1635 yılında Nottingham’da Mill Field’in görünüşüne bakarsak tarlaların geometrik şekilleri dikkat çeker. Aşağı yukarı 1000 yıl boyunca İngiltere’de malikânelere bağlı tarlaların şekilleri uzun ve dar şeritler şeklindeydi. 1719’da “çitleme” öncesi Staffordshire’da tarlaların geometrik tasarımına bakınca da aynı manzarayla karşılaşırız. 11. Yüzyıldan 19. yüzyıla kadar tipik bir Midland manzarasıdır. Büyük topraklar birbirlerinden uzakta, uzun mesafeler bırakarak dağıtılmıştır. Neden?
McCloskey (1976), “English Open Fields as Behavior Towards Risks” hasat korelasyonlarının mesafe 1 mil artınca %10 düştüğünü hesaplıyor. Kayıtlar her türden faaliyetin kayıt altına alındığını gösteriyor. Ancak lort ve serf/veya özgür köylü arasında bir borç verme/alma ilişkisi olmadığını, bu manada bir finansallaşmadan söz edilemeyeceğini gösteriyor. Hasatlar 1350 yılına kadar yüksek varyasyon gösteriyor. 0.35 varyasyon katsayısıyla hasat 12 yılda bir ortalama miktarının yarısının altına düşüyor. Kıtlık demek. Stoklar ya yok ya da çok düşük miktarda. Hasatlar yüksek oynaklığa sahipken geometrik şekillerle çizilmiş ve aralarına mesafe konulmuş tarlaların verimleri de farklılık gösteriyor. Neden böyle? Şokların veya kötü hasada yol açan nedenlerin bir kısmı yerel: Böcek istilası, don -Bu nedenle tarlalar değişik yüksekliklere yerleştiriliyor- yağmur, rüzgâr, ekilen ürünlerin farklı oluşu (buğday, mısır vs.), botanik nedenler vs. Malikâneler arasında hasat verimi mesafeyle doğru orantılı olarak düşüyor. McCloskey %24’e kadar düşen korelasyonlar buluyor. Tarlaların kesinlikle bilinçli olarak dağıtılmış olduğu açık. Peki, köylüler -soylu toprak sahipleri ve zengin köylüler dâhil- 1000 yıl boyunca ne yapıyorlardı? Köylüler rasyonel ekonomik aktörler miydiler? Buradan devam edersek köylüler aynı zamanda rasyonel politik girişimciler miydiler?
Çitleme öncesi “açık tarlalar” modeli verimsizlik, risk, stok yetersizliği, mülkiyet hakları, rasyonel ürün çeşitlemesi ve riske karşı portföyü dağıtma türü modern risk-finans literatürüne aşina kavramlarla ve homo economicus davranışı ile temellenmiş olabilir mi? (Robert M. Townsend, The Medieval Village Economy, Princeton University Press, 1993). Vietnam devriminde rasyonalitenin rolü neydi? Nikaragua devriminde rasyonel aktör teorisinin açıklama gücü, 1989 Romanya’sında başkaldıranların ne tür motiflere sahip olduğu, sosyalist sistemin çözülüşünde bireysel tercihlerin, inançların ve rasyonel-iradi eylemin rolü, 17. yüzyılda popüler isyanlarda rasyonalite ve köylü devrimlerinin genel bir analizine giriş köylülük temalarını oluşturuyor. Popkin (1979, 1988) Vietnam devrimiyle ilgili -söz konusu perspektiften bakıldığında- klasik ve belki de tek kaynak durumunda. Köylü toplumlarına ve devrimlerine bireysel rasyonalite hipoteziyle, istenirse neoklasik iktisat kuramının merceğiyle, yaklaşmanın dışında klasikleşmiş bakış tarzları da mevcut. Bunlardan birisi ve belki de en yaygın olanı moral ekonomi yaklaşımıdır. Diğer yaklaşımsa daha klasik bulunabilecek olan yapısal açıklama oluyor. Bilindiği gibi Skocpol (1990, 1994) bu yaklaşımın en önemli temsilcilerinden sayılıyor.
Köylü toplumlarına bakışta benzer sonuçlara götüren iki farklı yaklaşımın söz konusu olduğunu ifade edebiliriz. Bir bakış modernite ve kapitalizm öncesi tarım toplumlarının köylü cemaatleri şeklinde, dış dünyaya kapalı köyler biçiminde ve çoğunlukla ciddi bir kolektif mülkiyet öğesi barındırarak var olmuş olmalarından hareketle köylülerin rasyonel aktörler olmadığını, tersine moral kodlarla hareket eden piyasa öncesi aktörler olduklarını savunuyor. Aşağı yukarı aynı sonuçlara götüren bir başka bakış ise moral ekonomi teziyle ortaya konuyor. Terimin çağrıştırdığının tersine, köylü cemaatlerinin moral ekonomisi aktörler ahlaki davrandıkları ve kâr-zarar hesabı yapmadıkları için bu şekilde adlandırılıyor değil. Moral ekonomi ifadesi, tam tersine, köylülerin mevcut kurumlar ve moral kodlar çerçevesinde rasyonel davrandığını varsayıyor. Sadece, bu ortamda yapılan akılcı kişisel fayda-maliyet analizlerinin köylülerin refahı açısından bugünkü kodlarla daha ahlaki görülebilecek sonuçlara yol açtığı iddia ediliyor. Yani ‘moral ekonomi olmak’ davranışlardan daha çok sonuçlarla ilgili bir meseledir.
