Bir üretim alanına girme ve çıkma kararları afaki değerlendirmelerle alınmaz. Sektörün ülkemiz açısından fayda ve maliyetleri iyi hesaplanır; iç ve dış koşullar yeterince değerlendirilir; değerlendirme sonuçları neye işaret ediyorsa onun gerekleri yapılır. Ortak gündemi netleştirmeliyiz, uygulamaları ödünsüz gözetmeli ve denetlemeliyiz ki hedeflerimize doğru ilerleyebilelim.
Geçtiğimiz hafta sektörün deneyimli iş insanları Arif ve Tamer Nalbant kardeşlerin tekstil sektöründe iş süreçleri ve işgücü profillerinin uyumu, teknik ve sosyal becerilerin yarattığı sinerjiyi ve yatırım ihtiyaçlarını bu satırlarda irdelemiş, deneyimlerini aktarmıştık. Bu haftada Nalbant kardeşlerin diğer gündem maddelerini oluşturan “belgeleme sorunları”, “verimlilik artışları”, “ulusal stratejinin belirlenmesi” ve “teşvik sistemleri” konusundaki düşüncelerini paylaşıyorum.
Belgeleme gündemi
Ülkemizde tekstil sektörünün birikimlerini geliştirmek ve sürdürmek için yeni bir yatırım alanından daha söz etmeliyiz. Salgın sonrası ve yeşil çevre bilincinin etkileri “karbon ayak izi regülasyonları” bir dizi önlemlerin alınmasını gerektiriyor. Standartları belirleyen ülkeler içinde yer almıyorsanız, başkalarının belirlediği kurallar size istemediğiniz, sizin hatanız olmayan konularda ağır bedeller ödetebilir. Regülasyonların izlenmesi, mümkünse düzenlemeyi etkileyecek ortamlarda bulunma da bir yatırım alanı. Büyük STK’ları yönetenler küresel ölçekte STK’lardaki mevkidaşları arasında yer alarak gelişmeleri izler, etkiler ve olumsuz etkilerini en aza indirebilirler. Bu, ülkenin de sektörün de ortak sorunudur; firma ölçeğinde yatırım yerine kolektif yatırımlarla daha etkili sonuçlar alınabilir.
Belgelerin oluşumu, olgunlaşması ve yaygınlaşmasını izleyen bürokratların ehliyeti, yurtiçinde uyum için düzenlemelerin iç ve dış koşulları dengelemesi, mal ve hizmet akışında istenen belge akışı engelinin minimize edilmesi önemli fikri ve fiziki yatırımlar gerektirir.
Ülkemizde yeşil dönüşüm konusunda tekstil işyerlerinin en az kaynak bağlayarak en yüksek yararı üretebilmesi için “Belge İzleme ve Düzenleme Enstitüsü” kurulmalı, açık kaynakları izleyerek sektörde sürekli “erken uyarılar” ile en uygun dönüşümü ve uyumu sağlamada etkili olmalıdır.
Sonuç olarak ülkemizde kıt kaynaklarımızı daha etkin değerlendirmek için “belgelendirme” konusu bir proje olarak ele alınmalı, katılımcı ve kapsayıcı bir anlayışla bir yapı oluşturulmalı. Kuşkusuz bu da ciddi bir yatırım alanı olarak ele alınmalı…
Verimlilik gündemi
Yenilik iş dünyasının kök hücresidir; güçlendiren ve sürdüren yenilikler kadar verimlilik yenilikleri de rekabet gücü yaratmanın gereğidir. Bir rekabet alanı olarak verimlilikler konusunda da Arif ve Tamer Nalbant düşüncelerini paylaşıyor:
▶Verimlilik artırarak rekabet gücümüzü korumak istiyorsak, önce iş süreçlerinin iyileşmesi için gerekli yatırımları yapmalıyız.
▶Sürekli iyileştirme mekanizmalarını işletmek için işyerlerinde gerekli yatırımların başka bahanelerle ertelenmemesini önlemeliyiz.
▶Verimlilik yatırımlarının başarılı olması için kurum ve kuruluşların sahip-yöneticileri, profesyonelleri, beyaz ve mavi yakaları bilinçli bir etkilenme, ilgi ve amaç, araç ve ortam koşullarında belirlenen hedeflerin peşinde koşmaları gerekir.
