“Özel mülkiyet saldırganlığının iki biçimi vardır; ilki, yoksulun zengini soyması, ani ve şiddetli; ikincisi zenginin yoksulu soyması, yavaş ve yasal.”
John Taylor
Türkiye dünyadaki gelişmelerden fazlası ile etkilenmekte. Bu da doğal. Çünkü ülkemiz hem dünyanın en büyük 20 ekonomisi içinde hem de Ortadoğu’nun çatışma bölgesinin göbeğinde yer almakta, bu da yetmezmiş gibi taraf durumunda.
Nereden Nereye
|
2022 Yıl Sonu |
Haziran 2023 |
Şubat 2025 |
Büyüme Oranı* |
6,2 |
4,6 |
3,2 |
Enflasyon Oranı |
29,7 |
38,21 |
39,05 |
İşsizlik Oranı** |
10,3 |
9,7 |
8,4 |
TCMB Faiz Oranı |
44 |
15 |
45 |
Döviz Kuru $/TL |
1,6 |
25,3 |
34,2 |
Kamu Borç Stoku (Milyar TL)*** |
258,9 |
5.617 |
9.579 |
Kamu Dış Borç Stoku (Milyon $)**** |
86.535 |
194.286 |
220.808 |
Türkiye Dış Borç Stoku (Milyon $)**** |
131.840 |
476.678 |
525.800 |
Kaynak: TCMB ve TUİK veri tabanı. *2023 için IIÇ. 2024 için yıllık büyüme oranı., **2023 için IIÇ., 2025 Ocak ayı, Mevcut iktisadi gerçekleşmeler ***2023 Haziran, 2024 Aralık, ****2023 IIÇ., 2024 IIIÇ.
Mevcut iktisadi gerçekleşmeler hükümetin 2023 seçimler sonrasında uyguladığı ekonomi programının istenilen sonuçları sağlamayacağını göstermekte. Nitekim geçen hafta açıklanan büyüme ve bu hafta açıklanan enflasyon verisi bu saptamamızı güçlendirmekte.
Büyümede tarım ve sanayinin payı düşüyor
Türkiye ekonomisi büyümeye devam etmekte. Ancak büyümenin motoru inşaat ve finans sektörü. Tarım sektörü ve imalat sanayinin GSYH içinde aldığı pay düşmeye devam etmekte. Nitekim tarım sektörünün GSYH’den aldığı pay 2022’de %6,5, 2023’te %6,2 iken bu oran 2024’te %5,6’ya geriledi. İmalat sanayinin payı aynı yıllarda sırasıyla yüzde 22,1, 19,5 ve 17,1 oldu. Buna karşılık inşaat sektörünün payı yine sırasıyla yüzde 4,9, 5,5 ve 5,9 düzeyinde gerçekleşti. Gayrimenkul sektörünün payı da aynı yıllarda GSYH ’de yüzde 3,7, 3,9 ve 5,1’e kadar yükseldi. Türkiye ekonomisi bu yıllarda adeta müteahhitlerce yönetildi. Bu olgu aslında bu yıllara özgü değil. Uzun dönemdir ekonomiyi yönetenler tercihlerini bu sektörden yana kullandılar.
Bu yazıda büyüme üzerine yapacağım ikinci ve son saptama bölüşüm üzerine. Açıklanan verilere göre Kişi Başına GSYH 15.463 dolar. Bu dört kişilik hane halkı için 61.852 dolar demek yani 2 milyon 258 bin TL. Asgari ücretin 22.000 TL, emekli maaşlarının 14.500 TL’de yığıldığı bir ülkede hangi aile bu gelire sahip? Elbette çoğu değil. Bu rakamlar bize Türkiye’de biri yer biri bakar noktasına geldiğimizi göstermekte.
Enflasyon programı uygulanmaya başlandığında oran yüzde 25,3 idi, gelir dağılımı bozuldu, vergiler özellikle dolaylı vergiler artırtıldı, araçlarda çift vergi bile alında. Sonuçta Şubat 2025 itibari ile oran yüzde 39 oldu. Üstelik buna bile hükümet sevinmemizi istiyor. Çünkü bir ara oran yüzde 85’i aşmıştı (Ekim 2022). Sıradan yurttaşa deniyor ki fiyatlar düştü. Fiyatlar düşmedi fiyat artış oranı düştü. Yani vatandaş yüksek enflasyon oranlarını hala hazmetmekle uğraşıyor.
