■ Türkiye, 2023 yılında 206 milyar Euro’yu aşan ticaret hacmiyle AB’nin beşinci büyük ticaret ortağı konumundadır. AB ise Türkiye'nin en büyük ticari partneridir. Türkiye ile Avrup Birliği arasındaki bu rakamsal performans dahi, yaşanan vize sorununun bir an önce çözülmesinin mecburiyetini ortaya koyuyor. Vize engeli nedeniyle her kesimden Türk vatandaşının seyahat özgürlüğü kısıtlanırken, iş insanları da global rekabette geri kalıyor.
Ülkemizin temel sorunlarından biri de, kapalı kapılar ardında konuşulan ile açık ortamlarda konuşulanlar arasındaki makasın giderek açılmasıdır. Düşündüklerimizi anlatmanın bir yolu vardır: Kimimiz, söylenecek sözü en başından söyleyebiliriz. Kimimiz, sözlerimizi ince ipek tüller sararak anlatırız. Kimimiz, hiç eleştiri yapmadan, sadece övgü üzerine sözümüzü söyler, insanlık yararı gibi yaşama anlam veren ölçüyü aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Kimimiz, ’çarşı, her şeye karşı’ der, alternatif çözümler, haklı gerekçeler üretmeden, ‘yörük sırtından kurban kesme’ kolaycılığını tercih ederiz. Kimimiz, kendimizin söyleme yürekliliğini gösteremediğini söyleyenlere de alkış tutarız. Bütün bu söz söyleme, düşünceyi paylaşarak çoğaltmanın ortak bir amacı yok mudur?
Söz ve söylem, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırıyor ve zenginleştiriyorsa anlam kazanır; değer katar.
Celal Beysel bizim yıllardır tanıdığımız ve bildiğimiz insandır. Her dönemde düşüncelerini paylaşarak kendi bildiği doğruların çoğalmasına katkı yapanlardan biri olmuştur. EKONOMİ gazetesi Bursa Bölge Temsilcisi ve Bölge Temsilcileri Koordinatörü Ömer Faruk Çiftçi, iş insanımız Beysel’in bir mektubunu gönderdi. Mektubu paylaştıktan sonra, iş insanlarımızın deneyim ve birikimlerini gerekçeleriyle yazmalarının neden önemli ve değerli olduğunu da değerlendireceğiz.
“VİZE” SERBEST VE ADİL PİYASA ENGELİYSE
Büyük dönüşümün çok önemli bir kırılma yarattığı, insanlığın daha önce deneyimlediklerine hiç benzemeyen bir “geçiş süreciyle” yüzleşiyoruz. Bir yanıyla üretim, ulaşım ve iletişim teknolojileri dünyamızı “küçük bir köye” dönüştürürken, öte yanıyla süper güç haline gelmiş ülkeyi yönetenler “tarife salvoları” ve “gümrük vergisi oranlarını yükseltme” araçlarını kullanarak ülkelerini “koruyacaklarına” inanıyor; harekete geçiyorlar. Büyük dönüşümlerin yarattığı “karmaşanın” artırdığı belirsizlikler, yönetim becerisi eksikliğinin yarattığı “karışıklıkla” çakışınca belirsizlikler alabildiğine artıyor; karmaşayı kavrayışa dönüştürme güçleşiyor.
Normal koşullarda üretim örüntüsündeki oluşumları öngörme ve önlem alma mümkünken, şiddetlenen kriz dönemleri yapısal karmaşaya eklenen karışıklıklar insanların önünü görmesini engelliyor. Bir de bu gelişmeyi yerelde yüksek oranda ve değişken enfl asyon koşulları besliyorsa “iş dünyası insanlarının” işi daha da güçleşiyor.
EŞDEĞERLİLİK İLKESİ
Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada gelişmiş AB ülkeleri en büyük ticaret alanıdır. Bu ülkelerin uyguladıkları “Schengen Vizesi” Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelere insan akışını engellediği gibi, numune gönderme, akreditasyon işlemleri, karbon ayak izi belgelerinin takibi gibi engelleyici bağlamıyla ele alındığında ihracatımızın gelişmesi, üretimimizin entegre olabilmesi ciddi biçimde sekteye uğratıyor.
