EKONOMİ’nin Sakarya Bölge Temsilcisi Hasan Coşkun, “Biraz erken gelin, sizi dünyaya açık bir iş insanıyla tanıştıracağım” dedi. Sakarya’ya varır varmaz temizlik makineleri üreten Mustafa Bektaş’ın yazıhanesindeyiz. Bir yandan kahvaltımızı yaparken, çoğu iş insanının kendisi için “sorun alanı” olarak gördüğü “işgücü yönetimi” konusundaki düşüncelerini soruyorum. Araklı kökenli Karadenizli’den bekleyeceğiniz bir anlatımla yanıt veriyor: “İşyerinde eleman yönetimi zor bir iş değil. Ne yapacağınızı biliyor; onu da birlikte olduğunuz insanlara iyi anlatıyorsanız sorun çıkmıyor. Ben Çin’den yeni geldim. Firmalar, sektörler ve ülke genelinde herkesin önünde uyulması gereken bir programı var. Program önceden biliniyor; o nedenle bizden yüzde 20 daha fazla çalışıyorlar; buna kimse itiraz da etmiyor. İnsan-odaklı işe asılma, önce ‘üretme’, ardından da ‘ ürünü olgunlaştırma ve kalite yaratma’, sonunda da ‘kalite-maliyet ve fiyat dengeleri’ kurarak küresel rekabette sağlam bir yer edinme yolunda hızla ilerliyorlar.”
İçtenlikle söylemek gerekirse alışık olduğumuz söylem değil. Çin’den yeni dönmüş gözlemci bir insanın bir iş gezisinden çıkardığı sonuçlar “öğretici olabilir.” Üretimin temel ögelerinden biri olan “insanla ilgili” hangi saptamaları yaptığını anlamak için bir başka soruya geçiyorum: “Çin’deki işyeri insanlarının bizdeki insanlarla farklı olan hangi özelliklerini gözlediniz?”
“ÇİN'DE İNSANLAR UZLAŞMA ARIYOR”
Bektaş kahvaltıyı bir yana bırakıyor; Karadeniz derelerinin hızlı akışını yansıtır gibi sözcükleri peş peşe sıralıyor: “Çin insanı bizim insanımıza göre daha uzlaşıcı, ayrışan yanlarından çok benzeşen yanlarını bulup onları öne çıkarmayı önemsiyor” diyor. Bu genel anlatımla yetinmek istemiyoruz; başka ne gibi benzeşen ve ayrışan özelliklerimiz olduğunu anlatmasını istiyoruz. Çok önemli “yönetim ilkeleri” üzerinde duruyor ve diyor ki: “Bizler iş yaparken ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı sözle ve yazıyla tarif alışkanlığından uzağız. Çin’de kimse karnından konuşmuyor; karanlıkta göz kırpmıyor. Önce yapılacak iş, üretilecek nesne tarif ediliyor; sonra bu tarife göre maliyet ve fiyat dengeleri kuruluyor. Bu ön hazırlıklı ve ön bilgili üretim anlayışı onlara müthiş bir esneklik sağlıyor. Bir de müşteriye olağanüstü değer veriyorlar; müşteri isteklerini karşılamak için hiçbir sınır tanımıyorlar. Her sorunun önce sözlü, sonra da yazılı anlatıldığına, birikimlerin kayda geçirildiğine şahit olmak beni etkiledi. Hiç kimseye tepeden bakmadan, hiç kimseyi küçümsemeden, bilgiçlik taslamadan konuları ele alma kültürünün sonucunda çok verimli çalıştıklarını söyleyebilirim. Eğer genel olarak bir oranlama yaparsak Çin’de işgücünün verimi yüzde 80-90, bizde ise bu yüzde 40-50 dersem abartmış olmam!”
