Siyasette liderlerin seçimi kazandıkları ilk günden itibaren kronometrenin başladığı özellikle ilk 100 gün sonuna kadar izlediği ekonomik ve siyasi politikalar birçok ülkede merakla takip edilen önemli siyasi geleneklerden birisi olarak bilinmektedir. Liderlerin veya başkanların görevi devraldıkları ilk 100 gün için, esasında ikinci veya üçüncü 300 gündeki zaman diliminden daha önemli kabul edilmesi gibi genel bir kural söz konusu dahi olamaz.
150 yıldan uzun bir süre Amerikan tarihinde kimse başkanların ilk 100 günüyle ilgilenmezdi. Bu durum ilk kez 1932’de Büyük Buhran sırasında başkanlık görevini devralan Franklin D. Roosevelt döneminde değişmiştir. Roosevelt, ilgili yasalar ve düzenleyici eylemleriyle ekonomi ve sosyal politikalarda önemli ve hızlı değişiklikler yapmıştır. Göreve gelmesinin ardından Kongre’yi üç aylık özel bir oturuma çağırmış ve ilk 100 günün sonunda çoğunluğu Büyük Ekonomik Buhran’ı geride bırakmak amacıyla hazırlanan 76 yeni yasayı geçirmiştir.
Roosevelt, göreve geldikten kısa bir süre sonra, radyo üzerinden Amerikan halkıyla doğrudan konuştuğu ve ülkenin sorunlarını nasıl çözmeye çalıştığını basit bir şekilde açıkladığı birçok sohbet programı yapmıştır. Bu sohbetlerden birinde, Başkan ilk 100 gününün ne kadar yoğun ve önemli olduğunu kaydetmiştir. O gün, Amerikan siyasetinde bir gelenek haline gelen ilk 100 gün değerlendirmesini de böylece başlatmıştır.
Ancak ilk 100 gün bu manada sembolik bir önem atfedilen genel kriter olarak kabul edilmekle birlikte özellikle o ülkenin seçmenleri, siyasetçileri, bürokratları ve iş insanları gibi bir çok farklı kesimlerin gelecekte işlerin nasıl ilerleyeceğine yönelik olarak da önemli sinyaller üretmekte olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Özellikle Trump gibi aşırı popülist ve ne yapacağı da tam olarak kestirilemeyen bir liderin 2. başkanlık döneminde ABD’yi yönetme şekli ile seçim kampanyasında vermiş olduğu vaatlerin pratikte uygulanma süreleri konusunda önemli fikirler verecek olan önemli zaman dilimi içerisine girmiş bulunuyoruz.
Stiglitz: ABD’nin aydınlanma değerlerini reddetmesi korkunç sonuçlar doğurur
Geçtiğimiz günlerde Nobel Ekonomi Ödülü sahibi olan Prof. Dr. Joseph Eugene Stiglitz’in Project Syndicate içerisinde yayınlanan “İlerlemenin Sonu mu?” başlıklı makalesinden bu anlamda kısa bir alıntı yapmak isterim. Stiglitz makalesinde, ABD’nin, temel bilim ve teknolojide ilerleme konusunda uzun süredir dünya liderliğinde yer alıyor olmasına rağmen, Başkan Donald Trump ve ülkenin yükselen oligarşik yönetimi altında bunun gelecekte nasıl devam edebileceğini görmenin çok zor olduğunu ifade etmektedir. Özellikle Amerika’nın demokrasi ve aydınlanma değerlerini reddetmesinin önümüzdeki süreçte korkunç sonuçlar doğuracağını hatırlattığını görmekteyiz.
Francis Fukuyama’ya göre, bütün toplumların eninde sonunda liberal demokrasi ve piyasa ekonomilerine doğru birleşeceğini öngörerek bu anı “tarihin sonu” olarak nitelendirdiğini hatırlamaktayız. Bugün, bu tahminin ne kadar yanlış olduğunu gözlemlemek neredeyse genel bir klişe olmuştur. Donald Trump ve MAGA (Make America Great Again) hareketinin tekrar geri dönüşüyle belki de bu dönemi de “ilerlemenin sonu” şeklinde ifade etmek gerekmektedir.
