Ekonomik… toplumsal, sosyal çıkış arıyoruz; bulamıyoruz, yok yok yok!.. Yanılmıyorum değil mi?
Ev adresi “vasat” durağı; görüntü beş yıldız; iş güç yok; tek ihtiyacı, para; konuşurken filozof, öykünmede hadsiz; sorunları dağ gibi, çare yanı başında; ruh hali, “zahmete katlanamam”; diyalog seviyesi, “n’aber...” beyin fonksiyonları, zihin sıkışması düzeyinde! Biz miyiz bu?
En yakın saha çalışmasını, 23 Nisan 2025 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda deprem tsunamisine tutulan İstanbul’da yaşadık. Burası ülkenin can damarı. Peş peşe sarsıldı. Ve ezberlenmiş tartışmalar hemen başladı; suçlamalar, sorunlar, konuşanlar aynı. Dizi olsa satmaz!
Güzel ülkem, kendimi bildim bileli aynı konuları tartışır durur. Deprem olmasa bu yazıya ilk cümlemin talihlileri; bilim, teknoloji, sanat olacaktı. Soruyla başlıyorum; neyin egemenliğini kutladık?
Ulusal egemenlik, siyasi ya da ekonomik kalıplara konabilir mi; düşünsel, kültürel ve üretimsel bağımsızlık bu formülün neresinde? Zihnimizi kime emanet bıraktık?
Deprem nedense çok beklediğimiz ama sürprizle karşıladığımız bir gelişme. Çok bildiğimiz ama hazırlık yapmadığımız bir an. Fay hatlarını konuşmaya doyamıyoruz. Ne olacağına dair veri setleri açıklanıyor, ne zaman beklendiğine dair tarih veriliyor, kimse yerinden kıpırdamıyor. Neden?..
Ekonomi de aynen böyle. Her sabah kalkıp faiz oranlarını, döviz kurlarını, enflasyon rakamlarını konuşan bir halkız. İçinde bulunduğumuz girdaptan çıkışın para politikasıyla mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Ama şapkadan tavşan çıkmıyor. Neden?
Tek bir kurtuluş var; kafamızı düzeltmek
Bu söyleşi zihin sıkışmasına karşı, bir gelecek projeksiyonu. Prof. Dr. Talat Çiftçi ile yapılan kapsamlı söyleşiyi Youtube ve Spotify’dan ulaşabilirsiniz. Çiftçi; ekonomiyi, ‘ekonomik’ kavramlarla açıklamaya çalışanlara bilimi, sanatı ve teknolojiyi bir arada düşünen bir yaklaşım sunuyor.
Prof. Dr. Talat Çiftçi, kimya mühendisliği, biyoteknoloji, iş idaresi ve nöroestetik alanlarında eğitim almış, hem akademik hem de sanayi alanında deneyim sahibi bir uzman. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde başlayan eğitim hayatı Rutgers ve Chapman gibi kurumlarla devam etti. Eczacıbaşı, Bozlu Holding gibi kurumlarda üst düzey görevler aldı. Bahçeşehir ve Altınbaş üniversitelerinde yöneticilik yaptı. Avrupa Birliği Biyoekonomi Komisyonu’nda Türkiye’yi temsil etti. Sanayi stratejisi, katma değer zinciri, kültür ekonomisi ve yapay zekâ konularında derin analizler yapıyor. Geliştirdiği ‘BİSTEM’ kavramı ile Türkiye’nin kalkınmasında bilim, sanat ve teknolojiyi eşit derecede önemsiyor, yazılarında sıkça dile getiriyor.
Nereden başlamalıyız?
Son sözü ilk cümle yapayım; “Tüm hikayeyi baştan yazmamız gerekiyor”, diyor. Cümlenin devamı şöyle: “Eğer bir dönüşüm olacaksa, bu eğitimle başlayacak. Temel bilimlerin yeniden inşası, sanat eğitiminin yaygınlaşması, teknolojiye sadece araçsal değil düşünsel bakılması şart.” Ve şöyle noktalıyor görüşünü, “Kültür politikası olmayan bir ülkenin ekonomi politikası sürdürülemez.”
