Lenin’in, 19. yüzyıl sonunda Britanya’nın emperyalist politikalarıyla sermaye ihracı arasında bağ olduğu tezini Hobson’dan aldığı açıktır. Hatta hem Hobson hem de Hilferding’le teorik akrabalık kurduğu daha doğrudur. Lenin, Hobson’un modern emperyalizmin tarihi olarak somut iki özelliğini –ki Lenin’e göre Kautsky burada “sosyal-liberal” Hobson’un gerisindedir- açıkladığını yazar: (1) Çeşitli emperyalizmler arası rekabet (2) Mali olanın ticari olana hâkimiyeti. Burada finans kapitale bir atıf olmakla beraber bu atıf Hilferding’inki gibi güçlü değildir. Konsantrasyon ve tekelleşme Hobson’da yok gibidir. Bunun nedeni İngiltere’nin Lenin’in “koloniler, finans kapital ve emperyalist tecrübede en zengin” ülke demesine rağmen sanayi üretiminde Almanya’nın gerisinde kalmaya başlamış olmasındadır. Almanya hem finans hem sanayi sektörlerinde yoğunlaşma yaşar ve kartelleşirken İngiltere’de bunlar yoktur. Ancak Lenin’in sanayide yoğunlaşma, finans kapital, tekelleşme ve emperyalizm bağlantılarında Hilferding’e meyletmesi çok da doğru olmamış olabilir. Çünkü Hobson’da finans kapital üretimle alakası olmayan uluslar üstü bir varlık iken, Hilferding’de ulusal ve sanayi tröstleriyle iç içe bir varlığa işaret eder. Bunlar farklı bakışlardır. Lenin bu iki tanım arasında gidip gelmiş ve finans kapital terimini her ikisi için de kullanmıştır.
Hobson’un yazdığı dönemle, Hilferding’in yazdığı dönem arasında 10 yıla yakın, Lenin’le Hobson’un yazdığı dönem arasında da 15 yıl fark vardır. Lenin Hobson’u emperyalizmin kaçınılmazlığını reddettiği için Kautsky ile eşitlerken sadece politik bir eleştiride bulunmaktadır. Hobson’un kapitalizmde eksik tüketim tezini tartışmaz. Aslında Lenin Hobson’un eksik tüketim tezini kabul eder. İtiraz ettiği bu eğilimin kapitalizm koşullarında tersine çevrilebilme ihtimalidir ve burada Hobson’dan ayrılır. Lenin’in bir Hobson sorunu var mıdır? Evet. Aynı şekilde Lenin’in bir Hilferding sorunu da vardır. Mesele şudur: Hobson, Keynes’in 1930’da ifade ettiği gibi, eksik tüketim açıklamasına çok fazla bel bağlamıştır. Bu manada Hobson Rosa Luxemburg’a yaklaşır. Ancak Hobson (i) Marksist değildir (ii) İktisatçı-kuramcı değildir. Bu nedenle “emperyalizm ve sermaye birikimi” sorunu Hobson’da yer almaz.
Hobson tezlerini analitik ancak sadece tarihi ve siyasi anlamda analitik bir modele dayandırır. Bu modelin ekonomik dayanakları elbette ki vardır. Fakat Hobson bu dayanakları bir ekonomi kuramı temelinde teorikleştirmez. Rakamlara dayalı, betimleyici bir iktisadi tarih temelinde açıklama yapar. Oysaki tüm Marksistler, Bukharin, Luxemburg, Tugan, Hilferding gibi, soyut ve Kapital’e dayalı kuramsal çerçevelerden yola çıkarlar ve emperyalizmi Marx’ın iki departmanlı yeniden üretim şemalarının açtığı alanda kuramsal olarak açıklamayı denerler. Lenin’in sorunu bu alanların ikisini de kullanması, ancak ikisini de kuramsal alanlar olarak ayırıp tanımlamamasındadır. Bukharin, Lenin’in yerine, Bolşevikler adına bunu yapmayı dener. Lenin’in gençlik yazılarına geri dönmemesi ve emperyalizm/sermaye birikimi/kapitalist krizler üçlemesini Marksist bir büyüme/birikim kuramından kalkarak temellendirmemesi, sadece siyasi bir metne odaklanması onun emperyalizm yorumuyla zamanın orijinal kaynakları arasına teorik bir açı yerleştirmektedir.
Hobson’un kuramcı veya ekonomist olmaması emperyalizm analizinin çok eksik olmasına yol açmıştır. Tugan-Baranovskii İngiltere’de iş çevriminin nitelenmesinde Wesley Mitchell öncesi/Clement Juglar sonrası en önemli otorite sayılabilir. Ama Hobson Tugan’ı, Rusça yazdığı için olabilir, okuyamamıştır. Hobson’un sonradan yaptığı revizyonlarda da Tugan’ın Almanca ve Fransızca tercümelerine referans göze çarpmaz. Oysaki “emperyalizm 1880’lerde ortaya çıktı” tezi ortaya atılırken Britanya ekonomisindeki hangi değişiklikler sonucu bunun böyle olduğunu açıklamak gerekirdi. Lenin’in yazdıklarının bir ampirik durum saptaması olduğunu ve bir özdeşlik olmadığını kabul edersek, emperyalizm ve kapitalizmin tekelci aşaması terimleri bağlantılı ama farklı iki ayrı ‘olgular manzumesine’ işaret eder. Hilferding’den mülhem finans kapital adlandırması, Lenin tarafından kullanılmış olmakla beraber, tekelci aşama nitelemesinden daha az temel nitelik taşır ve onun bir türevi gibi görülebilir.
