ABD’nin dünyaya askeri ve parasal politikalarını empoze etmeye Trump döneminde hız vereceğini görebiliriz.
Trump’ın ABD’de ikinci kez göreve gelmesi ile birlikte hayatımız boyunca uluslararası ilişkilerde olmaz olmaz diyebileceğimiz her şey son günlerde olabiliyor. Oval Ofis’te ABD Başkanı Donald Trump, Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski arasında yaşanan siyasi tartışma tarihe geçecek nitelikte büyük bir iz bırakmıştır. Trump bir yandan Dünya ticaretinde arttırmakta olduğu gümrük vergileri ile herkes için çok daha maliyetli bir ortam yaratırken, diğer taraftan da uluslararası siyaset alanında kendisinden beklenen sürpriz hareketlere de hızla imzasını atmaktadır.
Financial Times baş yazarlarından Martin Wolf’un 25 Şubat tarihli yazısının başlığı “ABD Artık Batının Düşmanıdır” şeklindedir. Washington bir yandan Ukrayna desteğini hızla geri çekerken aynı zamanda Dünya’nın soğuk savaş dönemini geride bırakarak 1991 yılından bugüne kadar sürdürmekte olduğu savaş sonrasındaki askeri kontrol rolünü de terk etmek istemektedir.
2008 yılında ABD, 2010 yılında AB’de başlayan küresel kredi türevleri ve borç krizlerinin toplumlarda yaratmış olduğu işsizlik, gelir kaybı, enflasyon ve devletlerin finansal sistemlerini aşırı parasallaştırarak borsa yatırımcılarına uzun yıllar boyunca yüksek reel getiri imkanı sağlamalarının siyasi sonuçlarını son yıllarda çok net biçimde görmekteyiz. Dünya genelinde aşırı sağ partilerin oy oranlarında yükselişlerin yaşanıyor olması, popülist ve otokrat liderlerin ülke yönetimlerinde sürekli yer alıyor olması yeni bir dünya düzeni anlayışının beklenen neticeleridir.
Martin Wolf’un da yazısında aktardığı şekilde dünya genelinde artık “özgürlükler ve bağımsızlık” büyük bir tehlike altındadır. Siyasette liberal politikaların ekonomik kararlarda sosyal demokrasinin genel geçer bilinen ön kabullerinin hızla ters yüz edilmekte olduğunu görmekteyiz.
Savunma bütçesi, ABD’nin kendini sağlama aldığını gösteriyor
Trump’ın göreve geldiği 20 Ocak’tan bugüne kadar defalarca tekrarlamakta olduğu görüş, Amerika’nın artık sadece kendi sınırları ve Çin ile ilgilenecek olduğu gerçeğidir. Avrupa kıtası bundan sonra kendi güvenliğini kendisinin sağlaması gerekmektedir. Dünyanın en büyük savunma harcamasını yapmakta olan ilk 15 ülkenin 2024 yıl sonu bütçe büyüklüklerine baktığımızda, ABD’nin kendini oldukça sağlam bir pozisyona aldığı sonucunu vermektedir.
Savunma bütçelerinde ABD 968 milyar dolar, Çin 235 milyar dolar, Rusya 146 milyar dolar, Almanya 86 milyar dolar, İngiltere 81 milyar dolar, Hindistan 74 milyar dolar, Suudi Arabistan 72 milyar dolar, Fransa 64 milyar dolar, Japonya 53 milyar dolar, Güney Kore 44 milyar dolar, Avustralya 36 milyar dolar, İtalya 35 milyar dolar, İsrail 34 milyar dolar, Ukrayna 28 milyar dolar ve Polonya 28 milyar dolar şeklinde sıralanmaktadır. ABD’den sonra gelen 14 ülkenin toplam savunma harcaması bütçe büyüklükleri 1 trilyon dolar ile ABD bütçesine denk gelmektedir.
