Ünlü tarihçi Yuval Noah Harari, bireyin gezegende yaşayan diğer canlılardan farkının fiziksel güç veya zeka olmadığını söylüyor. Bizim tek meziyetimiz hikaye anlatmak. Bu sayede güçlü olmayı başarıyoruz. Çünkü bu yeteneğimizle her şeyin temeli olan güven duygusu geliştiriyoruz.
Bakın çevrenize, ekonomik sistemler ve finansal ağlar ortak bir paydaya bağlı. Dünya güven üzerine dönüyor ama güven karaborsa.
En zeki bizler, güveni, palavra hikayelerle zayıflattığımız için yerine bizden daha fazla ve daha hızlı hikaye üretebilen yapay zekayı geliştirdik, yapay zeka sürekli üretip, taze hikayeler geliştiriyor ve yayıyor. Bunun üzerinden tuhaf bir güven sistemi inşaa ediyoruz.
Aslında para pul
Harari’nin hikaye ve güven ilişkisini aktarırken kullandığı para örneğini anımsıyor musunuz, ; para, hepimizin inandığı bir hikaye. Değerini ona duyduğumuz inançtan alıyor. Tarihçi diyor ki, “para temelli bir sistemden, bilgi temelli bir sisteme geçtik.” Bunu söylerken, Google gibi şirketlere işaret ediyor, burada geçer akçenin para değil, veri olduğuna dikkat çekiyor.
Doğru… Bu şirketlere her şeyimizi teslim edecek kadar kontrolsüz güveniyoruz. Emanet ettiğimiz kişisel bilgilerimiz karşılığında ücretsiz hizmet alıyoruz. Onlar bizim verilerimizle yeni nesil sistemle zenginleşiyor biz de onların yazdığı hikayeler üzerinden “geleneksel” yöntemlerle “para” kazanarak zenginleşmeye çalışıyoruz. Kazancımızı yine onların bize anlattığı hikayelerdeki ürün ve hizmetler arasında yaptığımız seçimlere harcıyoruz. Bu alışverişte onlar büyük veri setlerine sahip oldukça büyüyor ve yakalanamayacak kadar güçlenip zenginleşiyorlar.
İtiraf edelim, ilişkiyi çözemiyoruz
Buraya kadar Harari kitaplarını okuyan, konuşmalarını dinleyen herkes üç aşağı beş yukarı ne dediğini biliyor ve geliyoruz bugüne! İnsanın kısıtlı zekası ve sonsuz hikaye gücüyle başlayan bu serüven, kısa süre içinde “yapay zeka” üzerinden birkaç kişinin kontrolünde bir tehlike topuna döndü.
Dikkatimi çeken bir araştırmayı sizlerle paylaşmak istiyorum. TikTok ve Instagram gibi sosyal medya platformlarının kullanıcı refahı üzerindeki etkileri ölçülmüş. Bugüne kadar çoğunlukla bireysel analizler üzerinden yürütülen tüketici refahı analizleri, toplam tüketimi sabit tutuyordu. Bir ürün ne kadar çok tüketiliyorsa o kadar çok beğeniliyor ve fayda sağlıyor diye kestirme sonuca ulaşıyorduk. Tüketimin sosyal boyutu konuyu karıştırıyor. Hiçbir çaba ve bağlantıları olmadan Harari’nin öngörülerini doğrulamışlar. Hatta kutu dışına çıkmış özellikle de platformların dışındaki kullanıcılardaki etkilerini ortaya çıkarmışlar. Sistem saadet zinciri; giriş var, çıkış yok.
Ne kaçırıyorum?
Chicago, California, Berkeley, Bocconi, Cologne üniversitelerinden araştırmacılar tüketim alışkanlıklarını inceleyerek bireysel ve ürün piyasası refahını hesaplamışlar. National Bureau of Economic Research’in yayınladığı çalışmaya NBER Working Paper No. 31771 aramasıyla ulaşabilirsiniz.
