Huawei’nin yenilikçi ürünler lansmanında, verimlilik odağı dikkat çekiciydi. Giyilebilir cihazların sağlık hizmetlerini ileri taşıma potansiyeli ise, ülke ekonomisi açısından değerlendirilmesi gereken bir konu. Bunu yaparken Softtech 2025 Teknoloji Raporu’na da bir göz atmakta yarar var.
Bilgisayar çağı son bulup akıllı telefon çağı başladığından beri verimlilik tartışması yeni bir boyut kazandı. İnsanlar akıllı telefonlarında çektikleri fotoğraflarla sunum hazırladıklarında bilgisayar ve yazılım üreticilerinin cep telefonunun eğlence aracı olabileceği ancak kurumsal dünyada başrolün bilgisayarda olduğu tezini aşındırmaya başladı.
Kurumsal dünyada o dönemde hâlâ Microsoft yazılımları ve özellikle Office paketi içindeki Powerpoint ile yapılan sunumlar hâkimdi. Fotoğraf bu tahtı almayı sağlamasa da video ile birlikte geri dönüşü olmayan bir şekilde statükoyu değiştirdi.
Apple’ın iPhone ile açtığı yolda, geldiğimiz noktayı anlamak için Instagram’a bakmak yeterli. Benim iPhone’un üzerine tarih de atarak hazırladığı müzikli fotoğraf geçidi birçok sunumdan daha etkili oldu: yaşadıklarımızı ve hissettiklerimizi hatırlamakla kalmadık, birbirimize gösterip iletişim de kurduk.
Bilgisayarlar ile iletişimin yazarak sağlanmasından kaynaklanan sorunlar, insanların WhatsApp’ta olduğu gibi konuşarak metin oluşturmasıyla aşılırken klavyeye gerek kalmaması ya da kısmen kullanmak üzere bir dokunmatik klavyenin yeterli olması, bilgisayarların hayatımıza soktuğu cihaz formlarında önemli bir değişiklik yaratacak. Klavyenin olduğu tarafa da ekran yerleştirilmesi ile karşımıza çıkan katlanabilir telefonlar, bu değişimin açık göstergeleri ancak asıl değişim giyilebilir cihazlarla hayatımıza girecek.
Giyilebilir cihazlar ile sağlık arasındaki bağlantı, bu değişimin en kolay anlaşılabileceği noktayı oluşturuyor. Huawei çok yerinde bir biçimde giyilebilir saat ile sağlık bağlantısını anlatmak üzere Ankara Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Sadi Güleç’i davet etmiş. Bu sayede değişimin boyutunu daha iyi anlamak mümkün oldu.
Balzac’ın elini kalbinin üzerinde tuttuğu resimlerinden yola çıkan Güleç, bunun ile Balzac’ın elde bulunan otopsi raporunda ölüm nedeninin yüksek tansiyona bağlı olarak kalp kasında kalınlaşma olmasından yola çıkarak doğru zamanda doğru veriye sahip olunması ile tedavi arasındaki ilişkiye işaret ediyor. O tarihte Balzac’ın tansiyonu ölçülebilseydi, tedavi uygulanması mümkün olabilirdi.
Ancak tansiyon ölçmek o kadar da rahat yapılan bir şey değil. Stephen Hales, 1733’te ilk tansiyon ölçümünü gerçekleştirirken bağladığı bir atın şah damarına soktuğu boruda kanın ne kadar yükseldiğine bakıyor. Atın akıbetini tahmin etmek zor değil ve bunun bir insan üzerinde uygulanabilecek bir yöntem olmadığı da kesin.
Ancak gelişmeler zaman içinde tansiyonun daha kolay ölçülmesine olanak tanıyor. Zamanla doktorlar ve hemşireler; ve en son olarak da kişiler kendileri yeni nesil cihazlar ile tansiyon ölçebilir hale geliyor. Bizim ülkemizde, elinde tansiyon aleti ile sokaklarda dolaşarak tansiyon ölçmenin de bir uygulama ve hatta meslek olduğunu hatırlayın.