2. Dünya Savaşı sonrasında 1944-1971 yılları arasında Bretton Woods anlaşması ile Altın-ABD Doları üzerinden kurulan katı döviz kuru sistemi ile Dünya para sistemini idare etmeye başlayan ABD, o tarihlerde kurdurduğu IMF ve Dünya Bankası ile uluslararası ödemeler sistemi ve para yönetiminin tek hakimi olmak üzere çok önemli tarihi adımlar atmıştı. 1971’de o zaman ki Başkan Nixon, Dünya genelinde yaşanan petrol krizi ve ABD’de yükselen enflasyon neticesinde sistemden mecburiyetten çıkmak durumunda kalmıştı. 1970’li yıllardan itibaren ülkelerin serbest dalgalı, yönetimli dalgalı, katı biçimde dolar kuruna endeksli çeşitli döviz kuru sistemleri uygulama tercihleri ile ABD’nin bugünkü finansallaşma altyapısının kurulmasına destek verildiğini düşünebiliriz. ABD için mürekkep, filigram ve kağıt baskı maliyetleri dışında başka bir gideri olmayan ABD Doları emisyon ihraçlarından dünya genelinde elde ettiği senyoraj miktarı yıllık 2,3 trilyon dolar seviyesindedir. Uluslararası tüm emtiaların yıllardır ABD Doları ile fiyatlanmakta olduğunu, küresel merkez bankalarında rezerv para birimi sıralamasında halen %60 ile ABD dolarının ilk sırayı aldığını, Euro’nun halen %20 paya sahip olduğunu dikkate aldığımızda, ABD’nin dünyaya askeri ve parasal politikalarını empoze etmeye Trump döneminde hız vereceğini görebiliriz.
Ancak liderlerin geçtiğimiz hafta Beyaz Saray’da hararetli tartışmaları ile rafa kaldırılan Ukrayna’nın nadir madenlerinin çıkarılması, kullanılması ve liman gelirlerinden oluşan toplam gelir paketinin %50’sine ABD’nin 500 milyar dolarlık savaş bütçe desteği karşılığında uzun yıllar boyunca ortak olması düşüncesi gayri adil bir öneri olmuştur. Zira ABD’nin 3 yılın sonunda Ukrayna’ya vermiş olduğu yardımların maddi karşılığı 119 milyar Euro ile AB kurumları üzerinden verilen 116 milyar Euro’luk askeri olmayan ekonomik destekler ile AB üye ülkelerinin vermiş olduğu 87 milyar Euro askeri ve ekonomik yardım miktar toplamından çok daha azdır. Ayrıca Ukrayna’ya 3 yılın sonunda İngiltere 27 milyar Euro, Japonya 17 milyar Euro, Norveç 15 milyar Euro, Kanada 12 milyar Euro tutarında ekstra yardımlarda bulunmuşlardır. Bu rakamlara bakıldığında ABD’nin Ukrayna’nın olası maden gelirlerinin ½’sine el koymak istemesi oldukça haksız bir dış politika teklifi şeklinde gözükmektedir.
Esasında savaşın ilk aylarında Rusya’nın işgal ettiği Ukrayna’nın doğu bölgelerinde toplam 7,8 trilyon dolar değerinde maden rezervleri bulunduğuna dair harita geçtiğimiz hafta başında kamuoyu ile paylaşılmıştı. ABD’nin önerdiği mevcut anlaşma ile Ukrayna’nın elinde kalan topraklarından elde edilebilecek olan tahmini 7 trilyonluk dolarlık maden rezerv gelirlerinin de Trump’ın ifade ettiği ABD’nin 500 milyar dolarlık ekonomik faturası tahsil edilinceye kadar paylaşılması şeklindedir.
Zelenski sosyal medya hesabından en son yaptığı açıklamasında Ukrayna’nın ABD tarafından hazırlanan anlaşmayı her zaman ve uygun formatta imzalamaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Bu anlaşmayı daha fazla güvenlik ve sağlam garantilere yönelik bir adım olarak gördüğünü ve etkili bir şekilde işleyeceğini umduğunu ifade etmiştir.
Neticede geldiğimiz noktada ABD ve Rusya iş birliğinde ilerlediği gözlenen Ukrayna politikasının AB ve dünyanın geri kalanı ile büyük bir hesaplaşma içerdiği anlaşılmaktadır. Emlak tacirliği geçmişi olan popülist lider Trump ile otokrat Putin’in önümüzdeki dönemde dünyanın başına nasıl sorunlar çıkaracağını pek yakında göreceğiz.