▶Verimlilik çalışmaları söz konusu olduğunda, “Şeytan ayrıntıda saklanır” sözünü unutmamak gerekiyor. Ayrıntı araştırmalarının yapılması, süreç işleyişini doğrudan ve dolaylı engelleyen etmenlerin kesintisiz biçimde gözlenmesi, izlenmesi, ölçülmesi, değerlendirilmesi, sapmaların belirlenmesi, gerekli düzeltmelerin ve onarımların yapılması da özen gösterilmesi gereken iştir; yönetim kalitesi gerektirir.
▶Çağımızın en büyük gücü iş süreçleri ve işgücü profilleri hakkında sağlıklı veriye sahip olmaktır. İşlemlerin gözlemlenerek ölçülmesi veriyi oluşturur; ama verileri değerlendirerek verimliliklerin artırılması da yönetim kalitesiyle yakından ilgilidir.
▶Veriye hakim olmanın en önemli yanı, gerçek ihtiyacın ne olduğunu, nereye niçin kaynak bağlamamız gerektiği kararlarını kolaylaştırmasıdır. Bu bizi ikinci kalite konusunda yapılması gerekenleri ile yüksek kalite arasındaki dengeleri kurabilme aşamalarında vaziyet alma düzlemine taşır.
▶Sektörümüzde insan eliyle yapılan ölçme ve kontrollerin geleceği inşa etmede yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz. Yüksek kalite ve yüksek katma değer yaratmak için veri derleme ve değerlendirmeyi de “otonomizasyonu” önemli… Sistem kontrolü ile bütün süreçlerin baştanbaşa izlenmesi, gözlenmesi, değerlendirilmesi verimlilik projelerinin etki düzeylerini de belirliyor.
▶Özellikle insan doğasının “alışkanlıkları nedeniyle direnme eğilimi” de sektörde üzerine gidilmesi gereken bir sorun. İş olmadan işyeri, işyeri olmadan çalışan olmayacağı bilincini yükselterek; bu iki unsurun rakip değil paydaş oldukları bilincini en küçük iş yerlerinden en büyük kamu örgütlerine kadar yaymak gündemdeki önemli konulardan biri.
Özetlediğimiz değerlendirmelerden anlayabiliriz ki, Nalbant kardeşlerin saptamalarında işaret ettikleri hususları en ince ayrıntılarıyla değerlendirmek gerekiyor. Dünya genelinde eğilimler ülkemiz tekstil sektörüne tehditler oluşturduğu kadar fırsatlar da yaratıyor. Söz konusu fırsat ve tehditleri doğru değerlendirmek için dünya genelinde eğilimlere ülke genelinde senaryolarla karşılık vermek önemli… Daha da önemli husus bütün bu gelişmelerden “işyerleri” ölçeğinde yönetimlerin bilinçlendirilmesi önemli.
Standartları belirleyen ülkeler içinde yer almıyorsanız, başkalarının belirlediği kurallar size istemediğiniz, sizin hatanız olmayan konularda ağır bedeller ödetebilir. Regülasyonların izlenmesi, mümkünse düzenlemeyi etkileyecek ortamlarda bulunma da bir yatırım alanı.
Tekstilin geleceği nasıl inşa edilmeli?
İşyerleri ölçeğinde hangi “alternatif tepkilerin” verilmesi gerektiğine ilişkin de Arif ve Tamer Nalbant’ın değerlendirmelerinde 4 başlık öne çıkıyor:
1) Teknik tekstil alanına geçiş kolektif akılla ele alınmalı, 2) Elyaftan kumaşa bir stratejimiz olmalı, 3) Teşvik sistemi proje-odaklı hale getirilmeli, 4) Yeni nesil OSB’lerde yeni yapılandırmayı kolaylaştırmalı.
Hep birlikte yanılabilme özgürlüğünü kullanalım, yapılan değerlendirmelerin eksikleri varsa tamamlama, yanlışları varsa düzeltme yaparak daha etkili sonuçlara ulaşmayı bir sosyal sorumluluk olarak ele almalıyız.
1- Teknik tekstil alanına geçiş kolektif akılla ele alınmalı
Aklı emanet etmez de sorgulamayı sürdürürsek çare her zaman vardır. Tekstil alanında İngiltere, Almanya ve İtalya’da yaşanan süreçleri gözlemek ilk adım olmalı. İkincisi, çağımızın bağlantı, iletişim, etkileşim, rekabet ve işbirliklerini yönlendiren dinamikleri kavramalıyız, Eğer bugün ücret düzeyleri bizden çok yüksek olan ülkelerde tekstil sektörü varsa, bizim kestirmeci bir anlayışla “sektörü terk edelim” yaklaşımına prim vermemiz hatalı olur. Sektörün büyüklüğü ve toplumun içine sinme durumu dikkate alınırsa, karar vererek çıkılacak bir alan olmadığı kolaylıkla anlaşılabilir.