Potansiyel büyük pazarlardan biri olan, bazı sektörler için hayati önemi bulunan ABD’nin vize uygulaması da iş dünyasının yüzleştiği bir başka sorun. İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’dan oluşan Birleşik Krallık vizeleri de yakın coğrafyamızdaki bir başka sorunumuz. Avustralya, Japonya ve Kanada’nın uyguladığı vize de kurumsal işyerlerimizin de kurumsallaşmamış orta ve küçük ölçekli işyerleri için de “engelleyici idari önlem” niteliğinde.
ODAKLANMALIYIZ
Vize engellerinin aşılması için toplum olarak bu konuya odaklanmalıyız. “Büyük güç içerde yaratılır” ilkesinden yola çıkarak önce “kendi eksiklerimizle yüzleşmeliyiz”. Muhataplarımıza “bahane ürettirecek alan” bırakmamalıyız. Yarı- legal, yarı-formel alanları hızla tasfiye eden, kural ve kurum-odaklı iç güçlenmeyi yürütürken, dünya genelindeki yeni oluşumları da dikkate alarak hep birlikte “vize sorununu aşma inisiyatifi” oluşturarak ilerlemeliyiz. Ayrıca, gelişmenin diğer bağlamının “sosyal beceri” olduğunu unutmamalıyız. Küresel bağlantı, iletişim-etkileşim, rekabet ve işbirlikleri için de vize eşiğini aşmamız gerekiyor. Özetle, yüksek düzeyde öz düzenleme, güçlü öğrenme ve anlama güdüsü, yoğun iletişim-etkileşim, ortak çalışma dinamiklerini harekete geçirme, rol bilinci ve ilişkileri sürdürebilir kılma, sistem algısı ve ekosistemleri geliştirme, proje-odaklı iş yapma sosyal becerilerin temel bileşenleri. Bu bileşenleri dikkate alarak muhataplarımızı ikna edecek önlemleri hep birlikte alabilmeliyiz. Vize uygulamalarının “haksız rekabet yarattığı" konusunda muhataplarımızı ikna edecek gerekçeler üretebilmeliyiz.

Vize engeli aşılmalıdır
Sayın ilgili,
16 Aralık 2013 tarihinde Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında Türk vatandaşlarına Schengen bölgesine vizesiz seyahat imkânı tanımayı amaçlayan diyaloğun “Geri Kabul Anlaşması” ile eş zamanlı olarak başlatıldığı, bu bağlamda Türk hükümetinin belirlenen 72 kriteri yerine getirmesi hususunda anlaşmaya varıldığı malumunuzdur. 2016 yılında AB Komisyonu tarafından yayımlanan raporda Türkiye’nin bu kriterlerin 65’ini karşıladığının belirtilmesine rağmen daha sonra ilerleme sağlanamamış, dolayısıyla vizesiz dolaşım hakkı rafa kaldırılmış, “Geri Kabul Anlaşması” ise yürürlüğe girmiştir.
Bugün AB’ye herhangi bir nedenle gitmesi gereken Türk vatandaşının çeşitli vize engelleriyle karşılaştığı, vize taleplerine zaman zaman yapılması planlanan seyahat tarihlerini dahi aşan süreler içinde yanıt verildiği herkesin bildiği gerçeklerdir. Geciken yanıtların ya da retlerin çoğu kez vize talebini yapan kişinin seyahat nedeninden, eğitiminden, sosyal konumundan, firmasının boyutundan bağımsız olduğu da görülmektedir. Özetle vize engeli nedeniyle - yeşil pasaport sahibi olabilen avukatlar, devlet memurları ve milletvekilleri gibi ayrıcalığı olanlar haricinde- seyahat özgürlüğü kısıtlanan her kesimden tüm Türk vatandaşları sıkıntıdalardır. İş insanları ve sanayiciler ise Avrupa’da rekabet şanslarını yitirmektedirler.
Duruma sadece psiko-sosyal açıdan bakıldığında pek çok Türk vatandaşı vize engeliyle Avrupa tarafından marjinalleştirildiklerini hissettiklerinden onların uzun vadede Türkiye’nin alternatif paktlar aramasına sıcak bakmaları doğaldır. Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyete ulaşmayı hedefl emiş, demokrasiye inanan Türklerin oluşturduğu cephe bugün ülkenin demokrasiden, batıdan ve NATO üyeliğinden uzaklaşmasını engelliyorsa da küçük düşürüldüğüne inananların sohbetlerinde yeni arayışlar içinde oldukları görülmelidir. Özellikle uzak doğunun baş döndürücü hızla geliştiği, demokrasinin bütün dünyada örselendiği günümüz dünyasında AB’nin hızla değişen küresel jeo-politikalarla çelişen verimsiz politikaları karşısında Türkiye’nin dönebileceği yönün AB menfaatlerine uymayabileceği konusunda ulusal ve uluslararası bilge analistler hemfikirdir.
