Burcu GÖKSÜZOĞLU
Seçim sonuçlarını nasıl yorumladınız? Ekonomik sıkıntıların yeterince sandığa yansıdığını düşünüyor musunuz?
Aslında demokrasilerde sandığın esas önemli olan kısmı toplumun genelini iyi okuyabilme fırsatı sunmuş olmasıdır. Bu seçim aslında son bir buçuk iki senedir yaşadığımız ekonomik sorunların arka plana atıldığı daha çok burada milli bekayla, milliyetçilik duygularıyla oy kullanıldığını teyit eden bir yapıya işaret ediyor. Ancak siyaseten bunların ötesinde yorumlar yapılabilir, yapılmalıdır da. Bence herkes kendine göre bir öz eleştiri yapmalıdır. Şimdi biz ekonomi açısıyla sandığın sonrasını okuyacak olursak, sandıktan 28 Mayıs’ta her kim çıkarsa çıksın bir nevi bir enkaz devralıyor olacak.
Biz aslında adını kusursuz dengesizlik diye koyduğum iki senedir yaşadığımız ekonomik konjonktürün şimdilerde birçok rasyonel ekonomistin gördüğü üzere birçok açıdan dengelerin kaybolduğu ortamdan geçiyoruz. Bu dengelerin tekrar rayına oturtulmaya çalışılacağı bir yılın ikinci yarısını yaşıyor olacağız. O yüzden 28 Mayıs’ta göreve gelecek olan yapının, siyasetçilerin, ekonomi yönetiminin en büyük zorluğu bu kusursuz dengesizlik halinden vatandaşlara ve şirketleri nasıl çıkarabileceği olacaktır. Milli Beka duygularıyla sandık sonuçlanmış olabilir. Ancak unutmayalım ki ağır ve çok sayıca yüksek miktarda bir nüfusun da daha zorlayıcı bir enflasyon ortamından geçeceğini ve bu nedenle de onların bir çözüm beklediğini görüyor olmamız lazım.
Bugün Türkiye’de, şirketlerin halen arzu ettiği krediye ulaşma imkanları çok zorlu. Kabaca 30 milyona yakın insanın geçim sorunları had safhada ve bu nedenle de Türkiye’deki bu zorluğa karşı hükümetten ekonomi yönetiminden daha fazla teşvik bekliyoruz. Aynı 90’lı yıllardaki gibi popülist maliye politikaları uygulandığında sandık için pozitif olabilir ancak geleceğin ötelenen bir maliyeti söz konusu olan ekonomi politikaları gündeme geliyor ve bu gündeme gelen yapı bize yılın ikinci yarısında aslında ne kadar çok bir maliyete katlanmamız gerektiğini de gösterecektir diye düşünüyorum.
YENİ İKTİDARIN ÖZ ELEŞTİRİ YAPMASINI BEKLİYORUM
Önümüzdeki dönemde ne gibi makro sorunlar bizi ne bekliyor?
Aslında yüksek enflasyon nedeniyle geçen seneyi çok zorlu geçirdik. Türkiye dünyanın en büyük beş enflasyon rakamlarından birine sahip olmuştu ve hiç adını saymak istemediğim bizimle asla rakip olamayacak ülkelerdeki gibi yüksek enflasyon rakamlarını yaşamıştık. Türkiye bu sene de tıpkı dünyada olduğu gibi bir baz etkisi gördü. Ancak baz etkisine sığınmamız gerçeklerle yüzleşmemizi engeller. Evet çok net bir Cumhur İttifakı’nın galibiyetini görüyoruz seçim sonuçlarından. Ancak unutmayalım ki AK Parti de kurulduğundan bu yana ki en düşük oyunu aldı.
Şimdi bence AK Parti kendine göre bir öz eleştiri yapacaktır. Bunun bir yansıması olarak ekonomik açıdan da bir yan muhasebe yapıyor olmamız lazım. Ekonomi yönetiminin, mevcut yönetimin, gelecek olan yönetimin de biz ne oldu da iki yılda yaşadıklarımızdan ötürü her ne kadar sandığa böyle yansımamış olsa da toplumun kendi serzenişlerini iyi okuyamadık ve buradaki şirketlerin ve vatandaşların zorlukları nedir diye göremedik diye bir öz eleştiri yapmasını bekliyorum.