Çalışmanın ilginç detayı; “ürün piyasası tuzağı” kavramı. Sosyal medya kullanıcılarının sayısının artması, platformu kullanmayan kişiler üzerinde baskı yaratıyor. Bunu “sosyal dışlanma ve kaçırma korkusu” diye tanımlıyorlar. Kullanıcılar, platformlardan negatif fayda sağlasa da dışlanmamak için kullanmaya devam ediyorlar. “FOMO”. Akademik olarak tescil edilmiş. Anlayacağınız, herkes diğeri de orada diye platformda. Ürün piyasası tuzağı denilen ekonomik terim bir tür kölelik.
Köle hastalığı
Ekonomik araştırma adeta bir sosyal analize dönüşmüş. Bireylerdeki olumsuzlukları psikolojik ve sosyal düzeyde sıralıyor; birincisi, sosyal dışlanma ve kaçırma korkusunu (FOMO) tekrar etmemin nedeni onunla gelen davranışın altını çizmek ki o da kendilerini medya platformlarını daha fazla kullanmaya, daha fazla sosyal etkileşimlerde yer almaya zorlayan yığınlarla insan.
İkinci çıktı, kayıp zaman. Kaybolan kıymet olarak zamanın ekonomik karşılığını hesaplayan bir araştırma bulur bulmaz paylaşacağım.
Üçüncü çıktı, psikolojik sağlık sorunları. Sürekli sosyal medya kullanımı, özellikle de başkalarının hayatlarına dair sürekli paylaşımların izlenmesi, tükenmeyen kıyaslamayla sonuçlanıyor. Kaygı, depresyon diye özetleyebilirim. Ve herkes kendisini “yetersiz” veya “başkalarından daha az başarılı” hissediyor olması hali. Tuzak!
Taze hikaye
Platformlar taze içerik bombardımanı stratejisiyle dönüyor, yapay zeka “karanlık fabrika” misali 7-24 görev başında. Sürekli hikaye yazıyor. Yazdıkça yazıyor. Doyma hissi yok. Zekasını emanet vermiş birey, zihinsel yorgunluk yaşıyor. Tükenmişlik hissinde kayboluyor. Bağımlılık başkalarının sözde mükemmel görünen yaşam tarzlarına karşılık “başarı paylaşımı” rekabetine dönüşüyor.
Araştırma bulguları
Bireysel Tüketici: TikTok ve Instagram kullanıcılarının çoğu, bu platformları kullanarak olumlu refah sağlıyor. TikTok, Instagram’dan yaklaşık 10 puan yüksek.
Ürün Piyasası: Sistemin dışında kalanları dikkate aldığımızda, TikTok dışındakiler Instagram dışında kalanlardan yaklaşık 20 puan daha olumsuz etkileniyor.
Ağ Etkileri: İçindeyseniz iyi dışındaysanız kötü. Detayları görmek üzere araştırmaya yönlendirmek isterim.
Deaktivasyon Tercihleri: Bu da ilginç. Sorunca birçok kullanıcı, sosyal medya platformlarının olmadığı bir dünyada yaşamayı tercih ettiğini söylüyor. Ama orada kalıyor.
Tatlı hakaret
Harari’nin yakında insan toplumlarını sürdüren hikayelerin yapay zeka tarafından yaratılmaya başlanacağı kehanetinin üzerinden ne kadar geçti? Siz deyin üç ben diyeyim beş yıl… Bakar mısınız; güçlü öngörüler bile hızla pul oluyor. Ünlü tarihçi, toplumsal ve politik bir deprem beklediğini söylüyor; “Yazılı basın veya atom bombası gibi önceki teknolojilerden farklı olarak, yapay zeka kendi başına karar alabilir ve yeni fikirler yaratabilir. Yapay zekanın finansal kararlar alıp, yeni finansal araçlar icat edebilmesi, tarihsel olarak insana ait olan bir yetenekti” diyor.
Yapay zeka gücünün çok az sayıda ülkede yoğunlaştığını biliyoruz. Sanayi Devrimi sonrasında da aynısı olmadı mı; birkaç ülke dünyayı domine etti. ABD’deki yeni düzen bu hızı geometrik olarak artıracak. “Daha ne kadar kötü olabilir” demeye devam edecek miyiz? Sanırım biz çok tembeliz. Kendimiz için bulabildiğim en tatlı hakaret bu.