Standart üretimlerde ve üretimin diğer aşamalarında her zaman “fırsat alanları” vardır; planlı, düzenli, hesabı iyi yapılmış “geçiş süreçleri yönetimi” ile tekstil sektöründe de yapılacak çok iş var. Akla ilk gelen alanlarda “teknik
tekstil aşamasına geçiş” var. Ülkemizde tekstil alanında firma ölçeklerinde çok ciddi Ar-Ge donanımı yatırımları yapılmıştır.
Ar-Ge altyapılarını iyi koordine ederek, başta teknik tekstil olmak üzere, günün koşullarını dikkate alan yeni gelişme alanlarında sektörün ömrünü uzatabilir; sürdürülebilirliğini güven altına alabiliriz.
Ar-Ge altyapısı kadar labortuvar aşamasındaki buluşları ve teknik gelişmeleri işletme ölçeğine aktaracak ciddi bir altyapıya sahip olduğumuzu unutmamalıyız. Türkiye’nin elyaf üretiminden modaya ve satış becerilerine kadar ciddi bir “know how” birikimine sahip olduğunu söylemek abartılı değerlendirme olmaz.
AB Ülkelerinin durumu ciddi bir analizden geçirilerek, tarafların her iki tarafında kazandırılan bir payda ekonomisi tekstil alanında yaratılabilir; bunun için başta insan olmak üzere teknik imkânlar ve kapasiteler de vardır.
Toparlamak gerekirse ülkemiz tekstil konusundaki birikimiyle, dünyanın herhangi bir yerinde yapılan katkıları yapacak birikime ve donanıma sahiptir. Oluşan yapısını, coğrafi konumundan, jeostratejik durumuna, hükümetler arası ilişkilerden, kültürel yakınlıklara ve daha derinlerdeki sosyolojik ortaklıklara uzanan analizlerle “fark yaratmanın” aracı olarak kullanabilir; “tekstil sektöründe var olmasını ve varlığını korumasını ve çoğaltmasını” sürdürebilir.
2- Elyaftan kumaşa bir stratejimiz olmalı
İmalat süreçleri kadar tekstilin elyaf arzı, iplik kapasitesi, dokuma imkânları, boyama ve apreleme işlemleri gibi imalat öncesinin de imalatı destekleyecek bir tarzda planlanması, örgütlenmesi ve yönetilmesi gerekir.
Pamuk üretiminde tohum ıslahı ve sertifikalı tohum konusu ülke bütünündeki tekstil stratejisinin bir parçası olarak geliştirilmeli. Ülkenin kendi doğal ve sentetik elyaflar konusundaki potansiyellerini değerlendirmeden, tekstil sektörünün uzun dönemli gelecek planlarını yapamaz; tutarlı uygulamalara imza atamayız. Elyaf üretiminde tutarlılığı olan fizibilite girdisi olarak kullanılabilir sağlıklı veri bazı oluşturmak son derece önemlidir.
Elyafın bir adım sonrası olan imalatın bütün aşamalarında da ne yapılabilir, neler yapılamaz konusunu çoğunluğun onaylayacağı bir dönüşüm sürecinden geçirmek için de kapasite ve teknik imkanlar envanterinin elimizin menzilinde olması gerekir.
Pazarlama ve satış imkanları, küresel perakende yapısındaki bugünü yapılanma; oluşan platformlar, platformlarda yer edinmenin koşulları, platformlarda büyüme için de sağlam envanter olmalı ki, net bilgiye dayalı koordinasyon ve odaklanma ile sürdürebilir dönüşümleri yaratabilelim.
Elyaf, iplik, dokuma, boya ve diğer işlemler, satış ve pazarlama ağlarının oluşumunu bilmeden nasıl yeni bir konumlanma yapabiliriz? Söz ettiğimiz değerlendirmeleri yapmadan “tekstil sektöründe kalalım ya da çıkalım” kararları verilirse kaynak israfı bataklığına düşmez miyiz?
