TÜRK DIŞ POLİTİKASINDAKİ “denge” çabası yine hüsranla sonuçlandı. NATO üyeliği ve Avrupa Birliği üye adaylığı ile resmen Batı cephesinde yer alan Türkiye’nin, bir yandan Batı politikalarının yarattığı hüsran, diğer yandan çok kutuplu dünyada “denge” arayışı açısından başvurduğu BRICS üyeliği, “başka bahara” kaldı.
İlginçtir; Türkiye’nin BRICS üyeliği için resmen başvuruda bulunduğunu Türk halkı Ankara’dan değil, Moskova’dan duymuştu. BRICS’in bu başvuruya -en azından yakın gelecekte- olumlu yanıt vermeyeceğini de yine Rusya duyurdu. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, BM Genel Kurul çalışmaları için bulunduğu New York’ta gazetecilere yaptığı açıklamada “BRICS’te 5 üyeydik, yakın zamanda 10 olduk” dedi ve ekledi; “Şu aşamada tüm üye ülkeler yeni bir genişleme kararı almayı uygun bulmuyor...”
Lavrov’un bu sözleri, bu ayın sonunda Rusya’nın Kazan kentinde gerçekleşecek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “örgüt dışından” davet aldığı BRICS zirvesinde Türkiye’nin üyeliğinin konu dahi edilmeyeceğini gösteriyor.
AB’DEN SONRA BRICS’DE DE “BEKLEME ODASINDA”...
İşin ilginci, Lavrov’un açıklamasının sonraki cümlelerinde saklı; Rus Dışişleri Bakanı BRICS’in başvuran yeni ülkeler için artık “tam üyelik” yerine farklı bir “işbirliği” formülünün masada olduğunun da işaretlerini verdi. BRICS’in bu tutumu, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi “aday” ilan edip, bir türlü tam üye yapmamasını andırmıyor mu?
Yani Türkiye için, AB’den sonra BRICS’te de sonu belli olmayan bir “bekleme odası” formülü ufukta göründü. Sürekli yön değiştirmenin, istikrarsız dış politikanın ülkeyi getireceği noktanın böyle birşey olacağını tahmin etmek güç değildi oysa.
BRICS tarafından reddedileceğinin işaretlerini görmüş olsa gerek, Türkiye geçen ay sessiz sedasız çok kritik bir ortaklığa imza attı; ABD’nin öncüğülünde kurulmuş, “Mineral Güvenlik Ortaklığı” anlaşmasına Türkiye de resmen dahil oldu.
Nadir toprak elementlerinin tedariki açısından imzacı ülkeler arasında yardımlaşmayı öngören bu anlaşma, “teknik” bir anlaşma gibi görünse de, mevcut uluslararası atmosfere bakıldığında aslında çok önemli ekonomik ve politik yönelimler de içeriyor.
Nadir toprak elementleri, elektrikli araç bataryalarından, bilgisayar ya da telefon gibi yüksek teknoloji alanında kullanılıyor. Geçmiş yüzyıl ve günümüzde petrol ve doğalgazın öneminin yerini, teknolojik gelişme hızının artmasıyla birlikte, nadir toprak elementlerinin alacağı açık. Dolayısıyla bu konu da, Çin-Rusya’nın başını çektiği cephe ile, Batı İttifakı arasında kızışan uluslararası rekabetin en önemli unsurlarından biri durumunda.
Türkiye yakın zamana kadar bu alanda Çin’le işbirliği yapmanın çabası içindeydi. Diplomatik kaynaklara göre, Pekin ile Ankara arasında bu alanda yapılan işbirliği görüşmelerinde, Çin’in nadir elementleri işleme teknolojisini Türkiye’ye aktarmak konusunda isteksiz davranması nedeniyle bir sonuç çıkmadı. Türkiye de çareyi kendisini bu alanda da resmen “Batı kampına” atmakta buldu. Bu çerçevede Türkiye, Eylül ayının son haftasında resmen ABD ve Avrupa Birliği’nin başını çektiği “Mineral Güvenlik Ortaklığı” Forumu’na dahil oldu. Forumda ABD ve AB ülkelerinin dışında, Avustralya, Kanada, Hindistan, Japonya, Norveç, İngiltere ve Güney Kore bulunuyordu. Türkiye ile birlikte Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Dominik, Ekvator, Filipinler, Sırbistan ve Zambiya da üye oldu. Türkiye’nin kamuoyuna pek yansımayan bu sessiz sedasız imzası, “denge politikasının” pek işe yaramadığının, Batı cephesinde yola devam edileceğinin de bir başka işareti.
