin çevreye büyük zarar verdiği yorumlarına ne diyorsunuz?
Yaklaşık 20 yıl önce yani 2004 yılında hafriyat atıklarıyla ilgili bir yönetmelik var. O yönetmelikte afetlere dair oluşacak atıkların yönetiminden kriz masası ve mülki amir sorumludur diyor. Yani, sel yangın, deprem gibi afetlerde atıkların nasıl yönetileceğine ilişkin elimizde bir mevzuat var.
Sorumluluğu valiye vermiş. Valiliğin eylem planını bakanlığa sunması gerekiyor. Örneğin Şanlıurfa’da sel felaketi oldu, burada bir atık oluşuyor. Hem kanalizasyon, hem katı atık oluşuyor. Bu atıkların yönetimine ilişkin eylem planı yok. Bunların hazırlanmadığını depremde gördük.
Bu kadar geniş alana yayılmış bir afetin atıklarını yönetmek kolay mı?
Çok büyük bir afet ama yönetilemeyecek durum değil. Atık yönetimi konusunda kapasitemiz çok yüksek, özellikle AB uyum sürecinden sonra kurulan firmalar, çevre mühendisleri dâhil kamuoyunun bilinçlendirilmesi konusunda çok yol kat edildi. Ciddi birikim var ama 2004’teki mevzuat uygulanmadı.
Valiliğin elinde bir afet sonrası oluşan atığın nereye, nasıl götürüleceği, nasıl döküleceğinin olması lazım.
Her il için ayrı mı var?
Bir tane genel, 81 ilin de valilerinin elinde bu eylem planının olması lazım. Valilerin elinde böyle bir şeyin olmadığını görüyoruz.
Atık yönetiminde asbest konusunda da risklerin bulunduğu söyleniyor?
Türkiye bunu 2010 da asbest kullanımını yasakladı. Öncesinde yapılan binalarda asbest olma olasılığı çok yüksek. Depremde 30 bine yakın binanın komple yıkıldığı tahmin ediliyor. Şu anda bütün tozların içinde asbest olma ihtimali çok yüksek. Bunun belli bölge içinde asbest riski yaratacağını söyleyebiliriz.
Ne yapılması lazım?
Asbestin buradan ayrılması gerekiyor. Bunun için laboratuvar, teknik elemanlar, ekipmanlar var. Bu konuda mevzuat çalışması yapmış kurumlar var. Hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı deneyimi var. Birikim ve ekipman var, planlı olunmayınca ani refl eksle ekipmanların dağıtılmadığını, işçiler asbeste maruz kaldığını söyleyebiliriz.
Asbesti söküp, bu atıklar aynı zamanda ekonomik bir kaynak ve heba edilmemesi gerekiyor. Bu binaların içerisinde demir, kablolar, diğer alüminyum parçalar, bunun yanında da betonu oluşturan, çakıl, çimento gibi parçalar oluyor. Bunların hepsinin ekonomik değeri var, tamamı geri dönüşümle tekrar kullanılabiliyor. Agrega haline getirilip asfalt dolgu malzemesi olarak atık sahalarında örtü malzemesi olarak kullanılabilir. Yani sıfır atığa yakın yönetimi mümkün.
“80 MİLYAR LİRANIN ÜZERİNDE DEMİR VAR”
Bağımsız bölüm üzerinden bakıyoruz. Örneğin 100 metrekarelik bir dairede 10 ton demir kullanıldığını tahmin ediyoruz. Temelindeki otopark, ortak kullanım alanı demirini de işin içine katıyorsunuz. 30 bin bina yıkıldı. Yeni yıkılacaklarla birlikte 817 bin bağımsız bölüm var. 10 tondan 81 milyar liralık demir olduğunu görüyoruz. Yani ekonomik katkısı olacak. Yeni binalara bütçe lazım. Agrega yapılması, betonun tekrar kullanılması, çok büyük ekonomik getiri sağlayabilecek bir durum var.
“AB Türkiye’de yapılan karbon ölçümünü geçerli görmüyor”
Bu konunun ölçümü konusunda yeterlilik var mı Türkiye’de?
Bazı kuruluşların, TÜV gibi akredite olmuş kurumların kendi ülkelerinde ve Türkiye’de belgelendirme yetkisi almış kurumlar, belirli uluslararası standartlarda karbon ayak izi hesaplama metodlarıyla sertifi ka verebiliyor ama bunların geçerliliği yok. Yeşil Mutabakat kapsamında AB mevzuatı, ‘bunu benim ülkemdeki akredite olmuş kurumlar inceleyecek, hesaplamanın doğru olup olmadığına onay verecek’ diyor. Örneğin demir çelik sektörü nasıl rapor hazırlayacak, ISO mu yoksa ek kriterleri olacak mı? Bunu kime raporlayacaklar, raporun içeriği ne olacak? Raporu kim kontrol edecek? Bizim burada da bir para kaybımız olacak. Sadece sınırda karbon vergisi almıyor, kendi ülkesinde akredite olmuş kurumdan da onay almanı zorlayarak ayrı bir para daha ödemeni istiyor. Dolayısıyla burada öyle bir ilginç durum var. Bu konuda ciddi paralar harcanacak. Sera gazı emisyonunuzu siz hesaplayacaksınız, biz de dernek olarak hesaplıyoruz. İklim Değişikliği Politika Araştırma Derneği olarak. Ama bunun doğrulamasını kendi fi rmalarına yaptıracaklar. Türkiye’de akredite olmuş kurumlara yaptırmıyorlar.
“Şanlıurfa’da nereleri su basacağı belliydi”
Şanlıurfa’da ciddi bir sel oldu. Kuraklık kaynaklı toprak çok kuruyor. Onun içine su alma kapasitesi gidiyor. Yoğun yağış olduğu halde su toprak emmediği için sel haline geliyor. Sel felaketine dair en somut şey, bütün kentsel dönüşüm süreçleri özellikle, deprem riski göz önünde bulundurularak yapılması gerekiyor, ama iklim değişikliğin ide öngörerek yapmak gerekli. Yani kentsel dönüşümde iklim değişikliğine uyum kavramını da ortaya koyarsak, dünyaya örnek olabiliriz. Erken uyarı sistemleri var iklim krizinde, kuraklık için, sel felaketi, taşkınlarla ilgili. Uydu verileri üzerinden bile geçmişte yaşanan olayları da bir araya getirerek, Şanlıurfa’da nerelerde su baskını olabileceği aslında biliniyordu. Yerel bütün eylem planlarında DSİ havza yönetimi eylem planlarında nereleri su basacağı belli. Bu aslında Türkiye’nin tamamında belli. Ancak buna yönelik acil eylem planı uygulamaya konulamadı.