Mim Savaşları kitabının açılış yazısında Luke Sherlock’un yazısından bir anekdotun kısalttığım haliyle şöyle yazar: “Üniversitedeki ilk senemde, Oxford’un soğuk ve donuk bir sınıfında hocamı bekliyordum. Hocam Erik Swyngedouw Marksist bir düşünür. Elinde bir kahve fincanıyla sınıfa girdi ve ‘Elimdeki kahveyi görüyor musunuz?’ diye sordu. Bariz cevap ‘Evet, elbette görüyorum’du. Ama adamın lafı nereye getirmek istediğini merak ediyordum. ‘Kahveyi görüyorsunuz, ama Guatemala’daki tarlaları görebiliyor musunuz? Avrupa Birliği’nin gümrük vergilerini görebiliyor musunuz? Kahve işçilerinin ücret makbuzlarını görebiliyor musunuz?’ Hocanın ne demek istediğini yavaş yavaş anladım. Etrafımızdaki dünya kendiliğinden böyle olmamıştı. Böyle olmasının sebebi insanlardı, kanunlardı, tutumlardı.”
“Oyunun kuralları bu”
Tüm dünya karanlık günlerden geçiyoruz sevgili okur. Demokratik liderlik sahneden çekiliyor, burada tekrar saymaya gerek olmayan pek çok noktada ve şekilde kötücül fikirler etrafımızı sarıyor. En üzücüsü de her şeyin bittiğine, artık daha adil bir yaşam var etmeye dair kavramların döneminin bittiğine hızlıca inananların sayısının gittikçe artması. Sanıyorum bu çoklu kopuş dönemindeki en büyük sorun, hakikatle olan bağımızı, hakikatle olan ilişkimizi yitirmek. Toplumlar olarak ruhani çöküntüler içinde savruluyoruz, ümitsiz bir şekilde bekliyoruz. Dünyanın dört bir yanından farklı topluluklar bir kopuş yaşıyor. Tüm bunlar ve daha fazlasıyla hakikat hiç olmadığı kadar görünmez. Tıpkı bir kahve fincanının ardındaki işçileri, yani hakikati görememek gibi. Toplumsal değerlerden beslenen hakikatleri ü kaçırmamız gibi. Kocaman eleştirilerimiz olan küresel sistemik sorunların gündelik ilişkilerimize ve alanlarımıza yansıyan hakikatini hiç umursamamak gibi.
Hakikat ile olan bu kopuşumuz kendini farklı yerlerde göstermeye devam ediyor. Cinsiyetçi, homofobik bir girişimciyi hâlâ hiçbir şey olmamış gibi ilham sohbetlerinde ağırlamaya devam ederken; gençlerin ümitsizlikleri üzerinde kendini var edenleri uzman olarak anmaya devam ederken; sırf çok bilgili yaşlı bir erkek olduğu için toplumsal olarak reddetmemiz gereken medyatik akademisyenleri övmeye devam ederken; her an, her yerde insanlık olarak kenara bırakmamız gereken şeylere sımsıkı sarılırken; ama “oyunun kuralları bu” diyerek iç sesimizi bastırırken, her an hakikat ile koca boşluklar giriyor aramıza. Devamı ise malum: Gittikçe kimliksizleşen, acımasızlaşan, güç ilişkilerini yücelten ve zorbalaşan bir yaşam pratiği ile baş başa kalıyoruz.
Popülerin değil, hakikatin peşinden gitmeli
Yerinden edilenleri, talan edilen küresel müşterekleri, doğayı, kültürü, kısacası yaşama dair her bir varlık, her bir alan böylesine yok edilirken; bizler hakikatle aramıza konulan duvarlardan, kimin ne olduğundan, ne anlattığından, kim için nasıl bir kötücül alan ürettiğine bakmaksızın; seslerin, kalabalıkların, bazen de kendimizden bildiğimizin peşinden sürüklenip gidiyoruz. Bu bazen çok küçük gündelik bir karardan oluşuyor gibi görünse de büyük bir etkileşim çarpanıyla küresel gidişata doğru yayılıyor ve iç içe geçiyor. Geçtiğimiz günlerde Melis Alphan bir yazısında “Bu dünyada popüler olan matah sayılır ama değildir genelde. Popüler, çoğu zaman hakikatle arasına mesafe koyar. E çünkü, hakikatin şekli ne çarpıcı ne de gösterişli, reyting getirmez” demişti. Uzun süredir bunun üzerine düşünüyorum.
Geçtiğimiz her krizin temelindeki nedenlerden biri de bu popüler ile hakikat arasındaki o kocaman ve her geçen gün açılan mesafe. Bu bir nevi iç dökme yazısı sevgili okur. Coğrafyalar savrulurken, dünyanın dört bir yanında gençler geleceğe umutsuzlukla bakarken, yeni dünyanın kuralları vahşet üzerine yazılırken; bu sistemde ayakta kalmanın tek yolu ona benzemek gibi görünüyor. Oysa ihtiyacımız olan hakikat. Bir bardak kahvenin, adil, sürdürülebilir bir dünya yaratma niyetlerinin ve popüler söylemlerin arkasındaki o hakikat. Bu dünyada hakikati arayanlar ve onları anlatanlar var ve evet, sesleri en gür çıkanlar onlar değil. Gerçek bir dönüşüm, gerçek bir yeni ekonomi hikâyesi için o hakikatin peşinden gidenleri bulmalı, onlarla hemhal olmalıyız sevgili okur. Popüler olanın değil, hakikatin peşinden gitmeli. Aksi takdirde bir ceviz kabuğu dünya, boşlukta savrulan…