II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan dünya ticaretini serbestleştirme eğilimleri 2008 ABD’deki Kredi Krizi ve 2008-2013 yılları arasında süren Güney Avrupa ülkelerinin ödemeler dengesi krizlerine kadar yoğun biçimde sürdürülmüştür. Küreselleşme süreci esasında iki ayrı doğrultuda gelişme göstermiştir. Birincisi, uluslararası ticaret örgütleri aracılığıyla yapılan çeşitli anlaşmalarla dünya ticaretinin serbestleştirilmesine dayanan küresel yaklaşım, diğeri de iktisadi birleşme hareketlerini kapsayan bölgesel yaklaşım olarak özetlenebilir.
Bu süreçte ekonomik küreselleşmenin üç boyutu dikkat çekmektedir;
– Ticari küreselleşme
– Mali küreselleşme
– Üretimin küreselleşmesi (çokuluslu şirketler).
Ancak uzun yıllara dayanan küreselleşmenin yaygınlaşmasındaki siyasal gelişmelerin etkisi de göz ardı edilmemelidir. 1980 sonları ve 1990 başlarında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile iki kutuplu (Batı ve Doğu Bloku) dünyadan tek kutuplu bir dünyaya geçilmesi böyle bir gelişmenin ana koşullarını hazırlamıştır. Finansal küreselleşme eğilimi, ülkelerin kısa ve uzun vadeli sermaye akımlarıyla uygulanmakta olan birçok ticari engelleme ve kısıtlamaları kaldırarak yurtiçi piyasalarını dünya piyasaları ile bütünleştirmelerinin bir sonucu olmuştur. Bu gelişmeler vasıtasıyla sermayenin uluslararası dolaşımında büyük artışlar ortaya çıkmış ve dünya adeta tek bir finansal piyasa durumuna dönüşmüştür.
Ekonomik küreselleşmenin üçüncü boyutu da üretimin küreselleşmesidir ki, bu da sınır ötesi üretimin hızla yaygınlaşmasını ifade etmektedir. Başka bir deyişle, günümüzde dünya üretiminin çok önemli bir payı çokuluslu işletmeler tarafından ana ülke sınırları dışında gerçekleştirilmektedir.
Kişi başı gelirin yükselişinin nedeni ‘teknolojik gelişmedir’
1750-1850 yılları arasında başlayan sanayi devriminden çok zaman sonra başlayan küreselleşme dönemi dünya ticaretine çok önemli katkılar sağlamıştır. Son 25 yıl içerisinde dünyadaki gelişmiş ülkelerde yaşanan ekonomik büyüme artışlarının ve kişi başına gelirlerindeki yükselişlerin en temel sebebi “teknolojik gelişme”dir. Son yıllarda yapay zeka, büyük veri analizi, makine öğrenmesi, yapay zeka donanımlı insansı robotlar aracılığıyla üretim ve hizmet sektörlerinde büyük değişimlerin ortaya çıkacağı açıktır.
Uzun yıllara dayanan bu olumlu gelişmeler 2008-2013 arasında yaşanan küresel finansal krizler ve 2021-2022 Covid dönemindeki ani global arz ve talep düşüşleri neticesinde tedarik zincirlerinde büyük kırılmalara neden olmuştur. Küresel arenada ABD’den gelen teknoloji devriminin karşılığında büyük biraderin uluslararası politika tercihlerinde Çin ile 2018 yılında başlatılan 1. ticaret savaşı mücadelesi bugün Trump ile birlikte 2025 yılında dünya sathına yayılmaktadır. 2018’den sonraki bu süreci “Küreselleşmeme Dönemi” (De-Globalisation) şeklinde tanımlamak mümkündür. Covid döneminde güvenilir ve sürdürülebilir yakın sınır ülkeler ile ticaret yapmak şeklinde üretim riskleri hızla aşağıya çekilmeye çalışılırken, Trump 2.0 dönemi ile birlikte gelişmiş en büyük güçler kendi sınırları içerisinde imalat sanayilerinin geliştirilmesine ağırlık vermeye hızla devam edecektir. ABD ve Çin gibi büyük ülkelerin yerel üretim güçlerini arttırabilmeleri için dünya genelinde enerji kaynaklarına hakim olma hedeflerinin yoğun olarak süreceğini bekleyebiliriz. ABD’nin Ukrayna’dan nadir metal rezervlerine ulaşmak istediğini açık bir şekilde açıklaması, Çin’in Afrika’da maden rezervlerine hakim olmak üzere 13 ülkede maden işletmeye devam etmesi bu politikaları uzantılarıdır. Çin ile Afrika arasındaki ticaret hacmi günümüzde $300 Milyara yaklaşmaktadır.
Ekonomik güç dengelerinde kartlar tekrar dağıtılıyor
ABD, 1946 yılında Bretton Woods anlaşması ile başlattığı Altın-Dolar eşitliği sisteminin ve akabininde dünya finans sisteminin kontrolünden sorumlu IMF, yerel kalkınma projelerinin finansmanından sorumlu Dünya Bankası gibi kurumların getirdiği siyasi ve ekonomik avantajları uzun yıllar boyunca kullanmıştır. O tarihlerden itibaren dünya genelinde mal ve hizmet fiyatlarının Amerikan Doları üzerinden fiyatlanıyor olmasının ABD’ye verdiği çok önemli güçler vardır.
Bugün ABD tarafından dünya siyaseti ve ekonomik güç dengelerinde kartlar tekrar dağıtılmaktadır. Uluslararası iktisat literatüründe “kutuplaşma teorisi” şeklinde ifade edebileceğimiz bu yeni süreçte tüm tarafların oyun teorisindeki kaybet-kaybet seçeneceğini seçmeleri durumunda çoktan çok azdan az mı? gideceğini hep birlikte yakında göreceğiz. Zira İsveçli iktisatçı Gunnar Myrdal tarafından ortaya atılan “Kutuplaşma Teorisi”ne göre zengin ülkeler daha zengin, yoksul ülkeler daha yoksul duruma gelmektedir.