Lenin’e göre emperyalizm, yani en önemli sonucu itibariyle gelişmiş kapitalist ülkeler arasında savaş eğilimi, kapitalizmin tekelci aşamaya veya finans kapital aşamasına geçişinin, serbest rekabete dayalı kapitalizmin tam tersine dönüşmesinin zorunlu bir sonucudur ve ancak bu dönüşümle bağlantılı olarak somutlanabilir. Tekelleşme eğiliminin kendisi de kapitalizmin gelişmesinin zorunlu bir sonucudur. Emperyalizm ve tekelleşme/finans kapitalleşme özdeş olgular kümeleri değildir. Fakat emperyalizm tekelci kapitalizm çağında istenirse veya siyasi baskı sonucu vazgeçilecek basit bir dış politika tercihi de değildir. Lenin’ e göre emperyalizm yapısal ve zorunlu bir evredir.
Lenin’in açıkça taraf olmaktan uzak durduğu veya taraf olduğunu sezdirip uzaklaştığı teorik konu (emperyalizmin 10 anlamından birisi) “emperyalizm ve sermaye birikimi” olarak formüle edilebilir. Peki, realizasyon (gerçekleşme) sorunu veya pazar sorunu emperyalizmin analizinde ele alınması gereken ana teorik sorun mudur? Emperyalizmin (olası) saf teorisinin temelinde bu soru mu yer almaktadır? Hem Hobson’un emperyalizm sorununu bir dış pazar sorunu olarak ele alış biçimi hem Luxemburg’un tartışmalı yaklaşımı hem de Bukharin’in cevabı ve Hilferding’in dış pazar ve korumacılık temasını kartelleşmeyi hızlandıran bir mekanizma olarak görmüş olması pazar sorununun temelde yer alması gerektiğine işaret ediyor. Emperyalizm kuramının sadece pazar sorununa indirgenmesi elbette ki düşünülemez çünkü bu konu kapitalizmin kapitalist olmayan bir üçüncü sektörün (üçüncü şahısların) yokluğunda sonsuza kadar kendisini yeniden üretip üretemeyeceği, Marx’ın yeniden üretim şemalarının bu amaçla kullanılıp kullanılamayacağı tartışmasıdır ve mantıksal olarak, kısmen de kronolojik olarak, emperyalizm yazınını önceler.
Sermaye birikimi, eksik tüketim/aşırı üretim tartışmasında orijinal ve temel tez Tugan-Baranovskii’den gelmişti. Tugan’ın tezinin sadece Marksizm içi değil, genel olarak iktisat kuramında-büyüme teorilerinde önemli bir yerinin olduğu genel kabul görüyor. Hatta Naum Jasny Tugan’ı “tüm zamanların en büyük Rus iktisatçısı” sayıyor. Tugan’ın hem iş çevrimi kuramı, hem eksik tüketimin eleştirisi niteliğindeki genişleyen yeniden üretim şemalarından yola çıktığı piyasa-denge kuramı, hem de sektörler arasında tekdüze-aynı olmayan hızlarda büyümenin krizin nedeni olduğu yaklaşımı –ve kredi hacminin kriz kuramındaki önemi- Keynes ve Kalecki dâhil pek çok tanınmış iktisatçıyı etkilemiş görünüyor. Luxemburg’un Anti-Critique’de öne sürdüğü gibi “bir bütün olarak emperyalizm özel bir birikim yönteminden başka bir şey değil” ise, emperyalizm ve sermaye birikimi teması gerçekten de kuramın kalbi olmalıdır.
Hem Barnett’in çalışmaları, hem Besomi, hem de özellikle Mainwaring ve Colacchio Tugan’ın yaklaşımının yeniliğini vurgulayarak ortaya çıkan dinamiğin von Neumann patikasına yakınsadığı görüşüne değinerek geçiyorlar. Tugan modeli nedir? Bu model dinamik genişletilmiş yeniden üretim veya denge koşullarının araştırıldığı, genellikle Tugan’ın Marksist yazında eleştirilmesine yol açmış olan sadece üretim araçlarının üretildiği sektörün sürüklediği büyümenin pazar sorununa yol açmadan limitte sonsuza kadar devam edebileceği, sermaye birikiminin “üçüncü şahıslara” veya emperyalizme ihtiyaç duymayacağı koşulları inceler. Johann von Neumann’ın 1946’da İngilizceye çevrilen 1937 tarihli klasiğinde erişilen maksimal büyüme oranının varsayımlarının bir “köle ekonomisine” denk olduğunu, Tugan’ın bambaşka bir açıdan –mikroekonomi veya değer teorisi açısından- Dmitriev’in işaret ettiği olasılığa değinmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Tugan’ın Kautsky’nin eleştirisine yanıt olarak geliştirdiği ve genişletilmiş yeniden üretimden başlayarak sonsuza kadar gidebilecek bir kapitalist birikim sürecinin nümerik koşullarının daha genel matematiksel anlamda doğrulanabileceğini ama muhtemelen bir emek-değer teorisine değil, bir sermaye-değer teorisine götüreceğini vurgulayalım. Lenin’in Tugan-Kautsky-Luxemburg-Bukharin çizgisini –geçerken yaptığı değinmeler haricinde- tartışmaması emperyalizm kitapçığının daha çok Hobson üzerinden okunmasını kolaylaştırıyor. Kolaylaştırıyor ama Lenin’in analizini de -dönem siyaseti açısından elbette ki değil ama- genel teori açısından sığlaştırıyor ve sınırlıyor.