Gecikmiş gelecek
Talat Çiftçi’ye göre Türkiye’nin hatalarından biri, küresel rüzgarların yönünü okuyamaması. Örneğin Çin’in yükselişinin sadece üretim değil, tüketim gücü açısından da tarihi bir dönüşüm olduğuna dikkat çekiyor: “2040'da Çin, Amerika’nın önüne geçmiş olacak. Üretim, tüketim, lojistik... her alanda. Türkiye, bu tsunamiye hazırlıksız yakalanabilir.” Kuşak-Yol projesiyle dünya ticareti yeniden biçimlenirken, Türkiye’nin düşük katma değerli üretime sıkışmış olduğunu ifade ediyor.
Bilim, sanat, teknoloji
Çiftçi'nin BİSTEM adını verdiği model, alışık olduğumuz gibi sektörel değil ilkesel bir yaklaşım. Sektör yerine verimlilik, kalite ve yaratıcılığı merkeze koyuyor. Buna göre: bilim, sistem kurar; sanat, estetik ve anlam yaratır; teknoloji, görünür çıktıyı sağlar. Üçü birlikte çalıştığında, bir ülkenin gerçek rekabet avantajı ortaya çıkar. Katma değeri yükseltmek istiyorsak, merdiveni doğru kurmalıyız. Basamaklar; 1-Bilim, 2-Sanat 3-Teknoloji.
Sanatın stratejik gücü
Sanat, yalnızca güzel olanı değil; anlamlı, hatırlanan ve arzulanan olanı yaratır. Sanat ekonomisi, birçok ülkenin büyüme stratejisinin merkezinde. Güney Kore, K-Pop’tan sinemaya kadar tüm yaratıcılık potansiyelini ihraç ediyor. Çiftçi’ye göre Türkiye, mücevher, parfüm, moda, oyun ve film gibi alanlarda yüksek potansiyele sahip ama görmezden geliyor. Sanat; tasarımı, hikaye anlatımını ve deneyimi kapsıyor. Bunlar, bir ülkenin küresel hikayesinin parçaları.
Orta gelir tuzağı mı, düşük değer sarmalı mı?
Çiftçi, orta gelir tuzağı yaklaşımına alerji geliştirmiş. Mesele gelir değil, değerin nerede üretildiği. Burada hareketle klasik ‘orta gelir tuzağı’ anlatısını eksik buluyor. Ona göre asıl sorun, Türkiye’nin düşük katma değerli üretime bağımlı kalması. Bu nedenle ‘Düşük Değer Sarmalı’ kavramını öneriyor. Patent yok, temel bilimde yatırım yok, estetik değer yok. Bu koşullarda üretim artsa da kalkınma gerçekleşmiyor.
Verimlilik, kalite, yaratıcılık
Aradığımız üçlü bunlar. Yüksek teknoloji tek başına yetmez. Onu besleyen bilim, anlam katan sanat, yenilik getiren yaratıcılık olmalı. Çiftçi, sektör seçmek yerine ilke seçmeyi öneriyor: “Türkiye’nin geleceği: Verimlilik: Estetik ve işlevin bütünleşmesiyle oluşur. Kalite: Ürünün hikâyesiyle, anlatısıyla ölçülür. Yaratıcılık: Teknolojiye ruh, markaya karakter, ülkeye imaj katar. Bu çerçevede sanat, rekabet gücünün estetik aklıdır.”
Bize ne gerek?
Son söz benden olsun; bize bir hikaye gerek. Ve maalesef hikaye anlatılmaz, yaşanır. Etrafımız “hikaye anlatan” hikayecilerle sarılmış. Hikaye yaşanmışlıktır, zor tarafı da budur. Anlatmak kolay kısmı; önce yazmak gerek. Zihninizi serbest bırakın. Okusun öğrensin ki, yazsın. Doğuştan yetenek yok bu işte.
Dilerim, hikayeniz olsun. Tek tek hikayelerimiz ülkemize büyük bir hikaye olsun.