Gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmişlere de pek sıcak bakılmayan bir dönemden geçiyoruz.
Yurt içi ve dışı varlıklardaki son dönem sert satışların ardından farklı varlık sınıflarında farklı sakinleme arayışları beliriyor. Şu an için, kısa vadede, ABD kaynaklı risk primi artışı, hafif de olsa azalma isteğini belli ediyor gibi. Başkan Trump’ın tarife başlığında yaşadığı ve yaşattığı kafa karışıklığına piyasa işlemcilerinin gösterdiği sert satış tepkisi, oyunun kurallarında ‘şimdilik’ yapısal bozulma olma ihtimalini öteliyor. 90 günlük bekle-gör sürecinin ardından ülkeler bazında yürütülen-yürütülecek müzakerelerin belirleyeceği fiyatlama kaderlerinin öncesinde endekslerde toparlanmadan yana duruş bir adım öne çıkıyor. Geride kalan hafta ile birlikte %5’e yaklaşan S&P 500 yükselişinde kısa yönlü pozisyonların kapatılışı kadar ay sonu işlemlerinin de etkisi var. Nette satış baskısının azalışı hiç fena değil. Ayrıca, volatilite artışının merkez üssü konumunda yer alan tahvil piyasasındaki ateşin de azaldığını ekleyelim. Gelişmelerin kalıcılığı elbette sorgulanır.
İzlenebilecek en iyi indikatör USD gidişatı olabilir
Son dönemde olan biten arasında belki de en dikkat çekici gelişme, bizlerin yerel yatırımcı davranışları üzerinden alışık olduğumuz tepki mekanizmasını yurt dışı kesiminde de görmemiz oldu: Altın işlemlerine olan yoğun ilgi. Son 2-3 yılda merkez bankalarının rezerv kompozisyonundaki değişiklik üzerinden başlattıkları talep sürecine spekülatörlerin gösterdiği yüksek ilgiye ETF’ler kayıtsız kalmıştı. Ancak, 2025 ile birlikte bu eğilime ETF’lerin de dahil olması ile birlikte farklı rekor yüksek seviyeleri karşılamış olduk. Bilhassa tarifelerin devreye girmesini takiben güvenli liman arayışındaki artış adeta tek kapıdan giriş düzenini devreye alırken, Amerikan doları karşısındaki her şeyin satın alınması da tuz biber oldu. Ons altın fiyatları için mevcut seviyeleri baz alarak herhangi bir yorumda bulunmak kolay, mümkün ve sağlıklı değil. Ancak, izlenebilecek en iyi indikatör USD gidişatı olabilir. Unutulmamalı ki çaprazda gözlenen zayıflıkta karşısındaki her şeye bir şekilde yönelim oldu. Bu süreçte mevcut düzenin sorgulanmasından, ABD resesyonu ve Fed’in acil faiz indirimlerini devreye almasına dek geniş yelpazede birçok başlık gündem oldu. Tüm bunların ne yöne evrileceğini izlemek, yapısal gidişat açısından kritik.
Elimizde yeni bir belirsizlik başlığımız daha oldu
Tüm bunların gölgesinde, farklı risk başlıkları ve risk primlerine ait fiyatlamaları lokal varlıklar için de takip ettik. Bir nevi ‘kendi derdimizle uğraşırken dışarıdaki gürültüyü göz ardı etmek zorunda kaldık’ desek yanlış olmaz. TCMB’nin martta gösterdiği politika tepkisine nisanda ekleme yapması, yıl başlangıcındaki hesabın çarşıda bozulmasına zemin hazırladı. Hesap kitabın tutması, 3 ay öncesine göre pek kolay görünmüyor. Bu noktada öncelik, artık, faiz indirimlerinin boyutunu tartışmaktan yeniden ilk faiz indirimi ne zaman olur aşamasına kaydı. Dahası faiz indiriminin zamanlamasını tahmin etmeye çalışırken elimizde yeni bir belirsizlik başlığımız daha oldu: TCMB yönetimi nisandaki politika faizi ayarlamasını tek hamlede mi geri almayı değerlendirir yoksa kademeli mi? ABD temaslarından gelen başlıklardan anladığımız, dezenflasyon sürecinin gözetiminden farklılaşma yok. Sıkı duruş ve reel lira değerlenmesi ihtimalleri süreç için hâlâ en önemli girdiler.
Yukarıdaki paragrafta tartıştıklarımız bizi fiyatlama senaryoları açısından farklı düşünmeye zorluyor. Alternatif getirilerin kusursuz cazibesi yeniden bizlerle. Üstelik kayda değer bir süre daha misafirimiz olmaya devam edecek gibi duruyor. Portföy yatırımları tarafında yurt dışı yerleşiklerin gösterdiği teveccühün önemli bir kısmı artık yok. Risk primindeki artış ve rezervlerdeki azalış denge noktasını arıyor. Gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmişlere de pek sıcak bakılmayan bir dönemden geçiyoruz. Başkan Trump’ın ilk 100 günü bu hafta içerisinde doluyor. Buraya kadar olan dilimde gördüklerimizin geri kalan 3,5 yıl için ne ölçekte fragman ne ölçekte değil buna net bir cevap veremiyoruz. Küresel ekonomideki yavaşlama riskini göz ardı etmemek ve ‘daha düşük büyüme patikasına göre senaryo oluşturmak’ optimum duruyor. Şimdilik. İçeride lira borçlanma maliyetlerinde yaşanan artışın şirket karlılıklarına ve planlamalarına yansımaları olacak. Yıl başlangıcındaki bütçelerin yıl ortasında revize olma riski ve kar görünümünde zaten enflasyon muhasebesi ile beliren tahmin edememe durumu sanki biraz daha devam edecek gibi duruyor. Mecburen daha defansif ve sabit getirili varlıklar listenin ilk sırasına yükseliyor. Hisse senetleri için her zaman dile getirdiğimiz ‘uzun vade’ ve ‘biriktirme’ kavramları lira borçlanma maliyeti ve alternatif getiriler gözetildiğinde sağlıklı çalışmıyor.