Türkiye, 2023 yılında 206 milyar Euro’yu aşan ticaret hacmiyle AB’nin beşinci büyük ticaret ortağı konumundadır. Net bir istatistiğe ulaşmak mümkün olmadıysa da 10 milyon doların altında ihracat ile dış satışımızın %26’sını yapan, büyük çoğunluğu KOBİ olması gereken girişimcilerin sayısı TİM verilerine göre 100 bini bulmaktadır. Son yıllarda AB fonları kullanılarak yapılan projeler incelenirse Türk KOBİ’lerinin inovasyon ve Ar-Ge içeren katkıları da görülecektir. Yani Türk KOBİ’leri ticaret, sanayi ve inovasyon sahalarında becerilerini ispat etmiş güçlü partner durumundadır.
Bu aşamada, eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin Eylül 2024’te sunduğu “Avrupa’nın Rekabet Gücünün Geleceği” başlıklı rapora dikkatinizi çekmek isterim. Raporda Çin’in hızla artan rekabetçiliği ve ABD’nin teknolojik üstünlüğü karşısında AB’nin küresel rekabet gücünü koruyabilmesi için Ar-Ge yatırımlarının artırılmasının, inovasyonun teşvik edilip kapasitesinin yükseltilmesinin, daha hızlı ticarileştirilmesinin, girişimciliğin desteklenmesinin, düzenleyici engellerin ve bürokrasinin azaltılmasının gereğinden bahsedilmekte, bu ve benzer eksikliklerin sonucu olarak pek çok AB’li firmanın büyüme fırsatlarını AB dışında, hatta ABD’de aramayı tercih ettiğine değinilmektedir.
AB ülkeleri için Komisyona hazırlanan bu rapora rağmen Türk girişimcisi ile yapılabilecek işbirliklerini engelleyen vize sorununu anlamak güç olmaktadır.
Bugünkü gerçek, büyük- küçük Türk firmalarının personelinin fuarlar, AB fonlu projeleri, karşılıklı ticaret ve sanayi işbirlikleri konusunda bazen senede birkaç kez çeşitli sıkıntılara katlanarak vize aldıklarıdır. Gerçeğin diğer yüzü, bu sorununun Draghi raporunda belirtilen AB zaafl arını daha da büyüttüğü, “B2B” çalışmalarını yavaşlattığı, engellediği, Ar-Ge, inovasyon, rekabetçilik, beyin göçü sorunlarını derinleştirdiğidir. Büyük firmalar ve işadamları vize sorunlarını bir şekilde çözebilmekteler. Küçüklerin de çift pasaportu olan Türk aradıkları da çokça başvurdukları bir usul olmuştur. Böylece Anadolu’da doğanların rekabet şansının düştüğü unutulmamalıdır.
Seçilmiş firmaların vize sorunlarının ele alınması, tüm kesimleri ilgilendiren bu sorununa çözüm olamayacaktır. Günümüz politik durumu göz önüne alındığında vizenin tamamen kaldırılması talebinin de gerçekçi olmayacağının bilincindeyiz. Bizce ilk adım, vize ofislerinde ve seyahat acentelerinde biriken vize taleplerinin hiç olmazsa önemli bir kısmının süratle, hakkaniyete uygun olarak ve hükümetlerin politikalarına ters düşmeden hafifl etilmesi olmalıdır. Bir taraftan seyahat acentelerinde ve vize ofislerinde biriken pasaport dağlarının azalmasını sağlarken diğer taraftan da firmaların sıkıntılarını minimuma indirebilecek rasyonel sistemi ABD ve İngiltere vize ofisleri uygulamaktadır: Daha önce vize almış ve seyahatleri sırasında sorunsuz giriş çıkış yapmış kişilere yönelik bürokrasinin azaltılarak hiç olmazsa zamanı geçmiş olan son vizelerine uyumlu vizenin otomatik olarak verilmesi. Bu yaklaşımın Schengen ülkeleri açısından da herhangi sorun teşkil etmeyeceği açıktır. Kaldı ki bu uygulama AB’nin “Verordnung (EG) Nr. 810/2009 des Europäischen Parlaments und des Rates vom 13. Juli 2009 über einen Visakodex der Gemeinschaft (Visakodex)”e de uyumlu olacak, Türk girişimcisinde, Türk vatandaşında oluşan “AB ülkeleri Türklere karşı kanunlarının avantajlı maddelerini kullandırmıyor, çifte standart uyguluyor” ön yargısının da ortadan kaldırılmasına hizmet edecektir.
