Uzmanlar, Meclis’e sunulan İklim Kanunu Teklifi’nin Türkiye’nin karbon emisyonlarının ne zamana kadar ve ne şekilde azaltılacağına dair yeterli bir çerçeve sunmadığı ve bu haliyle bir iklim kanunu olmaktan uzak olduğu eleştirisinde bulunuyor.
Ekim 2021’de hem Paris Anlaşması’nı onaylayan hem de 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi koyan Türkiye’nin iklim kanunu, 2021 yılından bu yana hazırlık aşamasındaydı. 20 Şubat 2025’te ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunuldu. Uzmanlar, Meclis’e sunulan İklim Kanunu Teklifi’nin Türkiye’nin karbon emisyonlarının ne zamana kadar ve ne şekilde azaltılacağına dair yeterli bir çerçeve sunmadığı ve bu haliyle bir iklim kanunu olmaktan uzak olduğu eleştirisinde bulunuyor. Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Kurucu Direktörü Doç. Dr. Serkan Köybaşı, İklim Kanunu Teklifi’nin, ‘‘adı ‘iklim kanunu’ olsa da, aslında iklim değişikliğini durdurmaya yaraması mümkün olmayan, yalnızca bir piyasa yaratılmasına yarayacak bir kanun düzenlemesi” olduğunu söylüyor.
Net sıfır hedefi tarihi olan 2053’ün dahi yalnızca gerekçe kısmında verildiğine dikkat çeken Köybaşı, bu kısmın hukuki bağlayıcılığının ikincil olduğuna dikkat çekiyor. Köybaşı’na göre Kanun’da 2030, 2040, 2050 ve 2053 için emisyon azaltım hedeflerinin açıkça yazılması gerekirdi.
Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Ezgi Ediboğlu ise “Genel olarak taslağın verdiği his, daha çok iklim değişikliğinden gelebilecek ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor” diyor. İklim krizini bir ‘‘fırsat’’ olarak tanımlayan Teklif'te vizyon sorunu olduğunu vurgulayan Ediboğlu, çevresel koruma karşısında kalkınmanın önceliklendirmesini de eleştiriyor. İklim değişikliği ile mücadelede, çevresel korumanın garanti altına alınması gerektiğini vurgulayan Ediboğlu’na göre Teklif’te “tam tersi yapılmış ve her noktada kalkınma şerhi getirilmiş veya kalkınma ile çevresel koruma karşı karşıya getirilmiş.”
Yeni bir piyasa yaratılması hedefleniyor
Doç. Dr. Serkan Köybaşı’nın değerlendirmeleri şöyle: “Öncelikle ben bu teklifi bir iklim değişikliği kanunu teklifi ya da iklim kanunu teklifi olarak okumazdım veya öyle kabul etmiyorum. Bu bir emisyon ticareti düzenlemesi kanunu. Kanunun içeriğine baktığımız zaman, iki bölüme ayrıldığını görüyoruz. İlkinde iklim değişikliğinin ne kadar önemli olduğuna dair güzel cümleler ve ‘iklim adaleti’ veya ‘adil geçiş’ gibi süslü kavramlar yer alıyor. Ancak bunlarla ilgili hiçbir somut düzenleme yok. İklim değişikliğinin önlenmesi için emisyon azaltımından bahsediliyor ancak net sıfır için bir tarih bile verilmemiş. Net sıfır hedefi tarihi olarak 2053, yalnızca gerekçe kısmında geçiyor; kanun metninde ise bu tarih geçmiyor. Şu andaki net sıfır emisyon hedefi tarihi (2053), Cumhurbaşkanlığı kararı ile belirlenmiş durumda. Bunun bir bağlayıcılığı yok. Bir sonraki cumhurbaşkanı, ‘ben bu kararı değiştiriyorum, net sıfır hedefini 2070 senesine erteliyorum,’ dediği zaman, yapacak bir şey yok. Bu nedenle bu kanunda net sıfır tarihinin bile belirlenmemiş olması, kabul edilebilir bir şey değil. Fakat, kanunun ikinci kısmına, yani emisyon ticareti sistemine geldiğimizde, orası tam bir kanun gibi. Bu bölüm oldukça ayrıntılı. Hangi kurumun ne görevi olacağı, piyasanın nasıl düzenleneceği, bu piyasadaki kurallara uymayanların ne ceza alacağı gibi her şey çok ayrıntılı düzenlenmiş. Öyle anlaşılıyor ki iklim krizinden ve Türkiye’de yaşanacak sorunlardan tek anlaşılan şey: Biz bundan nasıl bir piyasa yaratırız? Nasıl para kazanırız? Büyümeye nasıl katkı sağlarız? Bu kanunun yapılmasındaki amaç, iklim değişikliğinin azaltılması veya durdurulması değil. Amaçlanan, yeni bir piyasa yaratılması ve ‘yeşil büyüme’ye hizmet etmesi. O nedenle bu kanun, kesinlikle bir iklim değişikliği kanunu değil. Bu, bir emisyon ticaret sistemi kanunu.’’
Kalkınma, çevresel koruma karşısında önceliklendirilmiş
Dr. Ezgi Ediboğlu ise şu yorumları yapıyor: “İklim değişikliğinin de etkisiyle değişen ve dönüşen dünyada, bu dönüşümün aynı zamanda fırsatlar sunduğu ve bazı sektörlerde olumlu etkiler yaratabileceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir.’ İklim değişikliği ile mücadele, üretim şeklinin daha az karbon yoğun hale gelmesini gerektirdiği için pek çok sektör değişiyor. Bu değişime ayak uydurulabilmesi için de gelişmekte olan devletlere finansal destek sağlanıyor. İklim değişikliği ile mücadeleye içkin bir durumu ‘fırsat’ veya ‘olumlu etki’ diye yorumlamak ve bunu kanuna yazmak, bana göre ciddi bir vizyon sorununa işaret ediyor. Taslakta ‘fırsat’ kelimesi dört kez, ‘olumlu etki’ ifadesi ise iki kez geçiyor. Dönüşüm çok zahmetli, uzun vadeli ve çok masraflı bir süreç. Değişimin pek çok sektöre getireceği sancılar ve devlete olan maliyeti o denli büyük ki, devletler hâlâ bu mücadeleyi etkin yürütmekten imtina ediyorlar. Emisyon ticaretinden veya yurtdışından gelecek finansman desteği, iklim değişikliğiyle mücadelede - tabiri caizse - devede kulak miktarlardadır. Tabii ki emisyon ticareti gibi ‘fırsat’ olarak görülen konular da regüle edilecek. Fakat bu regülasyonların gerekçesi, ‘fırsat’ veya ‘olumlu etki’ ifadelerine gerek olmadan, mücadelenin bir parçası olarak zaten kendine yer bulacaktır. İklim Kanunu’na bu ifadelerin girmesi, en kibar haliyle talihsiz bir durum. Zaten taslakta çoğu alan, jenerik denecek seviyede yazılmışken, emisyon ticaretinin detaylılığı göze batıyor. Genel olarak taslağın verdiği his, daha çok iklim değişikliğinden gelebilecek ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor. Ülkemizdeki geçmiş deneyimler gösteriyor ki, kalkınma ile çevre koruma karşı karşıya geldiğinde, kazanan çoğunlukla kalkınma oluyor. Bu bağlamda, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında, kalkınma hedefine karşı çevresel korumayı garanti altına alacak yöntemler gerekliydi. Fakat tam tersi yapılmış ve her noktada kalkınma şerhi getirilmiş veya kalkınma ile çevresel koruma karşı karşıya getirilmiş.