Bu bakışta vurgu toplum ve kurumların etkileşimi üzerindedir ve bireysel rasyonalite ancak bu ağ içinde anlam kazanmaktadır. Başka türlü söylersek, eski tarım cemaatlerinin moral ekonomisi aslında modern aktörlerle aynı rasyonelliğe sahip olduğu düşünülen eski toplum aktörlerini yalnızca kurumsal tasarımın farklı olması sayesinde modern dünyadan daha ahlaki sonuçlara ve daha adil bir refah dağılımına götürmektedir. Bu şekliyle moral ekonomi tezi heterodoks neoklasiklerin beğenisini kazanabilecek bir tezdir çünkü optimizasyon-rasyonalite dışında bir davranışsal postülaya gerek duymamakta, ortamın (kısıtların?) farklı olması sayesinde farklı sonuçlara ulaşılabileceğini söylemektedir. Klasik biçimiyle moral ekonomi tezi en iyi James Scott tarafından Scott (1976)’da ifade edilmiş bulunuyor.
Siyasi açıdan moral ekonomi tezinin narodnik bir çerçeveye yerleştirilmesinin mümkün olduğu hemen görülebilir. Zaman içinde kolay bozulmayan, antik zamanlardan beri muhafaza edilebilen komünalizm öğesinin başarılı bir performansla birleştiğini iddia etmeden moral ekonomi tezini savunmak kolay değildir. Narodnik görüşlerin Vietnam’dan İspanyol anarşizmine uzanan geniş bir yelpazeye yayıldığını ve hemen hepsinin cevherini muhafaza eden bir töz olarak tarım komününü (mir, pueblo vs.) modern kapitalizmin gelişmesinin karşısına koyduğunu hatırlayabiliriz. Öte yandan, moral ekonomi tezinin varsaydığı rasyonalite, hedefleri açısından, piyasa rasyonalitesiyle aynı değildir. Piyasa rasyonalitesi fayda veya kâr maksimizasyonunu amaç yaparken moral ekonomi yaklaşımında köylülerin de köy komününün de riski minimize ettiği veya güvenceyi maksimize ettiği postüle edilir. Moral ekonomi bir sigorta ekonomisidir.
Tarihi sosyolojinin, neoklasik/rasyonel politik kökenli veya değil, köylülüğe bakışını sadece iki teorik pozisyonla özetlemek doğru olmayacaktır. Kurtz (2000) köylülüğe bakışın ve köylü tanımlarının ne kadar farklılaşabildiğini ve aslında, tarihi sosyolojinin üzerinde anlaştığı bir köylü tanımının olmadığını belirterek temel yaklaşımları bir tabloyla gösteriyor. Tabloda minimalist olarak nitelenen yaklaşım neoklasik siyasal iktisat –rasyonel aktör, rasyonel politika- teorisidir ve köylü tanımı en geniş olan, köylülüğe en az fonksiyonalite ve yapı yükleyen yaklaşım budur. Yansıması olduğu kuram da ekonomilere sadece birkaç davranışsal varsayımı temel alarak bakmaktadır; tercihler, teknoloji, servet dağılımları. Kurtz’un Weberci olarak adlandırdığı yaklaşıma göre köylü sayılabilmek oldukça zor görünüyor: Bu yaklaşım köylülüğün sayılan tüm faktörler tarafından beraberce tanımlandığını düşünüyor. Antropolojik yaklaşımın bir hayli eskidiğini hesaba katarsak geriye kalan bu iki teorik çerçeve, Marksist ve moral ekonomi perspektifleri, vurguyu birbirinden farklı yerlere koyuyorlar. Her iki yaklaşımda da köylülüğün başka bir tarımsal sınıfa boyun eğdiği düşünülürken farkı yaratan Marksizm’in toprak mülkiyetine veya toprağın kontrolüne önem vermesi, moral ekonomi tezini savunanlarınsa mülkiyet ilişkileri yerine tarım komünlerinin kültürel yapılarının özgüllüğüne dikkat çekmeleri oluyor.
Köylülük konusunda Marksist çalışmalardan bahsedildiği anda ilk akla gelen Jeffrey Paige (1975) gerçekten de Anglofon modern tarihi sosyolojide Marksistlerin köylülüğe bakışlarını temsil eden en önemli araştırmacı sayılabilir. Ancak, Paige bir noktada burada bahsedilen diğer araştırmacılardan ayrılarak köylüleri zaten potansiyel devrimci saymıyor. Köylü tanımına toprak sahipliğini dâhil ettiği için ve mülk sahibi sınıfların devrimci olamayacaklarını düşündüğünden dolayı, Paige (1975) açıkça sadece tarım proletaryasını potansiyel devrimci sayıyor. Bu da Paige’i köylü isyanlarının rasyonalitesi konusunda önemli bir referans olarak ele almayı imkânsız hâle getiriyor. Açıktır ki uç teoriler limit örnekler sağlayarak karakterizasyon için ideal tipler, köşe taşları verme şansına daha çok sahiptir. En geniş köylü tanımını veren ve en az varsayımla çalışan rasyonel aktör teorilerinin sıklıkla yapısal –önemli ölçüde Weberyen yaklaşımla da örtüşen- modellerle karşı karşıya konulmaları bu yüzdendir. Peki, köylü devrimlerine katılanlar, kim olurlarsa olsunlar, rasyonel aktörler miydi? Rasyonel ekonomik aktörler olarak görülmeleri rasyonel politik aktörler olarak kavramsallaştırılmalarına oranla daha fazla dayanağa sahip diyebiliriz.