Bu dönemde hükümeti (halkı değil) memnun eden gelişme ülkenin yeniden borçlanabilir ülke konumuna gelmesi. Bu da yüksek faiz oranları ile mümkün oldu. IMF’in mali denetimine girmemek için onlardan borç olmaktansa bankalardan borçlanmaya gidildi. Sonuçta 2023 haziran ayında kamu borç stoku 5 trilyon 617 milyar iken 2023’ün sonunda 9 trilyon 529 milyara yükseldi. Yani 18 ay da 3 trilyon 97 milyar TL’lik borçlanmaya gidildi. (Cumhuriyet hükümetleri AKP iktidar gelene kadar geçen 79 yılda sadece 258,9 milyar TL borçlanmıştı. Üstelik Osmanlı Devletinden kalan borçları da 1954 yılına kadar ödemişti. 2002-2024 arasında yine geçmiş hükümetlerin bu ülkeye kazandırdığı fabrikaları 70 milyara AKP -MHP hükümetleri sattı ve bu geliri de kullandılar).
Özel sektörde hükümetin izlediği iktisat politikasını kullanarak servet (sermaye kısmen) biriktirme konusunda oldukça atak davrandı. 2023 yılı ilk çeyreğinde özel sektör dış borç stoku 234,1 milyar dolar iken 18 ayın sonunda bu stoku 266,6 milyar dolara taşıdı. (Borçlanmanın 2002 yılındaki durumunu tabloyu kullanarak incelerseniz ülkenin nasıl borç batağına doğru sürüklendiğini görebilirsiniz).
Yeni bir kur dalgalanması kapıda
Türkiye, enflasyonu sadece faiz politikası ile kalıcı olarak düşüremez. Sorun yapısal ve maliye politikasının da kullanılmasını gerektirir. Yapının içinde tarım ve imalat sanayindeki üretimsizlik ve bölüşüm sorunu yatmakta. Bunlar da crony kapitalizm yöntemi ile çözülmez. Tam aksine ağırlaşır. Maliye politikasının kısıtı bütçe açığıdır. Bütçe açığını kapatmak için kamu harcamalarının fonksiyel yapısı değiştirildiği gibi kurumlar vergisini artırmak için büyük ölçekli firmalar vergiye tabi kılınmalı, bunun yanında hızla servet vergisi uygulamasına geçilmeli. Örneğin 80, 60 milyon dolarlık özel uçaklara binenlerden daha çok vergi alınmalı ve de uçakların bedelinin firmaların kurumlar vergisi matrahından düşürülmesinden vazgeçilmeli.
Bu çarpık tablo toplumun geniş kesimleri tarafından bilinmiyor. Muhalefet emekli maaşları üzerinden konuşmakla işini yaptığını düşünüyor. Halbuki Türkiye döviz kurlarını bu düzeyde tutmanın sonuna yaklaşıyor. Yeni bir kur dalgalanması kapıda. Nitekim 24 Ocak ile 25 Şubat arasında yani bir ayda Döviz Cinsinden Mevduattaki artış 8 milyar 858 milyon dolara ulaştı. Velhasıl parası olanlar yine TL’den kaçmaya başladı. Bu gidişatı Hükümet bildiği için gündemi terör örgütü ile barış yapmakla dolduruyor. Halbuki Türkiye’nin sorunlarını çözmenin yolu etnik/dinsel kimlikleri kaşımaktan geçmiyor. Türkiye demokrasi ve hukuk devleti sınavından geçiyor. Demokratik bir hukuk devletinde de demokratik haklar ve hukukun üstünlüğü konuşulur ve hâkim kılınmaya çalışılır. Eğer bunlar yoksa etnik kimliği size sakız olarak verirler, o kimliğin ağa babaları servetlerini artırırken sıradan yurttaşa sadece sakız çiğnemek düşer.
Şunu toplumun her kesimi bilmek zorunda: Gelir dağılımın bu kadar bozulduğu bir ülkede ortak bir toplumsal sözleşme üzerinde mutabık kalınamaz. Bu da ülkeyi karmaşaya ve kaosa sürükler. Bunu özellikle muhalefet iyice algılamalı ve ekonomide farklı paradigmalara yönelmeli. Dolayısıyla bu ortamda yapılacak bir Anayasa değişikliği tıpkı 2017 değişikliği sonrası yaşadıklarımız gibi kaosu daha üst noktaya taşır.
Okuma önerisi: David Runciman, Özgüven Tuzağı; İbrahim Semih Akçomak, Ahlaksız Büyüme.