Bektaş bir an duruyor. Anlıyorum ki yaptığı değerlendirmeyi bir cümle ile paylaşmak istiyor… Sonra “Düşünce olarak üretim-odaklı, inanç olarak üretimi besleyici ve gelenek olarak çalışmadan kolay geçim olmayacağı bilincini alabildiğine yükselten kadim bir toplum oldukları kanısı zihnimde yer edindi.”
“ÖLÇEKLENDİRME EKOSİSTEMİ FARKLI”
Mustafa Bektaş’ın heyecanını yakalamışken epeydir zihnime takılı olan, anlamak için izini sürdüğüm Çin’deki ölçeklendirme fırsat ve tehlikelerini de soruyorum.
Çin’deki koşulların bizden farklı olan özelliklerini kendi penceresinden bakarak değerlendiriyor Bektaş:“Çin siyasi irade yetkilileri yakın ve uzak ülke ziyaretlerine gerekli emek ve zamanı ayırıyorlar. Bir de kullandıkları siyaset dili karşılıklı alış-verişi ve güveni besleyici. Dik başlılıkla dik durmayı karıştırmadan, ülkenin yüksek çıkarlarını göz önünde tutan dikkatli bir dil kullanıyorlar. Ülkenin merkezi yönetimi ve eyalet yönetimlerinin ne yapacakları tanımlanmış ve netleştirilmiş. Yaratılan kapasite ve teknik imkânların iç pazarda nasıl konumlandırılacağı ve dışarıya nasıl açılım yapılacağını hem merkezi ve eyalet yönetimleri biliyor; hem de iş dünyasını yönetenler. Bu ortak ve net bilgi Çin’de bugün en önemli gücü yaratıyor. Çin’deki yönetim anlayışı ve saha dinamiğini ne AB ülkelerinde ne de ABD’de göremiyoruz. .
Ar-Ge, tasarım ve inovasyon bugünkü Çin’in çok belirli özelliği… Bizim gelişmeleri yakından izleyip değerlendirmemiz kendi yararımıza olur.”
İŞ DÜNYASI ORKESTRA YÖNETİMİ GİBİ
Çin’le ilgili Mustafa Bektaş’ın değerlendirmelerini alırken, “Toplumların iyisi-kötüsü, beceriklisi-beceriksizi, akıllısı-akılsızı yoktur; iyi eğitileni ve iyi yönetileni vardır” genellemesini anımsatıyoruz. Sonra merak ettiğim soruyu yöneltiyoruz: “Çin gibi büyük bir toplumu, omurgayı Han Çinlileri oluştursa da 52 ayrı etnik grubun yer aldığı geniş coğrafyaya yayılmış ülkede iş dünyasında genel anlamda kaynakları etkin kullanmayla ilgili gözlemleriniz nelerdir?”
Bektaş, Çin’deki iş yönetimini genel olarak değerlendiriyor; sonra da 30 yıllık iş birikiminin Çin odaklı değerlendirmelerini paylaşıyor:
1- Çin’de ürün maliyet-fiyat dengelerinin nasıl kurulduğunu hep merak ettim. Gözlemlerime göre iç ve dış piyasalarda fiyatlandırmada tam anlamıyla bir orkestra yönetimi anlayışı var. Farklı seslerin bütününden özgün, çekici ve özendirici sonuç çıkarıyorlar. Devlet, kapasite kullanımını sağlayacak fiyatlandırmalara destekler sağlayarak ülke yararını en çoğa çıkaran yollar buluyor. Ayrıca AB ülkeleri ve ABD'nin korumacı politikaları daha ileri düzeye taşımaları ihtimali göz önüne alınarak, yeni pazar arayışlarını hızlandırıyor; kısa dönemli değil, uzun dönemli geleceği düşünerek sağlam yapılar oluşturuyorlar. Ülkemiz odağından baktığımızda da, üzülerek belirtelim ki “kaygıları” var.
