Her geçen yıl etkisini daha çok hissettiren kuraklık ve su sorunu, kuru tarımı zorunlu kılıyor. Bunun en somut örneği Büyük Menderes Havzası’nda yaşanıyor.
Büyük Menderes Havzası sulama barajlarındaki su seviyesinin “kritik” noktada olması nedeniyle Aydın’da valilik kararı ile yüzde 50 oranında kuru tarım uygulaması başlatıldı. Devlet Su İşleri (DSİ) 21. Bölge Müdürlüğü görev sahasındaki Büyük Menderes Havzası’nda 2021 yılı sulama sezonundan bu yana, 5 yıldır havza bazlı sulama planlaması yapılıyor ve uygulanıyor.
Aydın Valiliği “2025 Yılı Sulama Sezonunda Uygulanacak Olan Havza Bazlı Su Dağıtım Planlaması Kararı”nda bu yıl ilk kez tarım arazilerinin yarısına su verilmeyeceği ve bu alanlarda kuru tarım yapılması gerektiği bildirildi. Kararda; Adıgüzel, Cindere, Kemer, Çine Adnan Menderes ve Gökbel Barajlarında bitki su ihtiyacına göre depolama durumunun “kritik” olduğu belirtilerek: “Depolanacak su,DSİ 21. Bölge Müdürlüğü tarafından inşa edilerek işletme bakım onarım ve yönetim sorumluluğu, Nazilli Sulama Birliği, Akçay Sulama Birliği, Bozdoğan Sulama Birliği, Aydın Ovası Sulama Birliği, Adnan Menderes Sulama Birliği ve Söke Ovası Sulama Birliğine devredilen sulama tesislerinden sulanan alanlarının tamamına yetmeyeceğinden 2025 yılı sulama sezonunda yüzde 50 kuru tarım uygulaması yapılacaktır.” denildi.
Çiftçi sulu tarımdan kuru tarıma geçmek istemiyor
Burada sözü edilen “kuru tarım” daha önce su verilen ve sulu tarım yapılan alanlara bu yıl su verilemeyeceği için susuz tarım yapılması anlamında kullanılıyor. Çiftçi açısından bakılınca sulu tarımdan kuru tarıma geçiş kolay değil ve gelir bakımından ciddi kayıpları olacak. Bu nedenle hiçbir çiftçi kuru tarıma geçmek istemiyor. Ancak, su sorunu kuru tarıma geçişe zorluyor. Bu nedenle kuru tarımı bilinçli yapmak için bilgilenmek gerekir.
Kuru tarım/kuru ziraat tarımsal üretimde bir yöntem. Geçmişte Türkiye’nin kuru tarım konusunda mucizeler yarattığı ve bu konuda büyük bir deneyime sahip olduğu biliniyor.
Kuru tarım gündeme gelince daha önce Eskişehir’de katıldığım uluslararası sempozyum ve o konuda yazdıklarımı hatırladım. Belki yararı olur diye paylaşmak istedim.
“Kuru Tarım, Yeniden” adıyla düzenlenen uluslararası sempozyum 19-20 Ekim 2022 tarihlerinde Eskişehir’de yapıldı. Eskişehir’de yapılmasının özel bir önemi vardı. Kuru tarım denilince akla gelen ilk isim Ali Numan Kıraç’tır. Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim amacıyla Amerika’ya gönderdiği ilk ziraat mühendisi. Türkiye’ye döndükten sonra 1929’da Eskişehir’de Dryfarming (Kuru tarım) Deneme İstasyonu kuruldu. Burada kuru tarımla ilgili yapılan başarılı çalışmalar “Türk Mucizesi” olarak literatüre geçti.
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin efsane başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen ile Tarım ve Gıda Etiği Derneği Başkanı Prof. Dr. Cemal Taluğ’un büyük çabaları ile yapılan sempozyum ile kuru tarım yaklaşık 100 yıl sonra yeniden gündeme getirildi. Aydın Valiliği’nin aldığı “yüzde 50 kuru tarım yapılacak” kararı aslında sempozyumun ne kadar isabetli olduğunu da gösteriyor.
Tarımda yeni bir anlayışa, bakışa ihtiyaç var
Tarım ve Gıda Etiği Derneği, sempozyum öncesi kuru tarımın önemini anlatan önemli bir çalışma yaptı. Hazırlanan bilgi notunu o zaman ayrıntılı olarak paylaşmıştım. Bugün o bilgiler çok daha önem kazandı. Bu nedenle bir kez daha özetleyerek paylaşıyorum.
“İklim krizi ve ona eşlik eden diğer krizler tarımın yaşamsal önemini bize yeniden hatırlatmakla kalmadı, insanlığın yeni bir tarıma olan ihtiyacını da açıkça ortaya koydu. Bundan böyle, tarıma yalnız ekonomik ve teknik açıdan bakamayız; onun ekolojik, sosyal ve kültürel boyutlarını görmezden gelemeyiz. İnsanın, toplumun ve doğanın yararına bir yeni tarım düzeninin ana ekseninde bilim ile etik değerler birlikte yer almalıdır.