Buradaki temel sorun, ölçümün bir anda yapılması ve sürekli bir ölçüm olmaması nedeniyle aslında tansiyonun davranışının tespit edilememesiydi. Dedemden bildiğim, rahmetlinin kendini kötü hissettiğinde eczaneye gidip tansiyonunu ölçtürmesiydi. Eczaneye de yürüyerek gittiği ve orada heyecanla sohbet ettiği için muhtemelen değer biraz daha yüksek çıkıyordu. Hapını alıp düşürüyordu ama bir gün önceki sunumdan anladığım kadarıyla doğru tansiyonunu hiç bilemedi.
Zamanında ve doğru bilmek, Güleç’in de ifade ettiği gibi sağlık yönetiminde büyük bir önem taşıyor. Gerçek zamanlı veri ve işletmeleri yıllardır gündeme getirmemde de bununla aynı mantık işliyor. Hasta öldükten sonra zaten tansiyon sorununun kalmadığını hepimiz biliyoruz. Huawei Watch D2, bilekliğinin altında bulunan ve ölçüm yaparken şişen hava torbası ile geleneksel ve yeni nesil tansiyon aletlerinin işleyişini takip ederek ölçüyor. Dr. Güleç, cihazın Avrupa otoritesi tarafından valide edildiğini ve hata payının kabul edilebilir sınırlar içinde kaldığını belirtirken ambulatuar terimini de ilk olarak karşıma çıkarıyor. Ambulatuar kan basıncı ölçümünün normal tansiyon aletleriyle yapılamayan bir tetkik olduğunu not düşen Dr. Güleç, D2’nin bunu yapabildiğini belirtiyor. Ambulatuar kan basıncı ölçümü, Google’da “Hastaya bir alet bağlanarak belirli bir süre (genellikle 24 saat) ve önceden belirlenmiş aralıklarla (genellikle 30 dakika) kan basıncının ölçülmesidir” şeklinde tanımlanıyor. Bu şekilde hastaya uygulanacak tedaviye ve başlanacak ilaca çok daha doğru bir biçimde karar verilebiliyor.
Bunun ne anlama geldiğini anlamak için, hastanelerin kardiyoloji servislerinde rutin kontrole gelen hastaların beklemek zorunda kaldıkları süreleri ve kaybedilen iş gücünü düşünmek gerekiyor. Sırası biraz daha hızlı aksa da insanların bekleme noktası olan EKG çekimini de D2 yapabiliyor.
Ama benim için daha önemli bir kriter söz konusu. Yıllar önce sağlık konusu TÜSİAD’da ele alınırken hekimleri temsil eden yetkili, hekimlerin hastaya bakmak için zaten çok sınırlı süresi olduğunu ve bir de verileri bilgisayara girmek için zaman harcamasının mümkün olmadığını söylemişti. O zaman da mobil sağlık teknolojileri vardı ama anladığım kadarıyla hekimler arasında çok bilinmiyordu. O zamanda bu mobil cihazların verisi, bilgisayardaki veri tablosuna otomatik aktarılabiliyordu ama biz deneyim olarak o noktada değildik. Bugünkü cihazda sadece kullanıcıya saatin üzerinde görsel olarak sunulan ve hekime liste olarak gönderilerek rahatça kontrol edilebilen bir veriden bahsetmiyorum. Aynı zamanda, sisteme eklenen zekâ ile bir anomali oluştuğunda hastanın durumunun kontrol edilmesi için ilgililere mesaj gitmesi sağlanıyor. Yani sağlık alanındaki bu inovasyon, bize koca koca sanayi tesislerinin yönetilmesinde kullandığımız Sanayi 4.0 ve ötesi teknolojilere benzer bir araç sunuyor.
Bugün bu teknolojinin daha ileri noktaya ulaştığını ve sağlık sistemini kalp krizi geçirecek zirveleri (peak) yaptırmadan yönetme yeteneğini sunduğunu görüyorum. Bazı emekli maaşları ile karşılaştırılabilecek 15 bin 999 liralık fiyatı, bu teknolojinin ucuz olmadığını ortaya koyuyor. Yine de geleceğin sağlık sistemini tasarlarken farklı kurgular yapmamız için bir araca sahip olduğumuzu görüyoruz.