2- ABD, AB ülkeleri gibi büyük güçler kadar, belki de onlardan daha fazla emek ve zaman harcayarak dünya genelinde ne olup bittiğini analiz etmek çok önemli. Olup bitenleri doğru okur, doğru anlarsak, alacağımız önlemler kaynaklarımızı daha verimli kullanmamızı sağlar. Bizi en çok zorlayacak alan işimize yarayacak verilere ve bilgilere ulaşmak olacak.
3- Çin’de kalite, maliyet ve fiyatlama dengelerini derinliğine bilmezsek, bize göre yüzde 20 daha işgücü maliyeti avantajını değerlendirirler ve zorlanırız. Bu hepimizin ortak sorunu, bu sorunu kamu, özel kesim ve diğer ilgililer hep birlikte aşmalıyız.
4- Çin iş süreçlerini sürekli sorgulayan bir toplumsal kültüre sahip. Küresel rekabette bizim, başta maliyet olmak üzere, son çözümlemede kalite, fiyat ve maliyet dengelerini sürekli gelişen bir dinamik denge anlayışıyla ele alıp sonuç yaratmamız gerekiyor.
5- Çin’in, iş insanlarına sağladığı “finansman imkânlarını” yakından izleyerek bizim de kendi girişimci ve iş insanımızı “haksız rekabetten” korumamız şart. Bu konuda ortak mekanizmalar oluşturarak kesintisiz izleme, gözleme, değerlendirme ve önlem alma esnekliğine sahip olmalıyız ki varlığımızı piyasalarda koruyabilelim.
6- Ülkeleri yönetenlerin “diplomasi dili” ve “iç politika dili” alış-verişte çok etkili oluyor. Çin yöneticilerinin sükûneti, ilişki kuracakları ülkelerle ilgili ön araştırma yapma özenleri, ülkelerin kültürlerine göre söze ayar vermeleri, son tahlilde kendi kazanımlarını artırıyor. Dikbaşlı olmakla dik durmayı karıştırmadan; ilkeli gizliliği koruyarak ve söze ayar vererek söylemek çok önemli.
7 - Ülkemizde “yetki verme kültürü” yok. Bu da iş dünyasından sivil toplum örgütlerine kadar “kişilere odaklı tek tip düşünceyi” öne çıkardığı için çeşitlenen ve karmaşık hale gelen dünyayı iyi okuyarak, hep birlikte yararlarımızı artırmanın engellerinden biri haline geliyor.
8 - Bir başka zayıf yanımız ihtisasa, uzmanlığa değer vermeyen tutumumuz. Bu tutum bütün dünyada çok kıt kaynaklardan biri olan ileri düzeyde mühendis ve uzman kıtlığını ülkemizde kat kat büyütüyor: Gerçek anlamda uzmanlar ve mühendisleri kaçırıyoruz.
9- Dünyada iş yapma tarzları ve para kazanma yolları hızla değişiyor. Bu değişikliğe uyum gösterecek teşvik sistemleri, haksız rekabeti önleyici önlemler önemli hale getiriyor. Yüzleşerek eksiklerimizi değerlendirmek, açıklarımızı kapatmak zorundayız. Mutlaka ortak stratejiler geliştirerek, örgün ve yaygın eğitimi etkinleştirerek, etkin koordinasyonu sağlayıp, sonuçları değerlendirerek ve yanlışları düzelterek ilerlemeliyiz.
10- İhracatta birim fiyatı 1,5 doları bulmayan yapıyı hızla akıllı ihtisaslaşmayla daha yüksek katma değerli, daha çok ileri teknoloji içeren yapıya kavuşturmalıyız. Kadın ve erkeğimizin iş yaşamına katılımını sağlamak kadar, iş yaşamında mal ve hizmet üretimine değer katan bir yolda rakiplerimizden bir adım önde durabilmenin yollarını bulmalıyız.
11- Teknolojiye uyum bir numaralı sorunumuz olmalı; bunun yanında temel bir eğilim olan yeşil dönüşümle ilgili önlemlerimiz, iş yerlerimizde rekabet edebilir ölçeklerin yaratılması gibi sorunlarımızı aşmalıyız.
