Dünya Bankası’na göre Türkiye’nin deprem dayanıklılığını artırmak için altyapıya harcaması gereken tutar 400 milyar dolar seviyesinde.
23 Nisan’da öğlen saatlerinde İstanbul’da meydana gelen deprem, kentlilerin zihninde yıllardır yer eden büyük felaket korkusunu yeniden canlandırdı. Neyse ki bu kez can kaybı yaşanmadı. Ancak yaşanan panik, trafikteki kaos, toplu ulaşımın aksaması ve kamu kurumlarındaki tahliyeler bile tek başına şunu gösterdi: Türkiye, özellikle de İstanbul, hâlâ büyük bir depreme hazır değil.
Bu durum, ülkenin ekonomik ve yapısal kırılganlıklarının derinliğini yeniden hatırlattı. Olası İstanbul depreminin maddi ve beşeri sonuçlarını tahmin etmek için kendi yakın geçmişimize bakmamız yeterli. 2023 yılında yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremin yeniden inşa maliyetini 150 milyar dolar olarak hesaplamıştım. Yıkılan 300 bini aşkın konut, hasar gören kamu altyapısı, stok kaybı gibi kalemler bu toplamı oluşturuyordu. Kaybolan canların ise telafisi mümkün değil.
Ancak bu tablo, İstanbul için sadece bir gölge. Gerçek yıkım henüz yaşanmadı. Dünya Bankası’na göre Türkiye’nin deprem dayanıklılığını artırmak için altyapıya harcaması gereken tutar 400 milyar dolar seviyesinde. Bu miktarın büyük kısmı, 16 milyonu aşan nüfusuyla Türkiye’nin kalbi olan İstanbul’un risklerini azaltmaya yönelik olmalı.
Büyük İstanbul depremi ulusal ekonomik kriz anlamına gelir
İstanbul, tek başına Türkiye ekonomisinin yaklaşık üçte birini ihracatın ise yarısını temsil ediyor. Türkiye’nin finans merkezleri, limanları, ulaşım ağları ve kamu kurumlarının önemli bir kısmı bu şehirde konumlanmış durumda. Dolayısıyla İstanbul’da meydana gelecek büyük bir depremin etkisi yalnızca yerel değil, doğrudan ulusal bir ekonomik kriz anlamına gelir.
Depremin gerçekleşeceği an ile toparlanma arasındaki zaman aralığı, doğrudan kamu politikalarının önceliklendirilmesine bağlı. Şu anki haliyle, İstanbul’un yapı stokunun büyük bir bölümü hâlâ riskli. Kentsel dönüşüm projeleri ise hem hız hem de toplumsal katılım açısından yetersiz. Afet yönetimi planları masa başında iyi görünebilir (?) ama uygulamada ciddi zaaflar içerdiği her küçük sarsıntıda yeniden ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin doğal afetler karşısındaki bu yüksek kırılganlığı, yalnızca teknik veya mühendislik sorunu değil, aynı zamanda bir yönetişim, finansman ve toplumsal bilinç sorunudur. Yapılması gerekenler belli: Finansal kaynakların doğru önceliklendirilmesi, afet risk azaltımına ayrılacak bütçelerin artırılması ve merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında etkili bir koordinasyonun kurulması.
Her deprem, bize aynı mesajı veriyor: Geri sayım başladı. Sadece İstanbul için değil, tüm Türkiye için.