Olayın üzerinden bir hafta geçti ve hâlâ hasar tespit çalışmaları devam ediyor. Açıkçası Ankara bu operasyonların halkta bu kadar büyük tepkiye yol açacağını hesaplamıyordu. Ancak, salt oy farkı az görüldüğü için yenilenen 2019 İstanbul belediye seçimlerinden de görüldüğü gibi popüler bir muhalif siyasetçiyi elimine etmeye çalışmak Türkiye’de geri tepen bir strateji. Hele, bir de iktidar seçmeni bile enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizlik gibi sorunlarla boğuşmakta ve yönetimden hoşnutsuz iken bu yollara sapmanın mevcut yönetime artı bir puan getirmesi söz konusu bile olamaz, olmadı da.
Hasara gelince: Öncelikle, tabii döviz rezervlerimizde rekor sürede görülen rekor azalma. Son veriler MB rezervlerinin 4 iş günündeki azalmasının 28 milyar dolar civarında gerçekleştiğini göstermekte. Bu azalış büyük ölçüde sıcak paranın TL’den çıkmasından kaynaklanıyor. Normal bir şekilde işleyen sağlıklı bir piyasada böyle bir rezerv azalması olmaz, çünkü merkez bankaları piyasaya müdahale etmez. Piyasada dövizde oluşan alış talebinin karşısına satış talebi de gelir, ve kur bir noktada dengelenir. Ancak aynı durum bizim piyasalarda geçerli değil.
Bir defa Türkiye piyasasında likit sayılabilecek ve her an TL’den dövize dönme meyili olan çok para var. Ayrıca yatırımcıların devalüasyon konusunda son 4-5 yıldır yaşadıkları ve henüz hafızalarda çok taze olan kötü tecrübeleri söz konusu. Bu noktada da kimileri MB’nin döviz satışı yaparak yabancı yatırımcıların (ki bunların çoğu da bıyıklı yabancı) fazla zarar görmeden pozisyondan çıkmasına müsaade ettiği eleştirisini getirebilir. Ancak bu şartlar altında sürü psikolojisinin iyice egemen olması, ve TL’den toplu kaçışların olması an meselesiydi. MB’nin pek bir seçeneği yoktu doğrusu. Döviz satışlarıyla birlikte faiz artırımı, vadeli döviz satımı ve likidite bonosu gibi enstrümanlar da devreye sokuldu. Sonuçta, MB’nin bu zor sınavı (şimdilik) geçtiği söylenebilir.
Açıkçası, eğer gerçekten de Enflasyon Raporu’ndaki %24 hedefine bağlı kalmakta kararlıysa, zaten yaşanan olaylardan bağımsız olarak Merkez Bankası’nın faiz artırması gerekiyordu. (Bu cümlede “eğer”in altını çizmek gerekir tabi.) Esasen yaşanan bu kriz de bir bakıma ona vesile oldu. Artık, bunca zamandan sonra herhalde MB da sadece TL’yi sabit tutarak enflasyonu düşürmenin imkansız olduğunu farketmiştir. Evet, bu şekilde belki daha fazla yükselmesini önlüyorsunuz ama düşmesini değil. Ekonomi resesyona sokulmadan ve hele de iddia edildiği gibi %4 gibi bir pozitif büyüme oranı ile enflasyonu düşürmek imkansız. Kimse de “ama 2001-2003’de bu gerçekleşti” demesin. O günkü iç ve dış siyasi ve ekonomik konjonktür ile bugünkü arasında dağlar kadar fark var.
Son aylarda ekonomik aktivite ile ilgili gelen veriler hedeflenenin üzerinde. Hal böyle iken, MB’nin faiz indirimi rotasına girmesi, ve bunu neredeyse her toplantıda 2,5 puan şeklinde yapacağı şeklinde bir intiba yaratması zaten baştan yanlıştı. Piyasalar önlerinde böyle bir faiz rotası gördüklerinde daha da canlanma eğilimine girerler. Nitekim, son haftalarda kredi artış ivmesi hem bireyselde, hem de ticaride gözle görülür bir şekilde artma eğiliminde. Bizim ise şu noktada canlanmaya değil, soğumaya ihtiyacımız var. Üstelik bütçe açığı da doludizgin devam ediyor. İlk 2 aydaki pozitif büyümeye (ve bunun da vergi gelirlerine pozitif olarak yansımış olmasına) rağmen, bütçe 600 milyar TL’nin üzerinde açık vermiş durumda. OVP’ye göre ise 2025 yılında bütçe açığımız 1,9 trilyon TL ve milli gelire oranı da %3,1 olacakmış. Gidişat ise 3,6 trilyon TL ve milli gelirin %5,8’i gibi. Böyle bir bütçe açığıyla bir dezenflasyon programı uygulanmasına açıkçası kargalar bile güler.
Başlıktaki soruya gelirsek: Eğer önümüzdeki dönemde toplumu daha fazla gerecek yargısal müdahalelerde bulunulmaz, aksine bazı yumuşama emareleri gösterilirse, esasen kriz ile birlikte alınan kararlar dezenflasyonist program için gerekli olan soğutmayı bir ölçüde sağlayabilir. (Tabii ki bu arada yaşanan mini-devalüasyonun manşet enflasyon üzerinde etkisi olsa da, MB kuru uzun süre bu seviyelerde tutarak bu enflasyonist etkiyi minimize edebilir.) Ancak, gene de hanehalkından (haklı olarak) gelecek baskılar sonunda senenin 2. yarısında asgari ücret, ve maaşlar konusunda düzenlemeler yapılacağını ve sonuçta da enflasyonun önümüzdeki 3 senede %25-35 bandında kalacağını öngörüyorum.