Orta Asya cumhuriyetleri, BM Güvenlik Konseyi'nin 1983 tarihli 541 ve 1984 tarihli 550 sayılı kararlarına destek verdiler. Bu iki karar, Kıbrıs'ta tek egemen olarak Kıbrıs Rum Kesimi'ni görüyor. KKTC'yi ise "yok hükmünde" sayıyor.
Türkiye geçen hafta Antalya Diplomasi Forumu üzerinden bir "diplomatik başarı" imajı oluşturmaya çalıştı. Ancak eş zamanlı yaşanan gelişmeler, Antalya'daki o şaşaalı toplantının kamuoyuna vermeye çalıştığı imajın tam tersinin yaşandığını, Türkiye'nin dış politika alanında kayıplar ve geri adımlarla boğuştuğunu ortaya koydu.
Orta Asya ülkeleri KKTC'yi terketti
Türk dış politikasındaki en büyük kayıp Kıbrıs davasında yaşandı. Nisan başında Semerkand'da gerçekleşen Avrupa Birliği-Orta Asya zirvesinde AB, Orta Asya cumhuriyetleri için 12 milyar Euro’luk bir yatırım fonu ortaya koydu; bunun karşılığı olarak ise -deyim yerindeyse- KKTC'yi Orta Asya'dan sildi.
Semerkand zirve sonuç bildirgesine imza koyan Orta Asya cumhuriyetleri, BM Güvenlik Konseyi'nin 1983 tarihli 541 ve 1984 tarihli 550 sayılı kararlarına destek verdiler. Söz konusu bu iki karar, Kıbrıs'ta tek egemen olarak Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanındığını, KKTC'nin ise "yok hükmünde" olduğunu ifade eden kararlar.
Oysa Türkiye, 2022'de KKTC'nin Türk Devletleri Teşkilatı'na "gözlemci üye" olarak kabul edilmesini "diplomatik zafer" olarak yansıtmıştı. Şimdi aynı Orta Asya Cumhuriyetleri, sadece üç yıl önce Türk Devletleri Teşkilatı'nda omuz omuza duracaklarını vaadettikleri KKTC'yi yok sayan AB bildirisinin altına imza atarak, bu "zaferi" Ankara açısından "yenilgi" haline getirdiler. AK Parti hükümetinden bu konuda hiçbir tepki gelmemesi ise ayrıca anlamlı.
Suriye'de geri adım
Bir başka ilginç gelişme ise Suriye konusunda yaşanmakta. Ankara'nın yıllardır "PKK terör örgütünün uzantısı" olarak kabul ettiği PYD-YPG'ye ilişkin söylem değişti. Önce AK Parti hükümetine yakın duran medya, ardından da bizzat AK Parti hükümet üyeleri PYD-YPG'den "Suriye Demokratik Güçleri" diye bahsetmeye başladılar.
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler PYD-YPG'yi ilk kez "Suriye Demokratik Güçleri" ismiyle andı. Bu adımın ilk Yaşar Güler'den gelmesi de önemli; Güler, subay olarak görev yaptığı dönemde bizzat PKK ile savaşan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin parçasıydı.
Sadece "isim değişikliği" deyip geçmemek gerek; Çünkü değişikliğin hikayesi bu işin arkasında kimlerin olduğunu da ortaya koyuyor;
Türkiye'nin PYD-YPG'yi resmen "terör örgütü" olarak nitelendirmesi üzerine örgüt, içine bazı Arap ve Süryani temsilciler de alarak, 2015 yılında adını "Suriye Demokratik Güçleri" olarak değiştirmişti. Temmuz 2017'de ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, isim değişikliğinin "Amerikan fikri olduğunu resmen açıklamıştı.
AK Parti hükümetinden gelen bu "söylem/isim değişikliğini", MHP Lideri Bahçeli'nin PKK elebaşı Öcalan üzerinden başlattığı "adı açılım olmayan" sürecin "ilk meyvesini vermesi" olarak kabul etmek yanlış olmaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kabul ettiği DEM Parti yetkililerinin, görüşme sonrası yaptığı açıklamalar ise, sürecin "ikinci meyvesinin" de Öcalan'ın salıverilmesi olabileceğine işaret etmekte. Hep birlikte göreceğiz...