“Bir toplumun eriştiği kültür düzeyini anlamak istiyorsanız, kadınlarının nasıl yaşadığına ve neler yapabildiklerine bakmalısınız.”
Anadolu el sanatları içinde en estetik gördüklerim arasında oyaları ilk sırada sayarım. İnce işçilik isterler. Hani göz nuru denir ya, o cinsten. Özenle seçilmiş renkli iplikler kullanılarak, iğne, tığ gibi hassas aletlerle işlenir. Çeyizlerin sahiplerine en gurur veren, görenlerin gözlerini kamaştıran sanatsal yapıtlardır bana göre. Yaygın şekliyle yemeni ve yazmaların süsü, çember işlemeleri olarak kullanılsalar da gömleklerin kol ve etek uçlarında da isteğe göre masa örtülerinden, yatak örtülerine, evlerdeki her mamulde görmek mümkündür oyaların bin bir çeşidini.
AKÜ Afyonkarahisar Kütüğü kitabında yazdığına göre iğne ve tığ dışında mekiklerle de üretilen oyaları, yalnızca güzellik anlayışının bir yansıması olarak kabul etmememiz gerekiyor. Sessiz iletişim dillerinden biridir yanı sıra. Tıpkı, çorapta, halı motiflerinde olduğu gibi Anadolu kadını, işlediği oyalar üzerinden yansıtır duygularını. Acılar, kederler, mutluluklar, sevinçler, istekler, beklentiler, oyaların nakışlarından bakışlara yansır.
Çalışma masamın üzerinde bir kitap duruyor. Aslında iki kitaptan oluşan ‘oya külliyatı’ ifadesini kullanmam daha doğru olacak, ilk görüşten bu yana bakışlarımı ayıramadığım sözünü ettiğim eser için. Yönetim Kurulu Başkanımız Hakan Güldağ’ın elinden aldığımda ilk ‘Oya-Anadolu Kadınının Eşsiz Sanatı’ başlığına hayranlık duymuştum. Arka tarafını çevirdiğimde bu kez bir başka kitap adını okumuş, ‘Oya-Özgün Bir Sanatın Tarihi Boyutu’ kitabıyla birlikte iki ayrı çalışmadan oluşan ‘Oya’ eserinin tasarımı ve kapsamı da haliyle ilgimi çekmişti.
Adnan Memiş Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı tarafından yazın dünyasına kazandırılan, iki ayrı kitaptan oluşan eser, Anadolu kadınının göz nuru uğraşlarından ‘oya’ el sanatına ilişkin en büyük çalışmalar olarak kabul edilebilir. Koleksiyoner-yazar Gönül Paksoy tarafından kaleme alınan ‘Anadolu Kadınının Eşsiz Sanatı’ adlı kitabın ilk satırlarında Adnan Memiş Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı Kurucu Başkanı Adnan Memiş’in, “Bir toplumun eriştiği kültür düzeyini anlamak istiyorsanız, kadınlarının nasıl yaşadığına ve neler yapabildiklerine bakmalısınız. Ben, Anadolu kadınlarının neler yapabildiklerine baktım, gözlerim kamaştı” sözleri karşılıyor okuru. Ardından gelen sunuş yazısında Memiş, oyaya hakkını ‘üç boyutlu heykelcik’ tanımlamasıyla veriyor.
Hafızasına yerleştirdiği ilk örneğin, annesinin yazmasındaki halleriyle kelebeklere benzettiği oyalar olduğunu dile getiren Gönül Paksoy, “Oya sanatını bir el sanatı olmaktan öte, çok nadir bir kadın sanatı olarak ele aldım” diyor. Gerçekten de her kütüphanede bulunmasını tavsiye ettiğim her iki kitaptan, oya işlemelerinin, yalnızca Anadolu’ya özgü bir el sanatı olduğunu öğreniyoruz.
301 sayfadan oluşan kitap, uçtan uça tüm Anadolu’da varlığını sürdüren oya işlemeciliğinin izini titizlikle sürüyor. Kullanılan ürünlerden, seçilen motiflere, renklere, malzemelere, yapım tekniklerine, Aydın’dan başlayarak tüm Trakya’ya Anadolu’ya uzanan en geniş coğrafyadan okura yansıtılan oya el sanatına ilişkin bilgilerin yanı sıra Anadolu kadınına ilişkin oya üzerinden yapılan sosyal ve psikolojik saptamalar, kitabın etki gücünü daha da artırıyor. Gönül Paksoy kitabının bir yerinde, “Oya kadının dilidir. Anadolu kadını her oyaladığında bir şeyler anlatır. Sözle ifade etmeleri çok zor olan duyguları oya ile ifade edip gerekirse armağan ettiler. Oyaları, mektupları oldu, türküleri oldu, şiirleri oldu. Parmaklarının ucuyla tuttukları küçük bir iğne ve incecik ipek ipliklerle yazdılar. Parmaklarını mürekkeplemeden sitem ettiler. Aşk, dostluk, nezaket içeren, çiçek açmış mektuplar gönderdiler” diyor.
Oya sanatı ile haşır neşir olanların sayısının artması, koleksiyonların büyümesi, bu alandaki tarih araştırmalarının ve etnografik boyutun gözler önüne serilmesini de zorunlu kılıyor. Sanat tarihi uzmanı, öğretim üyesi Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un ‘Özgün Bir Sanatın Tarihi Boyutu’ adı verilen, 181 sayfalık külliyatın diğer kitabı bu ihtiyacı gidermek için yazılıyor. İyi ki de yazılıyor. Nurhan Hoca, Başlarken adını verdiği giriş yazısında, “Araştırmalarımıza göre tüm İslam sanatı kollarında oldukça paralel gelişmelere sahne olan İran, Suriye, Mısır ile diğer komşu ülkelerde ve Orta Asya ülkelerinde oyaya rastlanmamıştır. İlk bakışta bir Anadolu sanatı olduğu anlaşılan oyanın Balkanlar’da da görülmesi pek hayretle karşılanmamalıdır. Çünkü Balkanlar, 14. yüzyıldan itibaren Osmanlıların devamlı göçleriyle İstanbul ve Anadolu kültürüyle beslenmiştir. Bu ilişki oyanın Balkanlar’da da yayılmasına yol açmıştır” diyor ve Türk kadınının yarattığı sanat kolunun izini kitabında, Orta Asya’dan günümüze kadar sürüyor.