Bu da benden Türkçeye bir katkı olsun! Yardımsever gibi, iyiliksever gibi, hayırsever gibi, kitapsever gibi... “İnşaatsever!”
Ben öyleydim çünkü; “inşaatsever”dim. İnşaattan gurur duyardım. Şöyle yüksek bir bina gördüm mü, adeta göğsüm kabarır, bunu bir gelişmişlik ölçüsü olarak nitelendirir ve mutlu olurdum.
Ama bu yıllar yıllar önceydi... Çocukluğumun geçtiği Kayseri’deki evimiz yarı betonarme, yarı taş; aynı avluyu paylaştığımız dayımın evi hatırladığım kadarıyla büyük ölçüde ahşaptı. Evden çıkıp o zaman bana epeyce bir mesafe gibi gelen yolu yürüdüm mü Kayseri Lisesinin bulunduğu yere ulaşırdım. Sanki orada şehir değişirdi, iyi kötü birkaç katlı bina görürdüm. Tabii tüm heybetiyle mezun olduğum Kayseri Lisesi. Özellikle üçüncü sınıfların bulunduğu tarihi bölüm.
Zaman içinde çok katlı binalar yapılmaya başlandı. Bana çok yüksek gelen ilk bina yine hatırladığım kadarıyla bir oteldi. Çok katlı dedimse, o da herhalde altı ya da yedi katlıydı. O binayı görünce çok mutlu olduğumu hatırlıyorum; Kayseri büyüyor ve gelişiyordu. Böyle hissetmiştim. Çünkü yüksek bina demek, büyüme ve gelişme demekti.
Bu his sanırım on yaşıma kadar böyle sürdü. Sonra sonra anladım ki inşaatla pek bir yere varılması söz konusu değildi.
İnşaat, barınma ve ulaşım sorununu hafifletmek için bir araçtı, o kadar. Gelişmişliği başka türlü ölçmek, başka şeyleri gözetmek gerekiyordu.
Şimdi çevreme bakınca, olan bitene, söylenenlere ve yapılanlara dikkat kesilince benim çocuk yaşta idrak ettiğim gerçeği etkili ve yetkili makamlarda oturanların ve tabii ki geniş bir vatandaş kitlesinin görmediğini ya da görmek istemediğini izliyorum.
Yazık! Hâlâ inşaat yapmakla, büyük büyük binalar dikmekle; örneğin Merkez Bankası’nı İstanbul’a götürmekle ve bir bölgeye “Burası finans merkezi olacak” demekle İstanbul’un finans merkezi olacağını sanılıyor.
Özellikle kaynaklar sınırlıyken, o kaynakları kullanmada çok daha özenli ve planlı olmak varken, tam tersi yapılıyor.
Çok şartmış gibi kullanım yoğunluğu çok düşük yerlere yollar, köprüler inşa ediliyor. Hadi tercih bunları yapmak yönünde, zamanlamadaki yanlışlık yetmezmiş gibi bir de yap-işlet-devret adlı ucube sisteme bel bağlanıyor. Neymiş, bunlar hiç para ödenmeden yapılıyormuş! Acaba?
Ama vatandaşın önemli bir bölümü yapılan inşaatları gururla seyrediyor, bundan mutlu oluyor. O yoldan ne geçiyor, o köprüyü ne kullanıyor; hatta görmemiş bile... Oralardan geçecek arabası da yok, arabası olsa da normal yol dururken oraya verecek artı parası da yok ama “Ne güzel şeyler yapıldı” diyor. “Ama bak, ülke olarak önceliğimiz bu değil ki” diyeni de nankör olmakla bile suçlayabiliyor.
Çünkü vatandaş inşaat seyretmekten mutlu oluyor.
O inşaatı göremiyorsa da varlığından mutlu oluyor.
Ülkenin bu inşaatlarla geliştiğini, büyüdüğünü düşünüyor.
Ama kendisi işsizmiş, işi varsa bile zar zor geçiniyormuş, aldığı paranın çoğunu kiraya veriyormuş; ne gam!
İnşaat yapılıyor mu, yapılıyor; yeni yeni köprüler, otoyollar inşa ediliyor mu, ediliyor; ondan mutlusu yok.
