Kütüphaneler, insanlık tarihinin en kadim armağanlarından biri; medeniyetlerin hafızası, kültürün ve bilginin en sadık bekçileri. Kayıp uygarlıkların fısıldadığı hikâyeler, bu sessiz tanıkların sayesinde günümüze ulaşıyor. Kil tabletlerdeki çivi yazılarından parşömenlere, el yazması Kuran-ı Kerim'lerden matbaanın mucizesiyle çoğalan kitaplara, dijital arşivlerin sonsuzluğuna uzanan insanoğlunun yolculuğunda, kütüphaneler bilginin kalesi oldu.
Bugün, bilgiye saniyeler içinde ulaştığımız dijital bir çağda yaşasak da kütüphanelerin sunduğu derinlik ve güvenilirlik, onları vazgeçilmez kılıyor. İnternetin uçsuz bucaksız bilgi denizinde kaybolan hakikat, kütüphanelerin dingin raflarında saklı. İşte bu yüzden, 1964’ten beri her yıl Mart ayının son Pazartesi günü başlayan haftada kutlanan Kütüphane Haftası, yalnızca bir anma değil, bilgiye olan minnetimizi tazeleme fırsatı.
Kütüphane Haftası boyunca okullarda gençlerle bir araya gelmek, benim için bir tutkuya dönüştü. Onlara New York Halk Kütüphanesi’ni, Topkapı Sarayı Enderun Kütüphanesi’ndeki altın varaklı sayfalarını anlatırken, gözlerindeki ışığı görmek bana heyecan veriyor. Her defasında söylüyorum: "Bir medeniyet tüm hazinelerini yitirse bile, kütüphaneleri ayaktaysa, yeniden doğabilir." Çünkü kütüphaneler yalnızca kitapların değil, insanlığın ortak ruhunun saklandığı kutsal mekânlardır. Her kitap, geçmişle gelecek arasında bir köprüdür.
Benim için kütüphaneler, çocukluğumun sihirli binaları. Fatih Millet Kütüphanesi’nin rafları arasında kaybolduğum o saatleri hiç unutmadım. Haftalık ritüelim, iki ayrı abonelik kartımla altı kitap almak ve hafta sonunu sayfaların arasında geçirmekti. Tozlu kartotekste bir kitabın izini sürmek, define avına çıkmak gibiydi. Okuduğum her satır, beni yeni dünyalara götürürken, kendi kültürüme daha derinden bağlıyordu.
Bugün de her seyahatimde duraklarımdan biri kütüphanelerdir. Britanya Kütüphanesi’nin veya Ankara Milli Kütüphane’nin koridorlarında, o tanıdık kâğıt kokusu beni hep aynı huzurla sarar.
Çocuklara kütüphanelerin kıymetini anlatırken İskenderiye Kütüphanesi’nin küllerinden doğan hikâyesini anmadan geçmem. Bir zamanlar bilgeliğin beşiği olan bu efsanevi yapı, yok oluşuyla insanlığa büyük ders verdi: "Bilgiyi yok eden, medeniyeti yok eder." Aynı acı, Beytü’l-Hikme’nin Moğollar tarafından yakılışıyla, Bosna Milli Kütüphanesi’nin bombalanışıyla tekrarlandı. Tarih bize gösterdi ki, kütüphaneler bir milletin kimliğidir. Onları korumak, geleceği korumaktır.
Teknoloji, kütüphaneleri daha erişilebilir kıldı. Artık bir tıkla milyonlarca esere ulaşabiliyoruz. Ama şunu unutmamalıyız: Ekranlar bilgiyi hızlandırdı, kütüphaneler ise onu anlamlı kıldı. Dijital kataloglar, e-kitaplar, çevrimiçi arşivler, bu kadim bilgi tapınaklarını güçlendiriyor. Çünkü gerçek bilgi, derinlemesine okumakla, satırların arasında kaybolmakla keşfedilir.
Modern kütüphaneler, kitapların ötesine geçti. Sessiz kitap okuma etkinlikleri, yazar buluşmaları, sanat atölyeleri, gençler için kodlama dersleri… Onlar artık birer toplumsal buluşma noktası. Bir kütüphanede Nâzım Hikmet’in dizelerini dinleyebiliyor, bir diğerinde atölye çalışmalarına katılıyor, bilgiyi dolu dolu yaşıyorsunuz.
Bu yüzden diyorum ki: "Bir kütüphaneye adım atın. Çünkü her kitap, size yeni bir dünya vaat eder." Kütüphaneler, geçmişin mirasını taşırken geleceğin tohumlarını eker. Onlar bize hem köklerimizi hatırlatır hem de ufuklarımızı genişletir. Kütüphane Haftası, bu bilinci tazelediğimiz bir fenerdir. Çünkü kütüphaneler varsa, umut da var demektir.