Türkiye’nin yüzde 40’ı yarı kurak
Ülkemiz yüzölçümünün yaklaşık yüzde 40'ı yarı-kurak alanlardan oluşmaktadır. Bunun yüzde 60'ı Orta Anadolu'da, kalanı ise Güneydoğu Anadolu ile Kuzey ve Batı Geçit bölgelerinde yer almaktadır. Anadolu'da binlerce yıl önce başlayan tarım, büyük ölçüde yağışa bağımlıydı. Örneğin, Hitit topraklarında ekilen tahılın en az yüzde 80'inin kuru tarımla üretildiği kanısı yaygındır. Çevreleriyle çok uzun etkileşim geçmişine sahip Anadolu toplumları, zamanla yarı-kurak alanlara uygun tarım anlayış ve becerileri geliştirmişler, kuru tarım ile derin tarihsel, teknik ve kültürel bağlantılar kurmuşlardır. Bu birikim zamanla evrilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yöresel bilgiler, tarımsal/kırsal günlük yaşamla ilgili karar verme süreçlerinde bugün de yer yer kullanılmaktadır.
Kuru tarımla verimlilikte büyük artış sağlanmıştı
“Hakiki üretici olan köylü efendimizdir” diyen Büyük Atatürk'ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti çiftçilerimizin kuru tarım kültürünü bilimsel araştırmalarla bütünleştirmek ve geliştirmek amacıyla 1925 yılında Eskişehir'de Buğday Islah İstasyonu'nu ve ardından 1929 yılında Dryfarming Deneme İstasyonunu kurmuştur.
Ülkemizin kuru tarım konusundaki bilgi ve deneyim birikimi, o yıllarda dekara 60-80 kilo olan buğday verimini günümüzde 300-400 kilo düzeyine çıkartmış. Bu miktar son yıllara kadar artan nüfusun tüketim ihtiyacını karşılamıştır. Bu başarı güngörmüş Anadolu çiftçisinin birikimi ve emeği yanında, tarımsal araştırmacılar tarafından kuraklığa dayanıklı çeşitlerin ve uygun yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi sayesinde elde edilmiştir. Araştırma enstitülerinde yapılan temel araştırmaların, çiftçi şartlarında yürütülen denemelerin, demonstrasyonların, yayım çalışmalarının, Devlet Üretme Çiftlikleri’nde yapılan tohumluk üretme faaliyetlerinin ve teknik elemanların tutkulu çabalarının unutulmaması, ne denli büyük bir mirasa sahip olduğumuzun farkında olunması gerekmektedir.
Kuru tarımın önemi
Kuru tarım; başta halkımızın ana besin kaynağı olan buğdayın ve diğer temel bitkisel ürünlerin üretiminde büyük paya sahibi olmanın yanında; aile çiftçiliğinin korunması, kırsal alanların canlılığını sürdürmesi, kır yoksulluğuyla mücadele gibi açılardan çok değerlidir. Ekolojik değeri ise hiç tartışılamaz. Doğaya saygılı ve doğayla uyumlu bir tarımsal üretim faaliyeti olarak tüm doğal varlıkların korunmasını sağlayan kuru tarım, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakabilmemiz açısından da olmazsa olmazdır.
Yarı-kurak alanlarda nadas alanlarının değerlendirilmesi konusunda ülkemizin başarısı büyüktür ve uluslararası üne sahiptir. Araştırmacıların öncülüğünde tasarlanan ve ülkesel buğday üretim düzeyini en azından kendine yeterli durumda tutma ve kuru tarım alanlarından maksimum yararlanma ekseni etrafında geliştirilen Nadas Alanlarını Değerlendirme Projesi (NAD) 1982 yılında uygulamaya konmuştur. On yıl içinde, ülkenin toplam ekim alanlarının 1/3'inde yapılan 14 aylık nadas uygulaması, toplam alanın 1/5'ine kadar azaltılmıştır. Bunun yanı sıra, baklagil üretimi yüzde 125, buğday üretimi yüzde 20, arpa üretimi de yüzde 35 artırılmıştır. Türkiye, o yıllarda baklagil ihracatında dünya lideri konumuna gelmiştir. Ancak, ne yazık ki bu olumlu gelişmeler çeşitli nedenlerle sürdürülememiş olup, ülke günümüzde net baklagil ithalatçısı durumuna gelmiştir.
Su verimliliği ve kuru tarım
Su varlığı ve tüketimine gelince, ülke su varlığımızın yüzde 73'ü tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Buradaki etik olmayan uygulama, yüzey sulama(vahşi sulama) gibi en fazla su kaybına yol açan bir yöntemin hâlâ yüzde 70 oranında uygulanmakta oluşudur. Şimdilerde "su kısıtı olan bir ülke” niteliği taşıyan Türkiye'de tarım sektörü, bu kısıtlı kaynağı en fazla kullanan sektör olmakla kalmamakta, bir de bu suyu verimsiz ve ölçüsüz biçimde tüketmekte, böylece doğal kaynaklara zarar vermektedir, örn. erozyon, tuzlulaşma. Yapılan çalışmalar 2030'da Türkiye'nin “su sıkıntısı çeken ülke” olacağını göstermektedir. Tehlike kapıdadır.