Yol ama ille de karayolu!
Bir ay kadar önceydi. İstanbul’a gitmem gerekiyordu.
Ankara-İstanbul arası uçak yolculuğu en az üç saat sürüyor, hatta zaman zaman geçiyor da.
Ankara’da Esenboğa’ya gidiş en az yarım saat, bir saat alanda bekleme, en az bir saat uçuş süresi, yaklaşık yarım saat de İstanbul Havalimanından çıkış; toplam üç saat aşıyor. İstanbul’da alandan gidilecek yere kadar olan süreyi koymuyorum, o çok değişiklik gösterebiliyor.
Tren de yaklaşık dört saatte gidiyor, o yüzden tren tercih ettim.
Gazeteciliğe başlayalı kırk yılı aştı. Mesleğe ilk başladığım yıllardan hatırlıyorum; Ankara-İstanbul arasında hızlı tren hattı yapılacaktı. Hâlâ yapılacak.
Mesafe 400 km bile değil, yani şu an ortalama hız saatte 100 km. Üstelik Ankara-Eskişehir arası görece yüksek hızla gidildiği için ortalama 100 km’ye geliyor, yoksa Eskişehri-İstanbul arası çok daha yavaş. Kaldı ki seferler ilk başladığında Ankara-Eskişehir tren için “Dünyanın en yavaş hızlı treni” benzetmesi yapılıyordu. Onu diyenler Eskişehir-İstanbul arasına ne derdi kim bilir...
Dünyanın parasını harcayarak hiç de acelesi olmayan yerlere otoyollar, köprüler yapılırken araya hiç olmazsa yeni bir Ankara-İstanbul hızlı tren hattı sıkıştırılamaz mıydı? Bu güzergahtaki ulaşımı şöyle bir-bir buçuk saate indirecek yeni bir hat yapılamaz mıydı? Neredesiniz bunca yıldır?
Yok olmaz; yol yapılacaksa karayolu, inşaat yapılacaksa gökdelenler; ya büyük tasarruf sağlayacak demiryolları; ya geri dönüşü olan tesisler!
Sanayi mi, inşaat mı; tercih belli...
TÜİK’in geçen hafta sonu açıkladığı 2024’ün GSYH verilerine biraz detaylıca bakınca görülen ne yazık ki hiç de parlak bir tablo değil.
Geçen yılki büyümenin ne olduğunu eminim detaylı bir şekilde okunuz, biliyorsunuz. Türkiye ekonomisi geçen yıl son çeyrekte yüzde 3 büyüdü, yılın tümüne ilişkin büyüme de yüzde 3,2 oldu.
2024 için başlangıçta yüzde 4 büyüme öngörülmüş, daha sonra bu hedef yüzde 3,5 olarak revize edilmişti.
Peki GSYH verilerinin detayında ne görüyoruz?
Çok açık... İnşaat görüyoruz, inşaatın nasıl gözde olduğunu görüyoruz!
İnşaat sektörünün geçen yılki büyüme hızı tam yüzde 9,3.
Peki sanayi ne kadar büyümüş; yalnızca yüzde 0,5.
Bir de imalat sanayindeki büyümeye bakalım, bulabilirsek! Niye bulabilirsek diyorum; çünkü imalat sanayi geçen yıl büyüme şöyle dursun yüzde 0,2 küçüldü.
İmalat sanayinde 2023 yılında 100 olan üretim geçen yıl 99,8’e inmiş. Türkiye imalat sanayinde yerinde bile sayamamış, geri gitmiş.
İmalat sanayinin GSYH’deki payı geçen yıl yüzde 18,2’ye gerilemiş. Bu oran, pandemi yüzünden 2019’da oluşan yüzde 18 hariç tutulursa 2013’ten bu yana geçen on iki yılın en düşük oranı.
Ama olsun; inşaatta büyüme kaydedildi ya, o bize yeter!
Keşke yapılan tüm inşaatlar; özellikle de köprüler, otoyollar maket halinde bir yerde sergilense de oturup saatlerce gurur duya duya hepsini topluca seyredebilsek...