Sonuç olarak bu pragmatik yaklaşımla Türk vatandaşlarının vize süreçlerinin uzaması sorunu bir miktar hafifletilebilecek, bu durum yukarıda belirtilen çeşitli açılardan her iki tarafa da fayda sağlayacaktır.
Tabii ki hedef çok daha yüksektir ve son aşamada Draghi’nin raporunda net olarak dile getirdiği Ar-Ge, İnovasyon, rekabetçilik, serbest piyasa ekonomisi sorunlarının aşılması yanında demokrasi, insan hakları, serbest seyahat hakkı, Batı kültürü ve değerlerinin, evrensel hukukun ülkemizde de yerleşebilmesine ket vurduğu aşikâr olan vizenin kaldırılmasıdır. Çeşitli politik sorunların aşılmasının karşılıklı anlaşmalara bağlı olduğunun bilincinde olarak sunduğumuz bu pragmatik çözüm dahi mevcut sıkıntı seviyesini azaltabilecektir.
Bu konuda hükümetimiz de daha etkin olmalı ve Türk vatandaşının elindeki pasaporta gereken prestij kazandırılmalıdır.
Saygılarımla Celal Beysel
Celal Beysel kimdir?
Celal Beysel 1952 Bursa doğumludur. İlk ve orta öğrenimini yurdumuzda, üniversiteyi de İsviçre’de tamamladı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra memleketi Bursa'ya dönerek kendi girişimlerini faaliyete geçirdi. Otomotiv ve plastik sektörüne odaklandı. Kurduğu firma 48 yaşına erişti.
Celal Beysel, iş yaşamındaki etkin faaliyetlerinin yanı sıra sivil toplum inisiyatiflerinde de aktif görevler aldı.
Kuruluşunda bulunduğu TÜRKONFED’in başkanlığını yürüttü, yönetim kurullarında sorumluluklar aldı. Şirketlerindeki yönetim ağırlığını iki çocuğuna bırakan Celal Beysel, zamanını Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarıyla değerlendiriyor.
Aktörler rollerini oynamalıdır
Toplumların gelişmesi, ilerlemesi, yurttaşlarının refahlarını yükseltmesi kolektif bir oyundur. Gerisi siyasi irade, bürokrasi, ana akım medya, özel kesim iş dünyası sivil inisiyatifl eri, işgücü örgütleri ve yargı sistemlerinin farklı düşünceleri akılcı sorgulaması ve demokratik ikna yöntemi ile bir ortak hedefe odaklanmasına bağlıdır. Çok büyük değişim ve dönüşümlerin yaşandığı günümüz koşullarında, toplumu yönlendiren aktörlerin düşündüklerini gerekçelendirerek değişik medya araçlarında paylaşarak çoğaltmasının neden savsaklanmaması gereken görev olduğunu gerekçelendirebiliriz:
- Birincisi, kapalı kapılar ardında konuşulanların, açık ortamlara taşınması, muhataplarının da kendini savunmasına olanak verdiği için “ahlâki öz” taşır. Ayrıca söz belgelendiği için söyleyenin de “kişiliğinin doğru değerlendirilmesini” sağlar.
- İkincisi, sorgulamaya açılan sözün ikna ettiği kitleler büyür; toplumsal güce dönüşür ve yaptırım gücü yaratarak, ortak sorunların çözümüne güç katar.
- Üçüncüsü, açık ortamlarda söylenen ve sorgulanan söz çok sesli, çok kültürlü, katılımcı ve kapsayıcı anlayışla beslenirse, sözü söyleyenin eksiklerini görmesine, yanlışlarını düzeltmesine, daha berrak bir zihinle ilerlemesine katkı sağlar.
- Dördüncüsü, düşünülenlerin gerekçeli olarak paylaşılmasının kitleselleşmesi, “algı sapması” yaratarak kendi çıkarlarını öne çıkarmak isteyenleri frenler; kutsal anlatımlar altında saklanan “art niyetleri” açığa çıkarır.
- Beşincisi, toplumun “ihtiyaçlarıyla ilgili algı netleşir”, ihtiyaçlar ile “olanak ve kısıtlar” dengesi daha sağlam kurularak “kaynak kullanma verimi” artırılır.