Bunu memleketimi seven bir ekonomist olarak bekliyorum. Çünkü bunu yapamadığımız zaman yılın ikinci yarısında yaşadığımız üç tane temel zorluk olacak. Birincisi enflasyonda baz etkisiyle gördüğümüz iyileşmenin sonuna geldik. Bundan sonra peyderpey enflasyonda tekrar yukarı yönlü bir ivme görüyor olacağız. Merkez Bankası’nın yılsonundaki enflasyon tahmininin 22 olması veya Türkiye İstatistik Kurumu’na ilişkin enflasyon eleştirisinin yapılmış olması bu sonucu değiştirmeyecek. 85 milyon için hayat pahalılığı kaldığı yerden devam ediyor ve yıllık enflasyonun bile düşemediğini görüyor olacağız.
NÜFUSUN YARISINDAN FAZLASI EKONOMİDEN MUTSUZ
Hayat pahalılığına da sürekli dikkat çekiyordunuz…
İkincisi aslında izlenen ekonomi politikaları sayesinde memlekette bir daralma görmüyoruz. Bir negatif büyüme oranı görmüyoruz ancak büyüme de çok sınırlı bir kesimden geliyor yani zengini zengin eden, orta halliyi biraz daha fakirleştiren, fakiri de yoksul kılan bir ekonomik büyüme ortamından geçiyoruz. Üçüncüsü mikro tarafta birçok açıdan izlenen ekonomi politikalarının bir sonucu olarak sürekli geleceğe sorun biriktiriyoruz. Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’de cari işlemler açığı da bütçe açığı da kontrol edilmesi çok zorlayıcı bir döngüden geçiyor ve bu döngü izlenen ekonomi politikaları sonucunda yılın ikinci yarısında da bizi önemli ölçüde hem TL bulmak konusunda, hem de dış finansman bulmak konusunda oldukça zorlayacaktır.
Sorunların tedavisi nasıl olacak sizce?
Kabul etmemiz gerekir; Türkiye ekonomisinde hastalıklar, hat safhaya ulaşmış bir insana benziyor. Biz aslında bu seçimle beraber antibiyotikle mi yoksa kemoterapiyle mi iyileşeceğiz diye analiz etmeye çalışıyoruz ve halen 28 Mayıs’ta aradığımız cevap da biraz burada gizli. Türkiye’de bir hastalığın antibiyotikle iyileşmesi mümkünken kemoterapi almak zorunda olmamız bence istenmeyen bir durumdur. Böyle bir yapıyı evirmeyecek kadar Türkiye ekonomisini satır aralarında da kalsa güçlü kasları olduğunu düşünüyorum. Ancak iki yıldır izlediğimiz politikaların sonucunda maalesef bugün yaşadığımız zorluklar belki zengini daha mutlu edebilir, orta halli iyi stoku olan şirketleri daha mutlu edebilir. Ancak bir toplam bütünsel bir yaklaşımla baktığımızda ne yazık ki nüfusun yarısından fazlasının mutsuz olduğunu görüyoruz ve bu mutsuzluğun kaynağı özünde yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve bugünlerde istediği krediye ulaşamama hali olarak okunabilir.
Adımların özünde iş yapma isteğini daraltmak var
Merkez Bankası, kredi büyümesine göre menkul kıymet tesisi uygulamasına diğer ticari kredileri ve tüketici kredilerini de dahil etti. Bu ne anlama geliyor?
Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 8,5 iken TL cinsinden gecelik mevduat faizi yüzde 33. Şirketler çeklerini iskonto ettirmek istediklerinde ödedikleri faktöring faizleri yüzde 60 üzerine çıktı. Yine bugün aslında krediye ulaşma imkanı yok ama ulaşılabilecek olursa Merkez Bankası’nın koyduğu sınırlamalar nedeniyle kredi faizlerinin yüzde 20’lerde kaldığını görüyoruz. Dünyanın neresinde 33 liraya mal ettiğiniz bir kaynağı 20 liraya satarsınız? İşte bizim aslında bu iki kavramı sıkıştırdığımız yer buradaki dengesizlik. Politika faizi 8,5, gecelik mevduat faizi bunun dört misli üzerinde ve Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin yurt dışından borçlanma faiz oranı 9,5 mertebesinde. Çünkü Türkiye’nin risk primi 600’ler mertebesinde. Yani biz hayatın birçok alanında farklı farklı dengesizliklerle mücadele etmeye çalışıyoruz ve bu dengesizlikler içerisinde yaptığımızın özünde şirketlerin biraz daha manevralarını daraltmak var. Bankacılık sektörünün iş yapma isteğini biraz daha daraltmak var. Vatandaşların, özellikle orta ve düşük gelirlilerin biraz daha alanını daraltmak var. Türkiye hiç de hak etmediği bir şekilde maalesef çok ağır bir fatura ödeyerek bir hastalığı geçirmeye çalışıyor.
