Yapay zekâ, günümüzde sadece teknolojik bir devrim değil, aynı zamanda ekonomik ve jeopolitik güç dengelerini değiştiren stratejik bir unsur haline geldi. Özellikle, ABD ve Çin arasındaki teknoloji rekabeti, yeni bir ‘soğuk savaş’ döneminin kapılarını aralıyor.
Çin, DeepSeek ile oyuna çok ses getiren bir giriş yaptı. Birkaç yıl önce Hangzhou merkezli bir üniversite girişimi olarak ortaya çıkan DeepSeek’in piyasaya sürülmesiyle, önde gelen ABD’li teknoloji hisseleri 1 trilyon dolar değer kaybetti. Sebebi ise DeepSeek’in aynı performansı daha az kaynakla sağlayabilmesi. Yani, ABD’li rakiplerine kıyasla işletme maliyeti açısından çok daha ucuz olması.
ABD’li teknoloji devleri ilk tepki olarak ‘veri güvenliği’ ve ‘sansür’ gibi tezleri ortaya sürdü. Sonrasında OpenAI, DeepSeek’e cevap olarak, o3-mini adlı yeni bir yapay zekâ uygulamasını ücretsiz kullanıma açtığını duyurdu.
DeepSeek, pek çok yönden tartışılsa da ‘maliyet-ihtiyaç-performans’ üçgeninde yeni bir gündem açtığı kesin. Bu konu, pazarda belirleyici etkisini koruyacak gibi duruyor.
Ekonomik cephe
2030’a kadar küresel GSYİH’ye 15,7 trilyon dolar katkı sağlaması beklenen yapay zekâ, ekonomiler için altın değerinde.
ABD, Silikon Vadisi’nin devleri ile bu yarışta ön almış durumda. Çin ise devlet destekli stratejilerle arayı çok hızlı kapatıyor. Çin’in, ‘Yapay Zekâ 2030’ planı, ülkeyi küresel lider yapma hedefiyle şekillendi. Shenzhen ve Pekin’deki teknoparklar, Çinli dev şirketlerin yapay zekâ yatırımlarına ev sahipliği yapıyor. Ülkenin 1,4 milyarlık nüfusuyla topladığı devasa veri kümeleri de makine öğrenimi modellerini beslemek için eşsiz bir kaynak oluşturuyor. Çin’in ‘Akıllı Fabrikalar’ projesi, insansız üretim hatlarıyla yılda ek 600 milyar dolar gelir hedefliyor.
Jeopolitik gerilim
Çin’in ‘Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ kapsamında geliştirdiği akıllı şehir projeleri, yapay zekâ teknolojilerini Afrika ve Asya’ya ihraç etme stratejisinin bir parçası. Buna karşılık ABD, ‘Mavi Nokta Ağı’ gibi projelerle Pasifik ülkelerinde ‘güvenilir’ dijital altyapılar kurmaya çalışıyor.
Yarı iletken üretimi ve çip teknolojileri bu rekabetin en kritik ayağı. ABD, yapay zekâ çiplerinin ihracatına katı sınırlamalar uyguluyor. Müttefik olarak belirlediği 18 ülkeye çip ihracatını herhangi bir kısıtlama olmadan yaparken, diğer ülkelerin bu çiplere erişmesini imkansıza yakın hale getiriyor. Burada bir parantez açarak, ABD’nin müttefik olarak belirlediği bu 18 ülke arasında Türkiye’nin olmadığını belirtelim.
Bu arada, dünyanın en büyük yarı iletken üreticilerinden TSMC’nin Tayvan’da bulunması, Tayvan konusunu küresel politikanın en hararetli başlıklarından biri hâline getiriyor.
Önemli bir başka konu daha var. Batı’da yapay zekânın etik kullanımı tartışılırken, Çin’de devlet kontrolündeki algoritmalar, sosyal kredi sistemi gibi uygulamalarla vatandaş davranışlarını şekillendiriyor. Bu farklılık, teknolojinin demokratik ve otoriter modeller arasında nasıl bölüneceğine dair ipuçları veriyor.
Rekabetin kontrolden çıkması, teknolojik bölünme ve siber savaş risklerini de beraberinde getiriyor. Yapay zekâ tabanlı siber saldırılarla, ülkelerin güvenlik, sağlık gibi kritik altyapılarının çökertildiğini ve böylece yaşanacak kaosu bir düşünün.
Sonuçta
Yapay zekâ, 21. yüzyılın ekonomik, sosyal ve siyasal çerçevesini yeniden çiziyor. Bu alan, Soğuk Savaş dönemindeki ABD- SSCB uzay yarışından çok daha derin ve geniş kapsamlı bir etkiye sahip.
Konu sadece ABD ve Çin’in liderlik mücadelesi gibi görünse de, gerçekte çok daha karmaşık ve çok katmanlı bir güç dengesini beraberinde getiriyor. AB’nin regülasyon çabaları, Hindistan’ın dev yazılım insan kaynağı, Japonya ve Güney Kore’nin ileri teknoloji birikimi, hatta bağımsız açık kaynak topluluklarının yükselişi, ‘yeni soğuk savaş’ senaryosunu iki ülkenin ötesine taşıyor.
Yine de en büyük aktörler olarak ABD ve Çin arasındaki mücadele, sadece hangi ülkenin teknolojik açıdan üstün konuma geçeceğini değil, aynı zamanda veri gizliliği ve bireysel haklar üzerinden demokratik değerler ile otoriter yaklaşımlar arasındaki farkı da belirleyecek.
Yapay zekâ, sağlık hizmetlerinden eğitim sistemine kadar toplumun her katmanını dönüştürme potansiyeline sahip. Bu yüzden, küresel etik standartların oluşturulması son derece önemli.
Yüksek teknolojili bir dünyada barış, ancak küresel ölçekte şeffaflık, standartlaşma ve adil rekabet ilkelerine sadık kalmakla mümkün. Bu nedenle, yapay zekâ alanındaki yarışın kazananının yalnızca bir ülke ya da şirket olmayacağı, aynı zamanda değerler sistemini en sağlıklı şekilde inşa eden tarafın tarihî bir öneme sahip olacağı unutulmamalı.