Ülkemizde herhangi bir ilkeye, kurala dayalı olmayan “bilgi saklama kültürünü” aşmamız gerekiyor. Bilgi paylaşıldıkça büyür; büyüyen gerçekçi bilgiler de gelişmenin önünü tıkayan engelleri yıkar ve küresel ölçekteki dönüşümlere ayak uydurmamızı kolaylaştırır. Her yazının kendine özgü bir serüveni var. Çorlu’da Tekstil Finisaj makine üretimi tesisindeyiz.
Adı: “Ser Mekatronik”. Söyleşiye başlarken Hakan Çakar ve Necati Arslan sözcü olarak Genel Müdür Uğur K. Zeyrek’i seçtiklerini söyleyerek işlerinin başına dönüyorlar. Deneyimli fabrika yöneticisine, bir aile dramının acılarından süzülen deha olduğunu düşündüğüm Siddhartha Mukherjee’nin“Gen” kitabından çok şey öğrendiğimi, onlardan gerçekliklerden birinin de, “Teknoloji tarihi, genel ürünler üzerinde yazılır:
Tekerlek, mikroskop, uçaklar, internet. Fakat aynı tarihe kavramsal geçişler üzerinden bakmak daha aydınlatıcı olabilir” değerlendirmesi olduğunu paylaşıyorum. Ateş, tekerlek, kayık, yelken, uçak, mikroskop, teleskop, buharlı makineler, içten patlar motorlar, elektrikli motorlar, jet motorları ve yarı iletken teknolojiyi “kavramsal geçişler bağlamıyla” değerlendirdiğimizde nerelere uzanabileceğine ilişkin bir çerçeve çizmeyi deniyorum. Yuval Noah Harari’nin son kitabı “Neksus”u yeni okumanın heyecanıyla tekstil sektöründe alınabilecek yanlış kararların nasıl bir “onarım mekanizması” ile doğru yönde ilerletilebileceği konusuyla ilgili olduğumu vurguluyorum.
Harari’den bir alıntıyla nokta koyuyorum: “Silikon Çağı’nda bir süper gücün telafi mekanizmaları yoksa veya çok zayıfsa bu durum tümümüzün ve sayısız diğer yaşam formunun hayatını tehlikeye atabilir.”
GEÇİŞLER DÜNYASININ EĞİLİMLERİ NELERDİR?
Uğur K. Zeyrek’e ilk sorumu yöneltiyorum: “Bu geçişler dünyasında hepimizi etkileyen genel eğilimler nelerdir? “İşine ciddi kafa yormuş bir yöneticinin dinginliğiyle yanıtlıyor:
1 – Tekstil sektörü özellikle organik enerjinin etkisiyle büyümeye başladıktan sonra sürekli “yer değiştiren” yapıya sahiptir. İngiltere’de başlayan endüstriyel üretim önce Kıta Avrupası ülkelerine yayıldı, sonra da uygun koşulları yakaladığı ülkenin başka yerlerine taşındı. Tekstil sektörünün “ göçebe karakterini” dikkatle izlemeliyiz; hangi koşullarda nerelere göç ediyor?
2- Tekstil “ağır sanayi değil, hafif sanayi kategorisinde” yer alır. Ağır sanayiyle olan bağlantıları, iletişim olanakları ve teknolojik yeniliklerin biriken etkileriyle sektörün göçü yönünü ve hızını be- lirler. Gelişmiş ülkelerde standart tekstil üretim alanları niş alanlarda varlığını sürdürür.
3- ABD ve AB Ülkeleri gibi gelişmiş ülkeler standart tekstil ürünlerinin başka yörelere göç etmesi yanında niş alanlar belirleyerek, yüksek katma değerli ürünlere odaklanarak varlıklarını sürdürüyorlar.
4- Son dönemde yaşanan “salgın” yılların alışkanlıklarını zorlayınca yaşam biçimi ve yaşam tarzlarında yeni deneyimler kazanıldı. İklim değişikliğinin dünya gündemine yerleşmesinden de güç alan yeni eğilimler gelişmiş ülkelerde diğer üretim alanları gibi tekstil alanında da yeni iş bölümleri ve hiyerarşi düzeni yaratmaya başladı. Ülkelerin “korumacılık eğilimleri” de tekstil alanında da karşılaştırmalı üstünlüğü olan alanlarda gelişmiş ülkelerde hareketlilik yarattı.
5- Gözden kaçırılmaması gereken bir husus daha var. Yeni eğilimler standart üretimin ve niş alan standartlarını da yükseltiyor. Teknik bilgi ve sosyal becerileri olan insanların yaratıcı yenilik güçlerine dayalı bir üretim stratejisi uyguladıkları gözlendi. Bugün hem “standart ürün” tanımına giren kütle üretim alanlarında hem de daha yüksek katma değerli alanlarda da becerileri yüksek yetişkin insana dayalı bir gelişmeyi dikkate almadan gelecekte ne yapacağımıza karar veremeyiz.