12- İş yerlerimiz için üretimi kolaylaştırıcı ve etkinleştirici mekân sorununu çözmede farklılık yaratacak uygulamalara yönelmeliyiz. Çalışanlarımızın birikimi kadar müşterilerimizin birikimini yeni bir ürün ve yeni bir iş yapma metoduna dönüştürmeyi ihmal etmemeliyiz. Teknik becerilerimiz kadar sosyal becerilerimizi geliştirme konusunu da dikkatle ele almalıyız ki uluslararası pazarlarda yerimiz ve adımız olsun.
Bizler iş yaparken ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı sözle ve yazıyla tanımlama alışkanlığından uzağız. Çin’de kimse karnından konuşmuyor; karanlıkta göz kırpmıyor.
Firmaları desteklerken “ani kârlar” elde etme alışkanlıkları yerine uzun dönemli çıkarlarımızı dikkate almazsak, Çin’in uyguladığı politikalar için boşluklar yaratırız.
Mustafa Bektaş’ın öncelikleri
Çin’e yaptığı iş gezilerine ilişkin gözlemlerini paylaştığımız Mustafa Bektaş’a da herkese yönelttiğimiz soruyu soruyoruz: Siz tam yetkili olsaydınız öncelikleriniz neler olurdu? Sorularımıza verdiği yanıtların özetini birlikte izleyelim:
▶Önce yurt içinde genel ve sektörler bazında çok ciddi bir envanter yaptırır; neyimiz olduğunu, nelerin olmadığını, güçlü ve zayıf yönlerimizi sağlıklı bilgiye dayalı analiz ettirir; fizibiliteler yapılırken afaki değerlendirmelerin önünü keserdim. Günümüzde veri ve bilgi sorununu çözmeden, veri ve bilgi güvenilirliğini sağlamadan iş alanında başarılı olmamızın mümkün olamayacağını herkese anlatırdım.
▶Eğitim sistemini siyasi anlayışlar, ideolojiler, dar anlamda çıkar kavgalarının dışına çıkarır; dünyadaki gelişmelere uyum sağlamamızı hızlandıracak alanları belirler; eğitim sistemini bu anlayış üzerine kurardım. İşe değer katan eğitim sistemlerini öne çıkaran kültürün oluşmasına ve gelişmesine ilişkin titiz uygulamalar yapardım.
▶Ülkemizde başta insan kaynağı olmak üzere, yeraltı zenginliklerimizi, yerüstü varlıklarımızı, bilim ve teknoloji imkânlarımızı, organizasyon becerilerimizi, üretim için gerekli olan becerileri dikkate alan, bizi küresel ölçekte rekabet yapabilir hale getiren özelliklerimizi belirler; eksiklerimizin üstüne gider, iyi yanlarımızı özendirerek çoğaltırdım.
▶Hukuk üstünlüğü ve bağımsız yargı algısının yerli ve yabancı yatırımcı açısından önemini bütün topluma kavratır; bu konuda sapmaların üzerine gider, hukuka olan güveni sağlayarak gelişmeye katkısını artırırdım.
▶Gerçek anlamda bir kayıt sistemi oluşturur; haksız rekabet yaratan, ülke imajını içeride ve dışarıda zedeleyen gelişmeleri önler, “vergi doğuran” ve ülke zenginliğine katkı yapan işleri teşvik ederdim.
▶Sosyal yaşamın cazibesini unutmaz, insanlara bu imkânı sağlayarak gelişmelere değer katmalarının yolunu bu alanda da açardım.
▶Ülkemizde vasatlığı besleyen gelişmeleri önler; Akdeniz dalgacılığına fırsat vermez, toplumun bütününde kaygı, endişe ve korkuları azaltan, güveni çoğaltan ne varsa hepsinin takipçisi olurdum.”