Türkiye, Suriye’de gücünü tahkim edip politik olarak “kalıcı” hale gelmeyi planlıyor.
Gündem; iç siyaset… Gündem; siyasi tartışmalar nedeniyle darbe alan ekonomik program… Gündem; gözaltı kararları…
Bu hay huy arasında bir süre önce dikkatle takip ettiğimiz ama şimdi deyim yerindeyse oralı olmadığımız bir konu daha var ve bu konu alttan alta daha da ısınmaya devam ediyor. Öyle ki gelişmeler, içerideki gündem maddelerinin ters yüz olmasıyla bile sonuçlanabilir.
Suriye ile ilgili birden fazla konu var ama genel olarak şöyle bir değerlendirme yapmak mümkün:
Cumhuriyet tarihinin belki de en ciddi ve riskli “dış” hamleleri yapılıyor… Bu nedenle bir taraftan “içeride” hiçbir itiraz ya da çatlak sese tahammül yok. Diğer taraftan dışarda da mutlak başarıya kilitlenilmiş durumda. Bunun için her türlü pazarlık yapılabilir, her türlü söz verilebilir… İçerideki “güçlü yönetim” imajı dışarıda işleri kolaylaştırabilir; dışarıda “kolaylaşan işler” içerideki siyaseti konsolide edebilir…
Önümüzdeki iki-üç aylık süreç bütün bu hesapların ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunu gösterecek bize. Kesin olan tek şey ise varılacak sonuçların politik karşılığı olacağı gerçeği.
Biraz detay ve bir kaç not aktarayım…
Malum; Suriye'nin kuzeyinde yaklaşık 10 bin Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) mensubu (siz DAEŞ, DAİŞ ya da ISIS olarak da okuyabilirsiniz) cezaevlerinde tutuluyor.
Bunların sayıları yaklaşık 50 bine varan aile mensuplarının çoğu da farklı kamplarda gözetimde bulunuyorlar.
IŞİD kamplarıyla ilgili önemli gelişme, 13 Nisan'da Antalya'da düzenlenen Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Güvenlik Mekanizması toplantısında yaşandı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Irak Dışişleri Bakanı Fuat Hüseyin'in başkanlığında ve iki ülkenin içişleri, savunma bakanlıklarıyla istihbarat yetkililerinin katıldığı toplantıya, Irak'tan Haşdi Şabi ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) temsilcileri de yer aldı.
Toplantının Suriye, Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan'ın oluşturduğu "beşli mekanizma”nın çalışmalarını ilerlettiği ve IŞİD ile mücadele için Suriye topraklarında ortak operasyon merkezi kurma aşamasına gelindiği bir süreçte gerçekleşmesi de önemli bir adım olarak görüldü.
“Niye bu konudaki gelişmeler önemli” derseniz, yanıtı, cihadcılarla mücadele edilmesini birinci hedef olarak belirleyen ABD ve Batılı müttefiklerine “biz burada mücadele ediyoruz, görevimizi biliyoruz, sizin askeri varlığınızı bu gerekçeyle burada tutmanıza gerek yok” denmek istiyor. Tabii bu aynı zamanda Suriye’de komşu ülkelerin askeri varlıklarının hiç olmazsa belli bir süre için kalıcı olması anlamını taşıyor.
Bütün tartışmalara rağmen Türkiye, Suriye’de gücünü tahkim edip politik olarak “kalıcı” hale gelmeyi planlıyor.
Yine malum; Türkiye, Suriye’de üç askeri üs kuruyor. Akdeniz’de tam da Kıbrıs’ın karşısında bir deniz üssü olacak. Bunun için denizlerdeki mayınların temizlenmesi çalışmaları bile başlamış. Diğer ikisi hava üssü: Palmira ve Humus’taki T4. Türkiye’nin bu hamlesi doğal olarak İsrail’i rahatsız etti. Bilgi İsrail’e ulaşır ulaşmaz hemen hava saldırısı ile T4 üssü vuruldu. Ardından İsrail tarafından gelen açıklamaların hedefinde Suriye’nin geçici Başkanı, HTŞ Lideri Colani gözükse de Türkiye vardı.
Tekrar başa dönersek, IŞİD’in Suriye’deki varlığı İsrail’in de saldırılarına uluslararası bir meşruiyet kazandırıyor. Türkiye bunun için yukarıda anlattığım “beşli mekanizmaya” önem veriyor. Şam ile YPG’nin tam olarak anlaşması bu planın da önünü açıyor. Türkiye, Irak ve Ürdün güçlerinden oluşan bir koalisyon ile Suriye’deki IŞİD varlığına son vermek istiyor. Böylelikle Suriye’de üsler dışında da Türk ordusu görev üstlenmiş olacak, İsrail’in Suriye’ye abanmasının gerekçesi de ortadan kaldırılacak.
Peki bu durum YPG için bir sıkıntı olabilir mi? Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in son açıklamasında YPG’den hiç bahsetmeden SDG (Suriye Demokratik Güçleri) tanımlamasını kullanması sanırım bu sorunun yanıtını veriyor.
Bu arada YPG’nin Suriye’nin meşru silahlı güçlerine katılmasıyla hayli ilginç bir tablo da önümüze çıkabilir. Şöyle ki; Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye’deki askeri üsler ile Suriye ordusuna hem eğitim verecek hem de kurumsallaşana kadar komuta edecek. Yani içinde YPG’nin de yer aldığı silahlı güçlerin komutanının bir Türk subayı olma ihtimali var. Öcalan’ın DEM Parti grup toplantısında konuşma önerisi kadar ilginç bir tablo değil mi sizce de?..