6- Standart ürünlerde otomasyon, yüksek kalite, mekanik ve teknik performans yüksekliği, kullanıcı erişebilirliği, bakım-onarım durumu, ani gelişmelerde durma zamanlarında sürekli yaratıcı yenilik düzeyi yükseliyor.
7- İleri düzeyde yetişkin insan arzını sağlayamayan ülkeler “taklitçi ve kopyacı” düzeyi aşamıyor. Gelişmekte olan ülkeler “taklitten yaratıcılığa geçmek” için bilgilerini paylaşır, sektörler bağlamında bir ortak akıl geliştirir ve ortak dil yaratırsa daha sağlam adımlarla ilerliyor.
8- Ülkemizde önemli deneyim ve birikim olmasına rağmen tekstil sektörü üçüncü sıralardan beş ve altıncı sıralara geriliyor. Ulaştığımız konumu korumak ve geliştirmek istiyorsak, eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu da iyi eğitimli, donanımlı, organizasyon yetkinliği yüksek, iletişimde güçlü, etkileşimde sözü olan insan kaynağı yetiştirmemize bağlı.
9- Eğer tekstilde varlığımızı korumak istiyorsak “teknik tekstil” alanında ilerlememiz gerekir. Bunun için de mühendisliğin bilim, mühendislik , teknoloji ve matematik alanını kavramsal gelişmeyle güçlendirerek, belirlenen yeni standartları derinliğine anlama ve alternatif senaryolarla gelişmelerin yönünü etkileme gücü olan insan kaynağı sorununu mutlaka çözmeliyiz. Makine üretimi tek başına yeterli değil; rekabet gerektirdiği performansın bütün ayrıntıları arasında doğru ölçeklendirme yapan bütünsel analizleri yapabilen insan sorunlarını öncelikle çözmeliyiz.
10- Bugünün dünyasında üretim ve rekabeti “hayallerini yeni bir nesne ve yeni bir metoda” dönüştürebilen insanların yarattığı güç belirliyor: Ar-Ge, tasarım ve inovasyonda en önde olanların yapabildiğini yapmak bir ilk adım… O adımdan sonra yaratıcı yeniliklerle sürekli rakiplerin bir adım önünde durabilen ayarlama yapma organizasyon becerisi de sürdürebilir gelişme yaratmanın gerek şartı.
11- Öncelikle ve ivedilikle “bilgiyi paylaşma özgüveni” kazanmalıyız. Herkesin bildiğini ilkesiz bir gizlilikle sakladığı yerde gelişme yaratamayız. Bilgiyi paylaşmalıyız. Kurnazlık ve fırsatçılık kültürünü aşmalıyız. Standart belirleme ve uygulamada sistemsizliği aşmalıyız ki, yeni eğilimlerin yarattığı yeni değer yaratma zincirinde doğru bir konumlanma yapabilelim.
“ÇİN FAKTÖRÜNÜN” DEĞERLENDİRİLMESİ
Makine üretimi dendiğinde ülkemizdeki yaygın söyleminin merkezi konusu olan “Çin faktörünün etkilerini” sormamak olmaz. Soruyoruz, “Size göre Çin faktörü karşısında yaklaşımımız ne olmalı?” Uğur Z. Zeyrek değerlendirmelerini şöyle paylaşıyor:
“Çin üretim gücü yüksek ülke. Demografisi, insan kaynağının çeşitliliği, karmaşası, anlaşılmasının zor olması ile gerçekten kendine özgü özellikleri olan bir yer. Benim gözlemime göre en önemli özelliği ihtiyacı olan yüksek kaliteli insan kaynağına epey zamandır verdiği önemin meyvelerini toplaması. Ancak hala daha Batı standartlarında bir üretim örgütlenmesi ve ticaret anlayışına erişmiş değil, vur-kaç anlayışı hakim, insanlar fiyat-odaklı karar verip Çin ürünlerini alsalar da sipariş tekrarlama katsayıları düşük.”
Çin’in fiyat-odaklı rekabetinde hangi etkenlere ağırlık verdiğini sorduğumuzda, son dönemlerde bütün sektörlerdeki iş insanlarından sıkça duyduğumuz bir olguyu hatırlatıyor:
“Kaliteli çelikte ABD’nin ayrı, Almanya’nın ayrı Çin’in ayrı üretici diğer ülkelerinin birbirine uymayan standartları var. Uluslararası normlarla belirlenen bir çeliğin yapı bileşenleri incelendiğinde ortaya çıkan fark ile çok düşük kaliteli bir çelikle üretim yapabiliyor; ölçek ekonomisinden yararlanıyor ve fiyat-odaklı rekabeti işi öğrenmenin bir aracı olarak kullanıyor… Bazı alanlarda kaliteli üretimler de yaparak ülke imajını korumak ve geliştirme stratejisini de uyguluyor. Zeyrek’ten bir başka soruyla bütün bu gelişmelerin ülkemize yansımalarını nasıl değerlendirdiğini anlamak istiyoruz. Yaptığı değerlendirmeyi özetle şöyle paylaşabiliriz:
“AB Ülkeleri ve ABD’de tekstil makinecileri üretimi başka yerlere taşıdı. Japonya’da da öyle… Şimdilerde Tayvan, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkeler devrede. Türkiye AB Ülkelerine yakınlığının avantajlarından yararlanabilir. Lojistik kolaylık, montaj, tamir-bakımda erişilebilirlik önemli…”
Araya girip, uzun yıllardır Batı ile olan ilişkileri anımsatarak, “Bir kültürel ortaklık ve ticarette birbirini anlayabilme etkisi yok mu?” diye sorduğumuzda, bunun büyük fark yaratacak bir etken gibi algılamamak gerektiğini söylüyor. Ve değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “AB ülkelerinin teknolojik ve sosyal değişmelere hızlı uyum güçleri var… Biz kolektif strateji belirleyerek, ortak dil ve anlatımla, sonuçlar yerine süreçleri kavrayan kavramsal gelişmelerle kendimizi anlatma konusunda olmamız gereken yerde değiliz.”
