Aşırı iyimserlik sergilemek, PKK’nın savunucularının ekmeğine yağ sürebilir.
Herkes uluslararası ortamın hızla değiştiği konusunda ittifak ediyor. Siyasi liderler, değişimin ülkelerini nasıl etkileyeceğini kestirmeye çalışıyorlar. Türkiye, bu bakımdan bir istisna değil. Şu anda Türkiye’nin gündemindeki üç sorun uluslararası gelişmelerle ilişkili. İlk konu ABD ve Avrupa arasında güçlenen güvenlik uyuşmazlığının Türkiye’yi nasıl etkileyeceği. Her iki tarafın da Türkiye’nin desteğini arayacağı, dolayısıyla ülkemize yakınlaşmak isteyeceği konusunda yaygın bir oydaşım var. İkinci konu Türk hükümetinin PKK ile uzlaşma ve bu örgütün kendini feshetmesi girişimi. Türkiye, bundan böyle Kürt kökenli vatandaşlarının da tüm istediklerini olağan siyaset alanına taşımalarını bekliyor. Üçüncü olarak ise Suriye’nin geleceği var. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri şekillendirmekte önemli rol oynadığı düşünüldüğünden, çoğu gözlemci ülkemizin bundan sonra da Suriye’deki gelişmelerde belirleyici bir rol oynayacağını öneriyor.
AB ile yapılacak iş birliğinin kalıbı belirlenmiş değil
Gündemdeki bu üç madde, Türk hükümet çevrelerinde işlerin ülkemize yarayacak yönde geliştiği heyecanını yarattı. Türkiye’nin öneminin arttığının değerlendirildiği ilk konuda, Türkiye Cumhurbaşkanı, Avrupa güvenliğinin Türkiyesiz başarılamayacağını ve Avrupa’nın dinamizmini korumasının tek yolunun ülkemizin AB üyeliğinin onaylanması olduğunu ileri sürdü. Türkiye’nin Avrupa güvenliği açısından taşıdığı önem aşikar olmakla birlikte, bu konuda yapılacak iş birliğinin kalıbı henüz belirlenmiş değildir. Daha önce de bu sütunlarda ifade ettiğimiz gibi, Avrupa savunması AB’den büyük bir alanı kapsamaktadır. Savunmanın nasıl düzenleneceği, ne tür iş birliği yapılacağı konularında uzun tartışmalar, müzakereler yürütülecektir. Ancak bir ülkenin neler beklediğini ve hangi konularda ödün verebileceğini önceden ilan etmesine ihtiyaç yoktur. Örneğin Türkiye’nin büyük ve nispeten genç bir nüfusu olduğunu, Avrupa savunmasına ortak edecek büyük ve tecrübeli bir orduya sahip olduğunu peşinen ilan etmesinin isabeti tartışılabilir. Türkiye böyle bir kaynağa sahip olabilir ama bunu Avrupa savunmasına ortak etmesini koşullara bağlayacaktır. Eğer bu gücün Avrupa savunmasına tahsis edilebileceğini derhal açıklarsanız, başkaları bu güçten yararlanmak için fazla müzakereye ihtiyaç olmayacağı kanısına varabilirler. Nasıl olsa Avrupa savunmasına katılmak için davet almayı beklediğinize göre, savunmada rol almak için fazla hevesli görünmeye gerek yoktur.
İkinci konu, Türk hükümetinin hapisteki PKK liderini kullanarak bu hareketin silahlarını teslim etmesi, kendini feshetmesi ve olağan rekabetçi siyasete katılmasını öngören çabalarını kapsamaktadır. Türk hükümeti hapisteki liderin halen güçlü olduğu ve sözünü hareketin tüm üyelerine dinletebileceği varsayımını benimsemiş gözükmektedir. Bu yaklaşım tartışmalıdır çünkü PKK komşu ülkelerde ve birçok Avrupa başkentinde temsilciliği olan uluslararası bir örgüttür. PKK’ya ev sahipliği yapan bazı ülkeler bunu Türkiye’ye dönük politikalarında bir kaynak olarak kullanmışlardır. Bunlar yerel PKK örgütlerinin kendilerini fesh etmelerine izin dahi vermeyebilir. Türkiye sınırına yakın dağlarda gezen çete mensupları ise silahlarını bırakmaya fazla hevesli olmayabilirler çünkü çoğunun kendilerine sivil hayatta itibar getirecek bir mesleğe girmelerini sağlayacak donanımları yoktur. Hükümetin izlediği stratejinin karşılaştığı ilk şok Suriye’deki YPG komutanı Abdi’nin örgütünü dağıtmaya yanaşmaması olmuştur. Öcalan, Abdi’nin kendisine bir evlat kadar yakın olduğunu ve sözünden çıkmayacağını ileri sürmüştü. Neyse ki, daha sonra Abdi kuvvetlerini Suriye ordusu ile bütünleştirmeyi Türkiye ile ilgisi olmayan gerekçelerle kabul etti. Türk hükümeti PKK’yı sona erdireceği konusunda sınırsız iyimserlik sergilemektedir. Ancak PKK’nın sona erip ermeyeceği henüz belli değildir. Aşırı iyimserlik sergilemek, PKK’nın savunucularının ekmeğine yağ sürebilir çünkü hükümetin ne olursa olsun başarılı olacağı konusunda yarattığı bekleyişin gerçekleşmesi için daha fazla ödün vermeye hazır olacağını düşünebilirler.
Suriye, her zaman Türkiye ile aynı çizgide olmayabilir
Son olarak, her ne kadar Türkiye’nin HTŞ ve lideri al-Golani ile iyi ilişkiler içinde olduğu söylenebilirse de, şu anda al-Golani’nin Suriye’nin lideri konumunda olup aralarında Türkiye’nin de yer aldığı birçok ülke ile ilişki kurmak durumunda olduğu unutulmamalıdır. El Şara, şahıs olarak Türkiye’ye yakınlık duyabilir ama Suriye’nin lideridir, ülkesinin çıkarları her zaman Türkiye ile aynı çizgide olmayabilir. Böyle bakıldığında, Türkiye’nin kendisini Suriye’de en fazla söz sahibi ülke rolünü üstlenmesi isabetli gözükmüyor. Bu durumda, ülkemiz bazı istediklerini elde edemezse zayıf bir görünüm verecektir.
Evet, gelelim bu günkü dersimize: Dış ilişkilerde aşırı heveskar gözükmek pek arzulanan bir davranış değildir. Hatta, böyle bir tutum bazen başkaları nezdinde durumunuzu güçlendirmekten ziyade zayıflatabilir.