Dengesizlikler yılın ikinci yarısını kara kışa döndürecek
Merkez Bankası’nın bu hamlelerinin anlamı ne?
Hastalığın bu yönüyle geçmesi bence mümkün değil. Burası ne yazık ki yılın ikinci yarısını kara kışa döndürecek. Türkiye’de mevcut yapının devam edeceğini varsayıyorum ben ve son iki yılda nasıl ki 300’ün üzerinde düzenleme oldu yeni dönemde de Merkez Bankası, ekonomi yönetimi kaygı duydukça önceki gece olduğu gibi ilave düzenlemeler getirecektir. Son düzenlemenin özetine bakacak olursak, Merkez Bankası ihtiyaç duyduğu dövizi bulmakta zorlandığı için, çok yoğun bir döviz talebi geldiği için, ben daha fazla dövizi nasıl toplarım ve bu dövize kayan talebi nasıl düşürürüm kaygısıyla menkul kıymet tesisinde bir değişikliğe gitmiş durumda. Eş güdümlü olarak içinden gelecek olan yabancı fonların biraz daha özendirilmesini sağlamaya çalışmış. 4 tane ana başlık içerisinde düzenleme var. Peki neye yarayacak bu diye soracak olursanız. Aslında Merkez Bankası’nın duruşu çok net. Mümkün olduğunca dövize talebi azaltmak ve mümkün olduğunca bankacılık sektörünü daha fazla iki yıllık veya verim eğrisinde devlet tahvilinde Hazine’nin özellikle bütçe açığı çok hızlı bir şekilde artarken onun fonlamasına zemin oluşturmak.
Borsada düşüş çok kalıcı olmayacak
Borsada sert bir tepki oldu seçim sonrası. Geçen hafta bankalar ve holdinglerin alınıp bu hafta satıldı. Nasıl yorumluyorsunuz?
Borsada geçen seneki gibi bir yılı mutlaka beklememek lazım. Seçime girmeden önce anket firmalarının ilk turda Millet İttifakı’na işaret etmesi sonucunda muhalefete yakın hisselerde kuvvetli ralli görmüştük. İlk turdan sonraki fiyat hareketleri şaşırtmamalı. Ancak Türkiye borsası ucuzÇok cazip hale gelmiş durumda. O yüzden yaşadığımız şokun çok uzun zamana yayılmayacağını düşünüyorum. Düşüşlerin çok kalıcı olmayacağını, yüksek enflasyon ortamını seyri nedeniyle özellikle cazip olan hisseler başta olmak üzere daha yüksek bir TL bazlı endeksler göreceğimiz kanaatindeyim. Bu senenin sonlarına geldiğimizde yüksek enflasyon nedeniyle kayda değer bir yükseliş görürüz. 6 bin civarında bir endeks değeri görebileceğimizi düşünüyorum ama tüm şirketlere hemen hemen geçen seneki kadar genele yayılan bir iyileşme görmeyeceğimizi düşünüyorum.
Haziranda dolarda 20 TL’yi görebiliriz
Kur tarafında hangi seviyeleri bekliyorsunuz?
Burada Merkez Bankası’na bakıyor olmamız lazım. Merkez Bankası yüzde 5’lik farkı ikili kur sistemi olarak görmüyor. Yüzde 5’lik makas yüzde 10’lara gitti. Şimdi görüyor mu bilmiyoruz ancak şunu biliyoruz; ekonomi yönetimi, Merkez Bankası piyasa kuruyla kendi kuru arasındaki bir makasdan memnun. Ve olası bir faiz artırımındansa bu faizin ima ettiği yapıları daha çok tercih ediyor. O yüzden ben bu makasın ne yazık ki uzunca bir süre devam edeceği kanaatindeyim. İhracatçıyı düşünerek biraz bu makası daraltabilir. Bunu daraltmak için de kur üzerindeki baskıyı biraz gevşetebilir. Zaten Merkez Bankası’nın aşağı yukarı her gün kabaca on kuruşluk bir artışa müsaade ediyor. Böyle gidecek olursa haziranı 20’nin üzerinde bir kurla yaşarız.