Ülkemizin AB ile Gümrük Birliği konusunda yenileme sürecinde çok geç kalmasının sakıncalarını da anlatan Zeyrek, “Ülkemizdeki üretici ve ihracatçının en büyük iki rakibi var: Biri gümrükleme, diğeri de finansman sisteminde bankacılığın durumu”, diyor. Ve tedarik zincirinin sağlamlaşmasının da önemli bir etken olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor:
“Yan sanayi oluşturacak yetişkin iş gücü arzını bir türlü beceremediğimiz için herkesin her şeyi kendi elinin menzili altında topladığı, üretim maliyetlerini artıran bir tedarik zinciri yapılanması oluştu. Son söz olarak şunu söylemek isterim: Bugünkü mühendis eğitimi düzeyi, sosyal beceri eğitimi bizi ulaşmak istediğimiz hedeflere götürmez. Bu konuları içtenlikle ele alıp, hepimizin ortak sorunu olduğunu bilerek üzerine gitmeliyiz!”
Tam yetkili olsaydınız önceliğiniz ne olurdu?
Uğur K. Zeyrek önce düşünüyor… Söylenecek birçok şeyi paylaştığını söylüyor ve görüşlerini 7 noktada toparlıyor:
İleri düzeyde kalifiye işgücü olmadan insanın soyutlama gücü artmaz, hayallerinden yeni bir nesne ve yeni bir metot geliştirmesi mümkün olmaz. Biz, eğitimin gerekli olduğunu söyleyen, gereklerini yerine getiremeyen bir toplum olduk. Bu tuzağı kırmadan tarım ve hayvancılığımızı, imalat sektörümüzü, finans sistemimizi ve hizmetlerdeki kalitemizi artıramayız.
Gereksiz yere bilgi yalıtımından kaçınarak bilgi paylaşımını yaygınlaştırmalıyız. Yaygın bir ilkesiz gizlilik söz konusu. Oysa çağımızın üretim güçlerinden biri olan verinin ve bilginin çoğaltılması kalkınmayı finanse eden önemli kaynaktır. Açık kaynaklarda kolayca erişilebilecek bilgileri bile birbirimizle paylaşmada korkak ve çekingen davranırsak ne hünere erişebilir ne de yaratıcı yeniliklerle rekabet gücümüzü artırabiliriz.
Ortak strateji ve kaynakların odaklanması: İlkesiz bilgi saklama hastalığımız sonunda temel konularda ortak stratejiler kurgulayarak kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanma kanallarımızın önünü tıkıyor. Hemen hemen her alanda, özellikle de küresel tedarik zincirinde karşılaştırmalı üstünlük yaratabileceğimiz alanlarda ortak strateji organize etme aşamasına geçmeliyiz.
Merkezi bir örgütle bir enstitü gibi kuruluşla bilgilendirme sistematiği önemli. Araştırma kurumları ve enstitüler oluşturarak, açık kaynaklardan sistemli bilgi derlemek kadar, özelliklerimizi de başkalarına sistemli anlatan mekanizmalar oluşturmadan küresel markalar yaratamayız.
Bir ana plan yaparak ne yapacağımızı net bilmekten yararlanma: Plan yapmayı serbest ve adil piyasada rekabeti önleyici araç gibi görme saplantısını aşmalıyız. Plan, öngörme ve önlem almanın, gözetim ve denetimin, onarma ve düzeltmenin, kendini yeniden üreterek sürdürebilirlik sağlamanın aracı olarak görülmelidir. Ülkemizin her sektörü gibi makine sektörünün de bir Ana Plan çerçevesinde yönetilmesinin çok yararlı bir yöneliş olacağını düşünmeliyiz.
Kültür odaklı ilişkiler yerine organizasyon odaklı ve taraflara kazandıran ilişkiler: Birbirimizi anlamak için geçmişte bir altın çağ icat ederek insanımızın gözünü geriye döndürmenin anlamı yok. Irkımız ve inancımız elbette ki önemli, zenginlik üreterek yaşamı kolaylaştırmada “organizasyon becerisi” daha da önemli. Organizasyon becerisi, bütün paydaşların kazandığı sığ sığır tabanlı olmayan bir ilişkiler toplamıdır.