Toplam tarım alanımızın yüzde 60'ının ekonomik olarak sulanamayacak olmasının yıllardır bilinmesine rağmen, günümüzde “sulama olmazsa tarım yapılamaz, gıda üretilemez” kanı ve algısının yaratılması ve giderek kamuoyunda yaygınlaştırılması, çiftçilerin ve tarım ve su politikalarının yanlış yönlendirilmesine, uygulamada doğal kaynaklara geri dönülemez zararlar verilmesine yol açmaktadır.
Günümüzde, ülkeler su kısıtı ve kuraklıkla baş edebilmek için, iklime dirençli kuru tarım inisiyatifleri ile çiftçilerin uyum kapasitelerinin geliştirilmesi yönünde çaba sarf etmektedir.
Ekonomik olarak sulanamayacak olan toplam tarım alanının % 60'ının içinde yer alan ve yıllık yağışın 400 mm'nin altında olduğu yarı-kurak alanların kendilerine özgü hassas ekosistemleri, su bütçesindeki kısıtlılık ve değişken iklim koşullarından dolayı yönetimleri hiç de kolay değildir. Burada özellikle araştırmacı ve yayımcılara büyük görev düşmektedir. Zaten kentleşme, sanayi, turizm, madencilik ve ulaştırma amaçları için yıllardır tarım dışına çıkarılan, bir yandan da erozyonla kaybedilen araziler ile son yıllarda ekonomik ve sosyal nedenlerle işlenmeden terk edilen araziler de göz önüne alındığında, artan nüfusun) ülke kaynaklarıyla beslenmesinin ne kadar tehlikeye girdiği ortadadır. Bir de sulu tarım yapılamıyor diye geniş yarı-kurak alanların potansiyellerine rağmen yeterince yararlanılmadan kaderine terk edilmesi başlı başına bir etik sorundur. Kuru tarım kavramının yeniden gündeme getirilerek toplam üretim içinde parlatılmasının tam da zamanıdır.”
Kuru tarımı öğrenmek ve uygulamak zorundayız
Öyle görünüyor ki bundan sonra kuru tarım daha çok gündemde olacak. Kuru tarım konusunda yapılacak çalışmalarda “Kuru Tarım, Yeniden Uluslararası Sempozyumu”ndaki konuşmalar, tartışmalar, bilgiler, veriler mutlaka değerlendirilmelidir.
Üzerinden 100 yıl geçse de, tarım ve bugün gündemde olan kuru tarım konusunda Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışmaları referans olabilir. Atatürk’ün bundan 100 yıl önce çağdaş tarım tekniklerini uygulamak ve ülke için bir model oluşturmak üzere kurduğu “Gazi Orman Çiftliği” uygulamaları çalışmalara ışık tutabilir. Amerika’ya eğitime gönderdiği Ali Numan Kıraç’ın Eskişehir’de kurduğu Dryfarming(kuru tarım) Deneme İstasyonu çalışmaları bugün karşı karşıya olduğumuz su sorunu, kuraklık sorunu için yol gösterebilir.
Susuz, kıraç topraklara hayat veren Ali Numan Kıraç "Drayfarming Araştırmaları" kitabında (1936) kuru tarımı şöyle anlatır: "Drayfarming, yağışı az olan veya yağmurları uygun zamanlarda düşmeyen bir bölgede, sulamaksızın başarılı ürün yetiştirmek usulüdür. Memleketimizde Orta Anadolu Yaylası az yağışlıdır. Trakya ve deniz kıyıları mıntıkalarımızda da bazen yağışların zirai mevsimlere dağılışında uygunsuzluklar vardır. Daha doğrusu kuraklık ve etkileri memleketimizin her yerinde zaman zaman ziraatımızı tehdit eder. Bu durumda, kuraklığın gereklerine göre ve memleketimizin ihtiyaçlarına uyan yerli bir ziraat sistemi ile çalışmak gerekiyor."
Türkiye’de kuru tarımın öncüsü olan ve “Kıraç” soyadını Atatürk’ün verdiği Ali Numan Kıraç’ın çalışmalarını ve yaşamını anlatan çok önemli bir kitap yayınlandı. Hulusi Turgut’un yazdığı “Atatürk’ün Ziraat Mühendisi/Ali Numan Kıraç” kitabını Suna ve İnan Kıraç Vakfı yayınladı. Bu kitaptan daha detaylı bilgiler alınabilir.
Özetle, Türkiye’nin birçok konuda olduğu gibi tarımda da önemli sorunları var. İklim krizi, kuraklık, su sorunu, girdilerde dışa bağımlılık, ithalata dayalı politikalar ve daha niceleri. Ancak, bunları çözmek bir yana çoğu zaman gündeme dahi gelmiyor. Ülke başka gündemlerle meşgul ediliyor. Hukukun, adaletin, demokrasinin olmadığı ortamda bu sorunları konuşmak ve çözmek mümkün olabilir mi?