1960 yılında Türkiye’nin kişi başına milli geliri yaklaşık 500 Amerikan dolarıydı. 2023 yılında ise kişi başına milli gelirimiz 13,000 dolar oldu. Aynı dönemde Güney Kore’nin kişi başına milli geliri ise 1000 dolardan 34,000 dolara çıktı.
Böylece altmış üç yılda Kore, dünya ülkeleri arasında yüksek gelirli ülkeler grubuna çıkarken Türkiye orta gelir grubunda kaldı. Geçenlerde “bu gidişle 21. asır Türkiye Yüzyılı olacak iddiası, 2023 hedeflerine benzeyecek” demiştim. “2023 hedefleri de ne oluyor?” diyenler oldu.
Efendim, 2010’ların başında seçime referanduma filan giderken açıklanan 2023 hedeflerine göre Türkiye uçacaktı, kaçacaktı, 2023 yılına ulaştığımızda yüksek gelirli ülkeler grubuna giriverecekti. Sonra ne oldu? Olmadı. Türkiye dünya ülkeleri arasında yüksek gelirli ülkeler grubuna girecek kadar zenginleşemedi.
Türkiye hedeflediği zenginlik seviyesine ulaşamadı ama bakın özellikle 2008’den sonra hukukun üstünlüğü-kural hakimiyeti endekslerinde, bir nevi şarampole yuvarlanarak Suudi Arabistan’ın altına indi. Hatırlarsınız anlatmıştım, Türkiye’nin uçurumdan aşağı hukuk halini geçenlerde. Son dönem ikinci Abdülhamid istibdatı seviyesinin altındaydı. Öyleydi, müsaadenizle bugün birkaç ülke ile karşılaştırayım Türkiye’nin hukuk halini aynı endeksten.
Ama aynı dönemde bize nal toplatanlar oldu
Türkiye, 2010’ların başında bize söylendiği gibi yüksek gelirli ülkeler ligine yükselemedi. Ama bakın o tarihlerde orta gelirli ülkeler grubunda olup bunu başaran ülkeler oldu doğrusu. Grafik 1 işte tam da bunu, Türkiye’ye nal toplatan ülkeleri gösteriyor. Not edeyim.
Ne oluyor? Polonya, Litvanya, Letonya, Slovakya gibi ülkeler orta gelirli ülkeler grubundan yüksek gelirli ülkeler ligine yükseliyor. Türkiye’de becerebilecekmiş gibi atağa kalkıyor ama sonunda beceremiyor. Dikkatimizi ne çekmeli?
Bütün bu ülkeler Avrupa Birliği üyelik sürecinde yapısal reformlarla ülkelerinin iş yapma biçimini değiştiren ülkeler. Sonunda onlar üye oluyor ve 21. yüzyılda yüksek gelirli ülkeler grubuna geçiyorlar. Türkiye 2014 sonrasına tornistan orta gelirli ülkeler grubuna iyice yerleşiyor, bir nevi.
Türkiye orta gelirli ülkeler grubunun çekim gücünden kopacak reform hızına bir türlü erişemediği için tornistan ediyor. 2014’lerde iktidar bloku çatladıktan sonra siyaset iyice gündemin temel konusu haline geliyor. Türkiye, AB sürecini başarıyla yönetemediği için geri düşüyor. Rakamlar ortada. Yerim dardı, yenim dardı diye ortalıkta dolaşmayın.
Türkiye’nin kahir ekseriyeti değil dünya ortalamasını Türkiye ortalamasını bile yakalayamıyor
Türkiye’nin kişi başına milli geliri 1960 yılında 500 dolardan 2023 yılında 13,000 dolara çıkıyor. Ama aynı zamanda Kore’nin kişi başına milli geliri 1000 dolardan 34,000 dolara yükseliyor. 2023 yılında küresel ortalama kişi başına milli gelir 22,500 dolar civarında. Nedir? Türkiye’nin kişi başına milli geliri küresel ortalamanın altında kalıyor.
Ama ülke sathında vaziyete bakarsanız Ankara, İzmir, İstanbul ve Tekirdağ gibi birkaç ilimizde kişi başına milli gelir küresel ortalamanın üzerinde yer alıyor. Yaklaşık sekiz ilimizde ise kişi başına milli gelir Türkiye ortalaması ile dünya ortalaması arasında yer alıyor.
Bunlar da Antalya, Muğla, Bursa, Çanakkale, Kırklareli, Bilecik, Eskişehir ve Bolu. Nedir? Türkiye ortalamasının üzerinde dünya ortalamasının altında kalan iller kişi başına milli gelir açısından.
Toplam on iki ili dışarıda bırakırsanız kalan iller hep Türkiye ortalamasının altında kalıyorlar kişi başına milli gelir açısından. Doğuya doğru gittikçe Türkiye ortalamasının giderek daha çok altında kalıyor vilayetler. Batıya doğru geldikçe vaziyet iyileşiyor.
Bu bize ne söylüyor? Doğu’da Batı’da daha önce yaptıklarımızı yaparak o vilayetleri zenginleştirebilmek mümkün değil. Bugüne kadar kalkınma planlarında/ajanslarında filan “buraya bir tekstil fabrikası, öteye bir hayvancılık projesi” yaklaşımını artık bir yana bırakma zamanı. Artık yeni bir şeyler söylememiz lazım.
