İstanbul, seni hiç aldatmayacağım! Bunu hiç unutmamanı istiyorum. Belki yüzlerce kez söyledim, bazen de yazdım. Her defasında içimde aynı özlem, aynı tutku… Çünkü sen, sadece doğduğum şehir, çocukluğum, gençliğim değilsin; sen hayatımın ta kendisisin.
Senin sokaklarında büyüdüm, senin sesinle uyandım sabahlara. Galata Kulesi’nin sokağındaki evimde, kulenin gölgesinde hayaller kurdum, gençliğimi Boğaz kıyılarında bıraktım. En büyük hayal kırıklıklarımı senin kaldırımlarında yürüyerek atlattım.
Şair Kavafis’in dediği gibiydi her şey:
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. / Bu şehir arkandan gelecektir. / Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. / Aynı mahallede kocayacaksın; / aynı evlerde kır düşecek saçlarına. / Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.”
Dedim ya öyle de oldu. Hangi şehri gezersem gezeyim, hangi kıtaya adım atarsam atayım, senin silüetin peşimi bırakmadı. İstanbul, sen benim içimde yankılanan bir şiir, dinmeyen bir melodi, her zaman döneceğim tek limansın.
Başka kentler, başka sokaklar… Nice şehirleri adımladım. Kimi görkemli, kimi büyüleyici, kimi mistik… Ama hiçbirinde sende hissettiğim sıcaklığı bulamadım. Ne kadar uzaklara gitsem de dönüp dolaşıp yine sana geldim. Çünkü Kavafis’in dediği gibi, “Ömrümü nasıl tükettiysem burada, öyle tükettim demektir bütün yeryüzünde de.”
Beni en çok şaşırtan, en çok etkileyen şey, senden ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, seni içimde taşımaktan hiç vazgeçmemem oldu. Barselona’nın dar sokaklarında seni düşündüm, Paris’in ışıklı caddelerinde bile senin ıslak kaldırımlarını özledim. Ruhumu dinlendiren senin sabah serinliğin, mangallarda pişirilen kestanelerin kokusu oldu.
Kimileri şehirleri sevdiklerine benzetir, ama benim için senin yeri çok başka. Sen, İstanbul, yalnızca sevdiğim bir şehir değil, benim hayatımın kendisisin.
Galata Köprüsü’nden geçen balıkçı teknelerinin düdükleri hep kulaklarımdadır. Fatih’in bir zamanlar tarih kokan sokaklarında çocukluğumun izlerini götürürüm. Beyoğlu’nun kaldırımlarında gençliğimi hatırlarım. Bu nedenle hep sıla özlemi yaşarım; aynı cümle yankılanır zihnimde: “İstanbul’a dönmeliyim.”
Bağdat Caddesi’nde yürürken eski dostlukları, Üsküdar’da martılarla birlikte süzülen yılları düşünürüm. Kuruçeşme’nin kıyılarında Boğaz’ın sesiyle geçmişime giderim. Beşiktaş’ın arka sokaklarında gençlik anılarımı bulurum. Çünkü ne kadar değişsen de İstanbul, sen benim ruhumun aynasısındır.
Seninle büyüdüm, seninle yaşlanıyorum. Belki de hepimiz bir gün, döndüğümüz yerin yine İstanbul olacağını bilerek uzaklaşıyoruz. Çünkü senin gibi bir şehir, insanın yüreğinde kök salar.
İstanbul, bazen dalgalı bir deniz gibi öfkeli, bazen durgun bir göl gibi huzurlusun. Bazen caddelerin kalabalık, yorucu ve kaotik… Ama sonra bir vapur iskelesinde, bir çay bahçesinde, bir sokağın köşesinde yine şefkatini gösterirsin.
Bana Edip Cansever’in şu dizelerini fısıldarsın mesela:
“Hiçbir şey yalnız kalmıyor insandan başka dünyada.”
Senin koynunda hiç yalnız hissetmem kendimi. Bazen Yahya Kemal’in gözünden görmeye çalışırım seni:
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul…”
Ve her seferinde yeniden keşfederim. Orhan Veli gibi kulak veririm sesine:
“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”
Ben,nefes alışını da hissediyorum.
İstanbul, sen benim sevdiğim tek şehirsin. Başka kentler boş yere umutlanmasın. Seni hiçbir zaman bırakmayacağım, seni hiç aldatmayacağım.
Çünkü sen, İstanbul, benim doğduğum, büyüdüğüm, hayaller kurduğum, aşklar yaşadığım, özlem çektiğim ve hep döneceğim yer oldun.
İstanbul, benim için yalnızca bir şehir değil, bir sevda, bir vefa, bir hayat oldun.
Ve ben seni hep böyle sevmeye devam edeceğim…