Softtech’ten yakın gelecek için teknoloji radarı
Bu tür dönüşümlerin, doğru rotayı belirleyip onun üzerinde seyretmek ile gerçekleştirilebildiğini biliyoruz. Bu bilgi, rota oluşturulurken kapsamlı bir değerlendirme yapılması gereğini de beraberinde getiriyor. Softtech 2025 Teknoloji Raporu’nun tanıtımındaki “Bugünün dünyasında, geleceğin fırsatlarını görmek ve şekillendirmek için teknolojiyi anlamak artık bir tercih değil, zorunluluk” cümlesi yazının burasına bu içeriğin eklenmesinin neden gerekli olduğunu açıklıyor. Benim de bir yazı ile katkı verdiğim rapor için Softtech, “Farklı disiplinlerden gelen değerli katkılarla oluşturulan bu rapor, ortak bir vizyonun eseri olarak sekizinci kez yayımlandı” tanıtım ifadesini kullanıyor. Ben de sağlıkla ilgili bu derinlemesine yazılım bölümünün ardından genel coğrafyada nelerle karşılaşacağımızı size aktarmak istiyorum. Giyilebilir teknolojilere de atıfta bulunan rapordaki tespitler şöyle:
- Softtech Genel Müdürü M. Bülent Özçengel’in,“2024 yılı, yapay zekânın insan hayatını daha yaratıcı, bağlantılı ve erişilebilir kılan hızlı bir teknolojik dönüşüme sahne oldu. Bu yıl yapay zekânın artık sadece bir araç olmadığını, insanın yanında çalışan ve onunla birlikte evrilen bir ‘ortak’ haline geldiğini çok daha yakından gördük. Yapay zekâ uygulamaları insanlığın potansiyelini genişletirken, birlikte çalışma ve ortak değer yaratma anlayışını da güçlendirmeye başladı” yorumu dikkat çekici.
- Rapordaki Teknoloji Radarıbölümünde, teknolojilerin geleceğine yönelik tahminler yapılıyor ve yapay zekânın hem organizasyonlara hem de iş gücü piyasasına olan etkileri inceleniyor. Teknoloji radarına göre; 2025-2027 yıllarında 5G teknolojisi, yapay zekâ meslek uzmanları, yapay zekâ iş arkadaşları, uç yapay zekâ ve dijital kimliklerin yanı sıra sürdürülebilirlik ve çevre uygulamaları yaygınlaşacak. 2027-2030 arasında çalışansız organizasyonlar, 6G, dijital finans, sürdürülebilir akıllı şehirler, biyoteknolojik üretim ve kuantum yapay zekâ konuları öne çıkacak. 2030-2040 arasında hizmet olarak her şey, dijital mülkiyet, sanal evrenler, dijital iş hayatı, insansı yapay zekâ ve temel gelir uygulamaları benimsenecek. 2040-2080 yıllarında ise yapay şirketler, artırılmış insan ve insan ömrü, dijital gerçeklik ve giyilebilir görünmez teknoloji çözümleri yükselişe geçecek.
- Rapordaki “yapay zekânın teknolojinin demokratikleşmesini sağladığı” yorumu dikkat çekici olmakla birlikte yeniden ele alınmayı gerektiriyor. Daha önce “lüksün demokratikleşmesi” kavramı ile önümüze çıkan erişilebilirlik vurgusu, demokratikleşmenin sadece bir boyutunu ifade ediyor. Herkesin kullanımına açık olmasının yanında herkes için her an kullanılabilir olma kavramını eklememiz gerekiyor. Depremde herkeste cep telefonu bulunmasına karşın şebekenin ya da elektriğin bulunmaması nedeniyle kullanımın mümkün olmadığını gördük. Bu nedenle yabancıların “resilient” bizim sağlam ya da gürbüz dediğimiz altyapılar üzerinde gelişmeyi sağlayacak kullanım örneklerini oluşturmamız gerekiyor. Bu notu düştükten sonra rapordaki öngörüyü aktarmak isterim: “Rapora göre dijital dönüşüm yapay zekânın yaygınlaşmasıyla katlanarak hızlanıyor. Teknolojik gelişmeler bir yandan organizasyonların rekabet gücü ve verimliliğini artırırken, diğer yandan bireyler ve toplumlar arasındaki eşitsizliklerin giderilmesine yardımcı oluyor. Bu alanda ortaya çıkan kapsayıcı çözümler, gelişmekte olan ülkelerde sağlık hizmetlerine erişimi artırırken, kırsal bölgelerde eğitim olanaklarını genişletiyor. Teknolojinin demokratikleşmesi, daha fazla insanın yenilikçi araçlara erişimini sağlıyor ve küresel iş birliğinin önemini artıyor.”