Kestirme çözümler üretmeden, büyük resme bakarak, büyük resmi doğru tanımlamanın gereklerini yerine getirerek analizler yaparsak, kestirme yargıların ne kadar eksik ve yanlış bilgilerden kaynaklandığını da görür; algımızdaki sapmaları düzeltebiliriz. Tekstilde imalat aşamasında olduğu kadar imalat öncesi aşamalarında sağlıklı veri analizine dayalı kararlar üretilmesine ihtiyacı var.
3- Teşvik sistemi proje-odaklı hale getirilmeli
Bir üretim alanı ne kadar canlı, diri, değişken ise çeşitli ve karmaşık yapıda ise, o üretim alanlarında koruyucu, geliştirici ya da caydırıcı etki yapacak şekilde düzenlenmesinde o kadar teşvik sistemleri önem taşır.
Ülkemizde teşvik sistemleri bölgesel-kalkınma odaklı, ülkeye üretim alanlarını yayma yönelimli, gelişmeyi belirleyici üretim alanlarını özendirici bakış açılarının hepsi denenmiştir. Yenidünya düzenini biçimlendiren teknolojik etkenlerin nasıl bir üretim ve bölüşüm ağı oluşturduğu, yaşam biçimi ve yaşam tarzlarını belirlemesi, ülkemizin saha bazındaki durumu, sektörlerin yapısal ve ekonomik özellikleri ile verilen teşviklerin ölçeklendirilmesi gündemdeki çok önemli sorunlar.
Teşvik sistemlerinin yeniden düzenleneceği bir ortamda, ilgili bütün aktörlerin katılımı ile yeni düzenin yapısı ve özellikleri ortak akılla belirlenmeli. Hızlı değişmelerin, hızlı dönüşümlerin asimetrik yapısına cevap verecek teşvik sistemi proje-odaklı olmalıdır. Teşvik sistemleri yeniden düzenlenirken, ülkemiz özelinde işçilik maliyetlerinin döviz bazında çok artmış olması bazı kalemlerde fiyat tutmasını neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Kestirme yaklaşımla kur artsın yoksa ihracat yapamayız yaklaşımı çok gerçekçi değil. Radikal bir kur artışını beklemek mevcut duruma göre yeni çözümler üretememek birçok firmanın bu süreçte kapanmasına yol açabilir. Bununla birlikte işçiliğin ürün maliyeti içindeki ağırlığı tekstil üretim aşamalarında aynı değildir. Ne yazık ki en yüksek işçilik gideri oranı konfeksiyon prosesinde olmaktadır. İplik ve kumaş üretiminde işçilik gideri oransal olarak daha düşüktür ve yapılacak iyileştirmeler ile dünya fiyatlarına yaklaşmaları daha olasıdır. Bu sebeple konfeksiyon firmaları Mısır gibi kuzey ve orta Afrika’ da işçiliğin daha düşük olduğu çevre ülkelerde üretim hatları kurmaktadırlar. Fakat söz konusu ülkelerde elyaf, iplik, boya baskı tesisleri mevcut değildir. Bu ülkelerde en azından kumaş tedariğinin Uzakdoğu değil Türkiye’den sağlanması konusunda daha organize bir yaklaşım sergilenir ise ülkemizdeki atıl kapasiteleri kısmen doldurabiliriz ve böylece yurt dışı konfeksiyon yatırımları tekstil sektörü için fiyat tutturamayacağımız ürünlerde en azından kumaş kısmından dolayı ciddi bir katma değerin ülkemizde kalmasına olanak verebilir. Sonuç olarak üretimin her aşamasında üretimi ve satışı artıracak önlemler ayrı ayrı ele alınmalı ve dinamik değerlendirmeler yapılarak izlenmeli.
4- Yeni nesil OSB’lerde yeni yapılandırmayı kolaylaştırmalı
Tekstil sektörünün varlığının korunması ve geliştirilmesinde temel araçlardan biri de, mevcut işyerlerini dikkate alan, geleceği inşa etmek isteyen bir yerleşim yapısı kurmaktır. OSB’ler girişimcinin taşa toprağa ve çimentoya sermaye bağlamasını önleyici bir anlayışla düzenlemeli. Kamunun yapacağı binaların, uygun kira ve üretim-odaklı mülkiyetle uzun dönemli girişimcilere tahsisi mutlaka ayrıntıda düşünülmeli, bu konuda gerekenler yapılmalıdır.
Yeni nesil OSB ile çağımız bağlantı, iletişim, etkileşim, rekabet ve işbirliği anlayışını bütünleştiren önlemler geliştirilirse, tekstil sektöründe de alınan önlemler daha etkili sonuçlar verebilir.