MEHMET KAYA
Dezenflasyon programının geçiş dönemi olarak adlandırılan 2023- 2024 yılı ilk yarısında, en sık gündeme gelen konulardan biri “Yeni Sanayi Politikası” oldu. Ekonomi yönetimi bu konunun altını çizdi. Zira, uzun süredir farkında olunan bir süreç yaşanıyor: Sayısal dönüşüm, yeşil dönüşüm ve yeni rekabet ortamı ivedi konular olarak ön planda. Tarihi olarak bakıldığında ise bu süreci “ıskalamak” ülke olarak ciddi bir başarısızlık anlamına gelecek.
Türkiye 2000’li yılların başından bu yana önce katma değerli üretim, sonrasında sayısallaşma ve yeşil dönüşümle birlikte yeni ekonomik koşullara uyum sağlamak için programlar uyguluyor. Bunların içinde ithal ikamesi de var, ihtiyaç duyulan hammaddeleri üretmek de var.
Eleştirel iktisatçıların Türkiye gündemine soktuğu, kalkınma için kaynak dağıtımı ve orta gelir tuzağına düşülmemesi gerektiği yönündeki tespitleri bir dönem ekonomi yönetimi ve siyasetçiler tarafından da kabul gördü. Beş yıllık kalkınma planlarında yer de buldu. Yapısal önlemler alınması, kaynak dağıtımının verimli alanlara yönlendirilmesi, gelir adaleti, demokrasi, hukuk üstünlüğü -aslında hepsi ister kapitalizm deyin, isterseniz serbest pazar ekonomisi-, özel sektör girişimlerinin ana ekonomik aktör olduğu sistemin “var oluş” unsurları. Bunlar olmadan ne girişim, ne de zenginlik anlamlı. Hem doğumuzda, hem batımızda elbette Türkiye’de zenginliğin anlamını sorgulatabilecek bolca örnek var.
Hizmetleri bir yana bırakırsak, ithal ikamesinden ikiz dönüşüme kadar her şey “üretime” dayanıyor. Küresel kriz, küresel salgın ve şimdilerde küresel savaş tehdidi üretimin önemini herkese bir kez daha gösterdi. Türkiye aslında bu konuda erken tavır alanlardan. Aslında Türkiye’de üretilebilecek ama kolaycılık nedeniyle ithal edilen ürünlerin yerli olarak üretimi için programlar oluşturuldu. Stratejik sektörler belirlendi. Sektörel ve bölgesel teşvik sistemi bunun için tasarlandı ve ardından proje bazlı teşvik sistemi, özel teşvikler, özel krediler hepsi bu alanlara yönlendirildi. On yıldır “seçici teşvik-seçici kredi” yatırımlar söz konusu olduğunda dillerden düşmedi. Hala devam eden Türk ürünlerinin yurt dışında tanıtımı ve markalaşması için programlar bile açıldı. Fuara katılana, kendi ürününün reklamını yapana ucuz finansman sağlıyoruz.
Yüzde 1’lik ülke olmayı sürdürüyoruz
Ne var ki “Yeni Sanayi Politikası” denildiğinde, zımni olarak önceki yapılanların tam amacına ulaşmadığı kabulü de bulunuyor. Her alanda ekonomimiz zorlandığına göre bunu tartışmaya da gerek yok. Yüzde 1’lik ülke olmayı sürdürüyoruz. Atılan adımlar var ancak ne kadar yeterli henüz bilmiyoruz. YTAK kredisinin yeniden tasarlanması, Sanayi Hamlesi Programı, HIT-30, TÜBİTAK çağrılarının yeniden oluşturulması, yeni girişimleri için finansman kolaylaştırma bunlardan sayılabilir.
Yeni Sanayi Politikası, verimsiz teşviklerden uzaklaşmak, gerçek anlamda “yeni yüzyılı” ıskalamamak için kullanılan bir kavramdı. 2025 ve sonrasına yönelik orta vadeli programlarda bu söylem yok. Programlarda yazılan genel çerçevesi ile rekabet gücünün artırılması, sektörel önceliklendirme, ülke çapında yeni sanayi havzaları belirlenmesi, Sanayi Hamlesi Programı’nda yeni çağrılar, YTAK kredilerinin kullandırılması, yarı iletken, e-mobilite, yeşil dönüşüm, ileri imalat, sağlık, ulaştırma, uzay alanlarının önceliklendirilmesi yer aldı. Yapılacağı söylenen ancak şimdiye kadar resmi sonuçları duyurulmayan teşvik politikalarının değerlendirilmesi ve sonuçların belirlenmesi tartışmayı aslında daha sağlıklı hale getirebilir. Yeni Sanayi Politikası genel bir program olacağı izlenimi verirken dillendirilmekten çıktı. Umuyoruz uygulama koordineli şekilde, Türkiye Yüzyılı olma hedefine uygun şekilde yeni bir ekonomik dönüşümü ıskalamayı önleyebilir.