16 kişilik geniş bir A takımı oluşturulmuş durumda
Trump 2.0 döneminde sınır ve göç politikaları konusunda öncelikle Kristi Noem, Thomas Homan, Stephen Miller gibi isimlerin oldukça sert politikalar izleyeceği düşünülüyor. Diğer taraftan Scott Bessent, Elon Musk ve Vivek Ramaswamy’nin de ABD’nin mevcut borç ve kamu açıklarının azaltılması yönünde çalışmalara kritik imzalar atacaklarını bekleyebiliriz. Uluslararası kurumların menfaatlerinden ziyade öncelik Amerika sloganının temsilcileri olan Elise Stefanik, Lee Zeldin, Jamieson Greer, Peter Navarro ve Tulsi Gabbard gibi isimler olacaktır. Çin ile karşılıklı ticaret savaşının 2. perdesini açacak olan ekip Marco Rubio, Mike Watz, Jamieson Greer, Kevin Hassett, John Ratcliffe, Peter Navarro şeklinde gözükmektedir. ABD’de ekonomik büyümenin uzun vadede istikrarlı bir şekilde sürdürelebilmesi için Hazine Sekreteri Scott Bessent başkanlığında Elon Musk, David Sacks gibi kamuoyunda önemli isimlerden oluşan 16 kişilik geniş bir A takımı oluşturulmuş durumdadır.
Hazine sekreteri Bessent tarafından “3/3/3” şeklinde özetlenen bir ekonomik ajandanın oluşturulduğunu görmekteyiz. Yıllık %3 büyüme, %3 bütçe açığı (bu arada 2025/2026’da çok zor olacaktır) ve 3 milyon varil/gün petrol üretimi şeklinde oldukça iddialı bir hedef belirlenmiş durumdadır. Bütçe açığını kısa vadede aşağıya çekme hedefinin tutmasını beklemek bir yana önümüzdeki 1 yılın sonunda ABD’nin 12 trilyon dolar ilave hazine tahvili ihracını gerçekleştirmesi beklenmektedir.
Ancak herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir gerçek var ki Trump’ın tercih edeceği ekonomik politikalar uzun vadede tahvil piyasası yerine hisse senedi piyasalarının dostu olacağı şeklinde düşünülebilir. Ne de olsa yeni başkan uzun vadeli emlak piyasası tecrübesine sahiptir.
Son olarak şunu söyleyebilirim ki ticaret savaşı 2.0 dönemi de bir önceki dönemden daha farklı bir şekilde ilerleyecektir. Taktiksel bir takım ekonomik yaptırım uygulamalarından ziyade daha uzun dönemde etkili olabilecek olan kademeli vergisel yaptırım tercihlerinin uygulanması söz konusu olabilecektir. Bu dönemde ekonomik yaptırımlar daha geniş bir perspektifte Dünya geneline yönelik kapsamlı bir şekilde olabilecektir. Dış ticarette daha az miktarda ürün kategorilerine dayalı (demir-çelik, alüminyum, dayanıklı makine ve teçhizatlar vs.) küresel şekilde bir politikanın uygulanması tercih edilecektir. Diğer taraftan Çin de nadir materyallerdeki rezerv hakimiyeti başta olmak üzere ABD’ye karşı gerekli olan Ticaret Savaşı hazırlıklarını çoktan yapmakta olduğunu görmekteyiz.
Kaynak
https://www.voaturkce.com/a/baskanlarin- ilk-100-gunu-neden-onemli/ 5871778.html
https://www.project-syndicate.org/ commentary/trump-return-topower- amounts-to-end-of-progressby- joseph-e-stiglitz-2025-01