Doğrusu ben artık Kars’tan Van’a Doğu için turizme dayalı bölgesel kalkınma stratejisi üzerine odaklanmak gerektiğini düşünüyorum ve oralarda anlatıyorum. Artık harekete geçme zamanı geldi. İç cepheyi kuvvetlendirmenin yolu, bir türlü zenginleşemeyen yerleri sonunda artık zenginleştirmeye başlamaktan geçiyor.
Unutmayın Türkiye’nin kahir ekseriyeti, değil dünya ortalamasını, Türkiye ortalamasını bile yakalayamıyor kişi başına milli gelir açısından. Durum özellikle doğu vilayetlerinde içler acısı.
Türkiye’de hukuk daha da dip yapar mı?
Peki, nasıl yapacağız bu yeşil ve dijital dönüşüm çağında? Yeşil dönüşüm sermaye yoğun bir dönüşüm süreci. Demek ki daha çok yatırım yapacağız. Daha çok yabancı yatırım çekeceğiz. Ama bunun için kural hakimiyeti endekslerinde memleketin uçurumdan aşağı hukuk halini bir an önce düzeltmemiz lazım. Böyle olmaz.
Memleketin uçurumdan aşağı hukuk halini daha önce anlatmıştım. Önce onu bir kere daha koyayım. Kafanıza nakşedin. Neden? Her tür siyasi pazarlık hukuk sistemi üzerinden yürüyünce işte böyle oluyor.
Cumhuriyetle birlikte hukukun üstünlüğü/kural hakimiyeti endekslerinde durumumuz toparlanmaya başlıyor. Nedir kural hakimiyeti? Düzen demektir. Her an her şeyin olabileceği bir ülke olmamak demektir. Birincisi, ülkede her konu kurallara bağlı demektir. İkincisi, kurallar herkese eşit bir biçimde uygulanıyor demektir. Üçüncüsü ise kuralların nasıl değişeceği de kurallara bağlıdır. Futbol diye maça başlayıp rugby’ye geçilmeyecek demektir.
Türkiye, 1965 Demirel iktidarları ile endekslerde toparlanırken sonra 1970’lerde 1980’lerde askeri darbelerle çukura düşüyor. Ama hiçbir çukur doğrusu bizi 2008’den sonraki gibi Abdülhamid dönemine geri götürmemişti. Şimdi geldik. Endeks öyle diyor. Bakın bu kötü her şeye rağmen beklediğimiz ekonomik toparlanma süreci açısından. Buradan enflasyon düşüşü çıkmaz, şimdiden söylemiş olayım.
Peki, bu grafiğe diğer ülkeleri mesela Almanya, Suudi Arabistan ve Çin’i eklerseniz yine aynı endeksten ne çıkıyor? Öncelikle Almanya’nın kural hakimiyeti seviyesinin Türkiye’den farkı belirgin bir biçimde ortaya çıkıyor. Almanya aynı hukukun üstünlüğü endeksinde ne zaman Türkiye’nin altında? Nazi’lerin iktidar döneminde Hitler başbakanken.
Ama bakın Güney Kore 1990’lara doğru Türkiye’yi geçerek Almanya’ya yakınsamaya başlıyor. Türkiye? Türkiye’nin 2008 sonrası hızlı gerilemesi bizi Çin ve Suudi Arabistan seviyesine indiriyor hukukun üstünlüğü ve kural hakimiyeti açısından.
Şimdi Suudi Arabistan zaten krallık. Biz değiliz. Ama 2016’dan beri biz onlardan kötüyüz. Üstelik Suudi Arabistan iyileşerek arayı açıyor. Ayrıca onların biriktirip Amerikan bonolara yatırdığı fazlaları, bizim ise açığımız var.
Çin söz konusu olunca, unutulmaması gerekeni bir daha not edeyim. Türkiye, bir yandan hukukun üstünlüğü endekslerinde irtifa kaybediyor, bir yandan da cari işlemler açığı veriyor. Nedir? Yabancıların tasarruflarına ihtiyaç duyuyor. Bir tür “kendi himmete muhtaç bir dede” işte.
Halbuki Çin, bir yandan hukukun üstünlüğü endeksindeki performansını devam ettirirken, uçurumdan aşağı yuvarlamazken öten yandan da cari işlem fazlası veriyor. Ne yapıyor o fazla ile? Aynı Suudlar gibi Amerikan hazine bonosu alıyor. Nerede saklanıyor o bono portföyü? Amerikan Saklama kurumlarında elbette. Amerika’da. Amerikan mahkemeleri Çin’deki faaliyeti nedeniyle zarar gören bir şirket kendilerine başvurduğunda ne yapıyorlar? Çin hükümetini tazminata mahkum edip tahsilatı saklamadaki menkul kıymetler üzerinden gerçekleştiriyorlar.
Ne oluyor? Çin’in ithal bir kural hakimiyeti mekanizması var bu ülkedeki yatırımları güvence altına alan. Neden? Cari fazladan. Türkiye’nin ise kronik bir cari işlemler açığı var. Ortada benzer bir güvence mekanizması yok. Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endekslerinde Çin’den çok daha iyi bir performans sergilemesi gerekiyor. Yatırımların güvende olduğuna yatırımcıları ikna etmek için.
Ama neredeyiz şimdi hukuk sisteminin işleyişi açısından? Çin’in ve Suudi Arabistan’ın altında. Ne diyeyim? Kolay gelsin, bile bile bozduğumuz ekonomik istikrarı yeniden inşa etmeye çalışanlara.
TÜSİAD yöneticileri ile ilgili son ifadeye alma görüntüleri gümüş bir tüy dikti ortadaki manzaraya doğrusu. Kötü oldu demek az kalır.