- Yapay zekânın istihdama etkisine de değinilen raporda, “Yapay zekâ meslek uzmanları kategorisi altında yeni meslekler yaratarak, yakın gelecekte nitelikli işgücüne olan talebi önemli ölçüde artıracağı belirtiliyor. Ayrıca ekonomilere katma değer yaratan yapay zekâ fırsatlarından en iyi şekilde yararlanmak için dünyada internet erişimini artırarak dijital bölünmenin giderilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor” deniliyor.
- “Üretken Yapay Zekâ ve akıllı agent’lar otomasyonda ve kullanıcı deneyiminde kritik rol alacak” denilen Softtech 2025 Teknoloji Raporu’nda “Üretken yapay zekâ uygulamalarının gelecek beş yılda dijital dönüşümde başı çekeceği gösteriliyor. Öte yandan biyoteknoloji ve siber teknoloji yoluyla insanın zihinsel ve fiziksel becerilerinin artırılacağını öngören bir uzak gelecek tablosu çiziliyor. Bir yandan üretken yapay zekâ tabanlı akıllı ‘agent’lar daha fazla kişiselleştirme ve memnuniyet artışıyla müşteri deneyimini ‘insan deneyimine’ dönüştürürken; diğer yandan da sağlıkta daha hızlı teşhis, eğitimde daha etkin öğrenme deneyimleri ve iş dünyasında verimlilik artışı gibi alanlarda da olumlu sonuçlar doğuruyor” ifadeleri yer alıyor. Agentic AI olarak karşımıza çıkan yeni kavramın geliştirilmesinde şu andaki iş akışları ve müşteri deneyim merkezlerinde (eski çağrı merkezleri) süreçlerinin baz alınması, bana ileride çocukluk dönemi olarak adlandırmamız gereken bir deneyimi çağrıştırıyor. Agentic AI’ın gelişimi, yeni nesil deneyimler üzerine kurgulanacak ve kendini sürekli ileri taşıyan bir algoritma üzerinde olacak diye düşünüyorum. Şu andaki çağrı merkezi operatörlerinin kopyalanmasına dayanan uygulamalardan uzaklaştıkça ezber bozucu gelişime yaklaşacağız.
- “Yapay zekânın siber güvenlik risklerini yönetmek gerekiyor” vurgusunun da yapıldığı raporda “Derin öğrenme modellerinin şeffaflık eksikliği, bu teknolojilerin nasıl çalıştığını anlamayı zorlaştırırken, yanlış kararların nedenlerini izleyip düzeltmeyi oldukça güç bir hâle getiriyor. Öyle ki birkaç yıl içinde ‘Dezenformasyon Güvenliği’nin, şirketlerin görev tanımlarına dahil olması bekleniyor. Küresel düzeyde siber güvenlik tehditlerinin hem şirketler hem devletler için giderek daha karmaşık ve tehlikeli bir hâle geleceği öngörülüyor. Başta bankacılık sektörü olmak üzere, finansal sistemlerden savunma endüstrisine kadar birçok alanda verilerin güvenliğini korumak için siber güvenlik önlemlerinin artırılma ihtiyacı ivedi olarak ortaya çıkıyor” değerlendirmesi yapılıyor. Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2025 raporunda önümüzdeki iki senelik dönemde paydaş gruplarına göre küresel riskleri gösteren tabloda, “yanlış bilgi ve dezenformasyon” maddesi sivil toplum tarafında ikinci, uluslar arası kuruluşlar tarafında üçüncü, akademi, devlet ve özel sektör tarafında ise ilk sırada yer alıyor. Bu durum siber güvenliğin ötesinde bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Huawei D2 örneğindeki gibi veriye erişimi sağlama araçları gelişirken bu düzeyde yapılan yanlış bilgi ve dezenformasyon vurgusu olsa olsa gerçekliğin değiştiği anlamına geliyor olabilir. Bu düzeydeki bir ezber bozma (disruption) sürecinde riskler ve fırsatları çok daha farklı değerlendirmek gerekiyor.
Raporun tamamına ücretsiz olarak Softtech 2025 Teknoloji Raporu – Softtech linkinden ulaşılabiliyor.