Reklam üretiminden yayın aşamalarına uzanan her süreçte, bu dev sektör “görünmeyen el” olarak iklim krizine kayda değer bir etki yapıyor.
İklim krizinin gerisinde, çoğu zaman göz ardı edilen ancak son derece kritik bir aktör daha var: Reklam endüstrisi.
Reklam endüstrisi, küresel emisyonlara yüzde 2-3 gibi şaşırtıcı bir oranda katkıda bulunuyor. Bu rakam, sivil havacılık endüstrisinin yarattığı emisyona eş değerde. Sadece tek bir büyük reklam kampanyasının, ortalama 7 insanın bir yılda yarattığı karbon salımına eşdeğer (yaklaşık 70 ton) emisyon ürettiği tahmin ediliyor.
Reklam üretiminden yayın aşamalarına uzanan her süreçte, bu dev sektör “görünmeyen el” olarak iklim krizine kayda değer bir etki yapıyor. Dijitalleşmenin hız kazanması, bu etkinin daha da artacağına işaret ediyor.
Dijital mecraların ağır yükü
Günümüzde reklam pastasının en büyük dilimi dijital mecralara ait. Veri merkezleri, sunucular ve ağ trafiği reklam sektörünün karbon yükünü ciddi boyutlara taşıyor. Programatik reklamlar, her bir gösterim için sayısız sunucu çağrısı ve açık artırma işlemi gerektirdiğinden, emisyon artışında başı çekiyor. Sadece birkaç büyük pazarın verileri dahi görünmez ama devasa bir karbon yüküne işaret ediyor.
Geleneksel mecralar da hâlâ önemli bir emisyon kaynağı. Televizyon reklamlarının prodüksiyondan yayın altyapısına kadar farklı aşamalarda tükettiği enerji, göz ardı edilemeyecek bir karbon ayak izi yaratıyor.
Endüstri çözüm arıyor
Sektörün karbon ayak izini yönetmek için birçok girişim ve teknoloji hayata geçiriliyor. Örneğin, İngiltere merkezli AdGreen, reklam prodüksiyonlarında ölçüm ve rehberlik sunarak, kaynak tüketimini asgariye indirmeye odaklanıyor.
Dijital alanda ise öncelikle “gereksiz” veri aktarımını azaltmak önemli bir etkiye sahip. Yapılan bir araştırma, yarım saniyeden daha az görüntülenen reklamları tamamen kaldırmanın, toplam dijital reklam emisyonlarını yüzde 63 gibi ciddi bir oranda azaltabileceğini ortaya koyuyor.
Bu yalnızca çevreyi korumakla kalmıyor, aynı zamanda reklam bütçelerinin daha verimli kullanılmasını da sağlıyor. Sahte trafik (ad fraud) ve gereksiz envanterin önüne geçmek hem çevreci hem de finansal açıdan değerli çözümler üretiyor.
Türkiye’deki Durum
Türkiye’de reklam sektörünün karbon ayak izine ilişkin veri henüz sınırlı olsa da genel eğilimler dünya ile benzer. Dijital reklam yatırımları 2024’ün ilk yarısında yüzde 71 gibi ciddi bir paya yükselmiş durumda. Dijitalin ana mecra hâline gelmesi, veri merkezleri ve ağ trafiği kaynaklı karbon salımlarını artırıyor. Öte yandan, hatırı sayılır düzeyde TV ve açıkhava kullanımı ve bunların etkisi de sürüyor.
Küresel markalar, sürdürülebilirlik çalışmaları kapsamında, bu alanda da girişimde bulunmaya başladı. Örneğin Vodafone, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 13 pazarda yürüttüğü reklam ve medya faaliyetleri sonucu oluşan karbon ayak izini ölçtüğünü ve bir yıl içinde üçte birden fazla azalttığını duyurdu.
Küresel Koalisyon: Ad Net Zero
Sektörün ağırlığı düşünüldüğünde, bu konuyla ilgili yürütülecek çalışmaların ne kadar kritik olduğu net. Bir başka önemli konu da tüm sektörün yararlanabileceği küresel rehber ve programları geliştirmek.
Türkiye’de Reklam ve Pazarlama İletişimi Derneği (REPİD), bu konuda en önemli adımı atarak, küresel iklim eylem programı Ad Net Zero’nun imzacısı ve Avrupa Hub’ı Türkiye temsilcisi oldu.
REPİD, Ad Net Zero’nun 5 maddelik eylem planını hayata geçirmek için çok yoğun bir çalışma içinde. Bu eylem planının içinde reklam prodüksiyonu ile medya dağıtımından kaynaklanan emisyonları yönetmekten, düşük emisyonlu etkinlik planlamasına kadar geniş bir çerçeve bulunuyor. Tüm sektör adına heyecan verici bir referans olacak.
Reklamın Dolaylı Etkisi: Tüketim Çarpanı
Reklamcılığın iklim krizine katkısı yalnızca operasyonel karbon ayak iziyle sınırlı değil. Sektör aynı zamanda “tüketimi tetikleyen güç” olarak, neredeyse her alandaki faaliyetleri dolaylı şekilde artırıyor. İngiltere’deki “reklam tetikli emisyonlar yaklaşımı”, reklamların körüklediği ekstra tüketimin kişi başına karbon ayak izini yüzde 28’e varan oranda yükseltebileceğini gösteriyor.
Ad Net Zero’nun bir diğer odak noktası ise, reklam endüstrisinin daha sürdürülebilir davranışları teşvik etme potansiyelini kullanması. Bu da reklam verenlere, yalnızca ‘ürün satmak’ yerine sürdürülebilir yaşam tarzlarını destekleme görevi yüklüyor.
Sonuçta
Reklam sektörü, kitleleri etkileme gücüyle aslında iklim krizi konusunda önemli bir “değişim aktörü” olmaya aday. Bunun için, geniş bir ekosistem olarak, çevresel etkisini hızla azaltmak için elini taşın altına sokmalı. Dahası, sürdürülebilir sağlıklı bir gelecek için sahip olduğu etkin dönüşüm gücünü kullanmalı.
Bu, sektörün tüm oyuncuları için küresel ölçekte bir sorumluluk. Tam da bu nedenle, REPİD’in öncülük ettiği Ad Net Zero gibi inisiyatifler reklam endüstrisinin “görünmeyen el” olmaktan çıkıp, pozitif bir değişime hizmet etmesini sağlayacak.