ERDOĞAN’IN BM ÇAĞRISI DA SONUÇSUZ KALACAK GİBİ...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in Gazze’den sonra Güney Lübnan’da da başlattığı kara operasyonu üzerine BM’ye yaptığı “artık işe el koyma” çağrısını da bu açıdan ele almak gerek.
Erdoğan New York’tan dönüşünde ayağının tozuyla kabinesini topladı. Toplantı sonrasında yaptığı açıklamada ise, “BM Genel Kurulu’nun 1950 tarihli Barış İçin Birlik Kararında olduğu gibi kuvvet kullanma tavsiyesinde bulunma yetkisi süratle devreye alınmalıdır” dedi.
Erdoğan’ın bu çağrı ile, BM’nin veto yetkisi bulunan beş Güvenlik Konseyi üyesine karşı kullandığı “Dünya Beş’ten büyüktür” sloganının da altını doldurmayı amaçladığı açık. BM’nin “Barış İçin Birlik” kararı, 1950 yılında Kore savaşına BM müdahalesinin önünü açabilmek için BM Genel Kurulu tarafından alınmıştı.
Resmi adı “BM Genel Kurulu 377 sayılı kararı” olan “Barış için Birlik” kararı, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden birinin veto yetkisini kullanması nedeniyle uluslararası bir çatışmaya BM’nin müdahale edemediği durumlarda, BM’ye üye tüm ülkelerin oy kullanabildiği Genel Kurul’un acil toplantıya çağrılmasını öngörüyor.
BM Genel Kurulu bu acil toplantıda söz konusu çatışma konusunda, aralarında askeri güç kullanımının da olduğu müdahale yöntemlerini tartışıp, belirliyor. BM Genel Kurulu’nun aldığı karar da, veto yetkisi olsun olmasın, tüm BM üyeleri için bağlayıcı oluyor. BM Genel Kurulu bu yetkisini 1950’den bu yana tam 11 kez kullandı. Hatta yetki son olarak çok yakın zamanda, Şubat 2022’de Ukrayna savaşı nedeniyle kullanılmış, ancak “acil” koduyla toplanan BM Genel Kurulu “Rusya’yı kınamak” dışında bir karar alamamıştı.
1950’den bu yana BM Genel Kurulu, Erdoğan’ın çağrısını yaptığı “barış için birlik” kararı çerçevesinde Filistin meselesi konusunda da birkaç kez toplandı. Ancak o toplantılardan da bir sonuç çıkmadı.
Erdoğan’ın şimdi yaptığı çağrının da bir sonuç getirmesi zor; Gazze’de soykırıma varan İsrail askeri operasyonlarını sadece “şiddetle kınamakla” yetinen Arap ülkeleri, Tel Aviv yönetiminin şimdi de Güney Lübnan’da İran destekli Şii milis grubu Hizbullah’a “destek olmaları” imkansız. Hatta Şii İran’ın Hizbullah üzerinden “dişleri sökülürken”, Sünni Arap ülkelerinin gizli gizli İsrail’i “takdir ettiklerini” bile düşünmek mümkün.
ABD’nin ve Almanya gibi Avrupa’nın önemli ülkelerinin de İsrail’e karşı BM’nin harekete geçirilmesine destek vermeyecekleri aşikar. Çin’in, hatta Rusya’nın bile BM’nin İsrail’e karşı askeri yöntemlere başvurmasını öngörecek böylesine bir karara “çekimser” kalması mümkün.
Elbette bunları AK Parti hükümeti yetkililerinin de bilmiyor olmaları imkansız.
Dolayısıyla Erdoğan’ın İsrail’e karşı BM’ye yaptığı “barış için birlik” çağrısının, -üstelik tam da Azerbaycan’daki silah fuarına Baykar’ın bir İsrailli silah şirketiyle birlikte “altın sponsor” oldukları ortaya çıkmışken- , dışarıdan çok iç politikaya etki etmeyi amaçladığını söylemek yanlış olmaz.