Net-sıfır hedefleri, kısa vadeli ekonomik ve politik kaygılar uğruna halının altına süpürülüyor.
Dünyanın siyasi, ekonomik ve jeopolitik gündemi, bugün sürdürülebilirlik ajandasına karşı giderek daha açık bir muhalefet dalgası -yeşil geri tepme- (greenlash) yaratmış durumda. Eskiden kapalı kapılar ardında yürütülen itirazlar, artık kamuoyu önünde açık açık dile getiriliyor.
Net-sıfır hedefleri, iklim değişikliğiyle mücadele ve çevresel-sosyal etki odaklı politikalar, kısa vadeli ekonomik ve politik kaygılar uğruna halının altına süpürülüyor. Bu geriye dönüş dalgasından en çok etkilenenlerin başında ise yatırımcı baskısı altındaki iş dünyası geliyor.
BP’nin yeni CEO’sunun, şirketin “çok ileri, çok hızlı” davrandığını söyleyerek yeşil enerji yatırımlarını yılda 2 milyar dolara indirip, petrol ve gaz için 10 milyar dolar yatırım yapacağını açıklaması, bu eğilimin en somut örneklerinden biri.
Yeşil dönüşüm değil, ek kaynak!
İklim değişikliği konusundaki endişeler, ilk başlarda fosil yakıtlardan hızla uzaklaşılacağına dair beklentileri yükseltmişti. Bu yönde olumlu adımlar da atıldı. Son 15 yılda, yenilenebilir enerji neredeyse sıfırdan başlayıp, bugün küresel elektrik üretiminin yüzde 15’ini oluşturur hale geldi.
2024 çifte rekora sahip bir yıl oldu. Bir yandan yenilenebilir enerji üretimi, diğer yandan petrol ve kömürden elde edilen enerji üretimi tüm zamanların en yüksek seviyelerine ulaştı. Toplam arza bakarsanız, fosil yakıtlardan üretilen enerjinin payı yıllardır neredeyse değişmiyor.
Yenilenebilir kaynaklardaki büyüme, geleneksel enerji kaynaklarını yerinden etmek yerine, bunların üzerine ekleniyor. Yani, yeşil enerji dönüşümünden değil, aslında artan enerji ihtiyacına karşı ek bir kaynaktan bahsediyoruz.
Dönüşümün faturası el yakıyor!
Gerçek yeşil dönüşümün önündeki en büyük engellerden biri maliyet. Bu maliyeti kimin karşılayacağı konusunda ise büyük belirsizlik (ve isteksizlik) var. Yüksek emisyondan sorumlu küresel kuzey ülkelerinin bu dönüşüm için yıllık GSYİH’nın yaklaşık yüzde 10’unu harcaması gerek. Bu da konuyu finansal açıdan neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Sadece bu da değil. İklim değişikliği ile ilgili hedefler ekonomik büyüme, enerji güvenliği, jeopolitik unsurlar ve artan küresel gerilimlerle daha da karmaşık hale geliyor. Dolayısıyla, politika yapıcılar ve iş dünyası bu karmaşıklığı yönetmek yerine, en azından şimdilik bundan uzak duracak şekilde pozisyon alıyor.
Dünyanın en büyük yatırım şirketi BlackRock, daha önce çevresel konuların güçlü bir savunucusuyken, şimdi tamamen tersine hareket etmeye başladı. Şirket, NZAM (Net Zero Asset Managers) iklim inisiyatifinden ayrıldı, DEI (çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık) hedeflerini sonlandırdı ve ESG fon lansmanlarını durdurdu.
Artan jeopolitik gerilimler!
Jeopolitik rekabet, konuyu daha da içinden çıkılmaz hale getiren bir diğer faktör. ABD ile Çin arasındaki rekabet, yenilenebilir enerji için gerekli nadir toprak elementleri ve batarya teknolojilerinde (yeşil) tedarik zincirinin nasıl şekilleneceğini yakından etkiliyor.
Çin, yenilenebilir enerji altyapısı için gerekli değerli metallerin işlenmesinde baskın konumda. Doğal olarak, ABD ile Çin arasında artan gerilimin, temiz enerji teknolojilerini yavaşlatması ve enerji dönüşümünü sekteye uğratması beklenebilir.
Bir diğer kritik faktör de veri merkezleri ve kripto madenciliği gibi yoğun enerji tüketen sektörlerin büyüme hızı. Yeni nesil yapay zekâ algoritmaları devasa işlem gücü gerektiriyor ve bu da enerji geçişi üzerine ek bir baskı oluşturuyor. Yalnızca ABD’de elektrik talebinin 2050’ye kadar iki katına çıkacağı öngörülüyor.
Zamanımızın en ağır sorumluluğu!
Bütün bu çok katmanlı zorluklar, politika yapıcıların ve şirketlerin, gerçek dönüşümün getireceği ekonomik ve siyasi maliyetlerden kaçınmasına yol açıyor. Günümüzün mevcut gerçeklerini elbette göz önünde bulundurmak lazım. Ama bu, bazı konuların artık yapıcı bir samimiyetle konuşulması gerekliliğini de ortadan kaldırmıyor.
Günümüzde “yeşil dönüşüm” adı altında yürütülen politika ve uygulamalar, köklü bir değişim yerine mevcut fosil yakıt düzeninin devamını gizleyen bir kılıfa dönüştü. Kısa vadeli ekonomik ve siyasi beklentiler de net sıfır hedeflerini retorik düzeye çekti.
Dünya çapında kömür ve petrole yatırımlar sürerken, “yeşil” etiketli projeler fosil yakıt altyapısının yanına yalnızca eklemleniyor. İklim krizinin aciliyeti ise göz ardı ediliyor. Oysa, gerçek bir dönüşüm, ancak fosil yakıtlara verilen açık ve gizli sübvansiyonların kesilmesi, madencilik ve üretim süreçlerinde sıkı çevresel standartların uygulanması ve küresel bir iş birliğiyle mümkün.
Trump ile bunun çok ama çok zor olacağını maalesef kabul etmemiz gerekiyor. Ama, bu adımlar atılmadıkça, yeşil dönüşüm de büyük ölçüde vitrinde kalan bir söylem olmaya mahkûm. Dolayısıyla, ya söylemden (kendimizi kandırmaktan) vazgeçelim ya da eyleme geçelim. Bu seçim, insanlığın ve gezegenin kaderi açısından, zamanımızın en ağır sorumluluğu olarak sırtımızda.