Bu yazı, geride bıraktığımız hafta yayınlanacaktı. Benden kaynaklanan bir yanlışlıkla bugüne kaldı.
Gazetemizin yazarı, benim de 50 yıllık dostum Faruk Türkoğlu’nu 31 Mart 2024’te sonsuz yolculuğuna uğurladık. İnsanlar dönülmez yolculuğuna çıktıklarında, bütün yaşadıklarını kendisiyle beraber götürenler vardır. Bir de geride bıraktıklarıyla yaşama dair bir şeyler öğrenmemizi sağlayan iz bırakanlar.
Faruk Türkoğlu kendi öznel değerleriyle, kerameti kendinden menkul “kimlik” peşinde koşanlardan değildir. İnsanların “kim olduğunun” çok da önemli olmadığı, ne yaptıklarının ise asıl kişiliklerini belirlediğini içselleştirmiş bir gazeteci ve yazı insanıdır.
Önemli kişisel özelliklerinden biri, “muhalif” olmasıydı. Muhalifliği “Çarşı Her Şeye Karşı” sığlığından beslenmezdi. Büyük usta Çetin Altan’ın tanımladığı gibi, gerçek tarihi güçlüyü yüceltme peşinde olan “resmi tarihçiler” yazmaz, yazamaz. Tarihi muhalifler yazar: Güçlü karşısında muhalif kişilik, kendini güven altına almak için öncelikle “ilke ve kurallardan kaleler” oluşturmak zorundadır. İlke ve kurallar yetmez, “sağlıklı bilgiye, inkâr edilemez belgelere dayalı düşünce üretme” zorunluluğu vardır. Muhalifin var olması ve varlığını koruması, düşüncelerini “Güneşi balçıkla sıvamanın mümkün olmayacağını kanıtlayacak açıklıkta” veriler üzerine inşa etmesidir. Faruk Türkoğlu uzun yıllar medya aracılığıyla doğru bildiklerini anlatırken “muhalif özeninden” hiç ödün vermemiş bir “düşünce emekçisi” olarak yaşadı.
“Gazeteci on okur bir yazar”
Faruk Türkoğlu ile birlikte çalışanların büyük bir çoğunluğunun onaylayacağı özelliği, “on okuyup bir yazan düşünce ve iletişim emekçisi” olmasıydı. Okuduğunu, duyduğunu hemen bir “megafon sadakati” ile büyüterek çoğaltmazdı. “İlkeli kuşkunun” sağlıklı bir iletişimde ne denli önemli olduğuna ilişkin bilinci yüksekti. Paylaşarak çoğaltmak istediği bir fikrin oluşmasındaki arka planı çapraz sorgularla yaşamın öz gerçekliğine yakın durmaya büyük emek ve zaman harcardı. On okuyup bir yazma yerine, iki okuyup bir yazarak “ustat” diye ortalıkta dolananlardan olmadı. Daha da önemlisi bir okuyup bir yazarak yaşamın öz gerçekliğini gözden ırak tutanlarla bütün yaşamı boyunca mücadelesini sürdürdü.
Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kuruluş aşamasında ve ilk yönetim kurulunda birlikte çalıştığım Fakir Baykurt’a sormuştum: Üslup nedir? Köy Enstitüleri yazarlar kuşağının bu önde gelen temsilcisi “Üslup konuyu bilmektir” demişti. Faruk Türkoğlu, yazarken çok çalışmanın okuyucuya saygının gereğini içselleştirmiş bir düşünce emekçisiydi; o nedenle üslubu açık ve anlaşıldı.
Yazılarında sözcüklerini, kavramlarını ve terimlerini öylesine kristalleştirirdi ki, bir sözcüğünü çıkarmaya kalksanız yazdıkları anlamını yitirirdi.
Bir yazı insanının en büyük gücünün “kitaplık ve arşiv” olduğu bilinci yüksekti. Düşüncelerini değişik kaynaklardan alıntılarla güçlendirir; arşivin izini sürerek geçmişten ders alarak, daha sağlıklı gelecek inşa etme olan “tarih bilincini”yüksek tutmaya gayret ederdi.
Doktora tezi olmalı
Faruk Türkoğlu bizim kuşakta mesleğinin hakkını veren emekçilerden biriydi. Ayrı yerlerde ve aynı gazetelerde düşüncelerimizi yazıyla paylaştık. Ülkemizin önemli değişim ve dönüşümler yaşadığı dönemin bu yazı emekçisini daha nesnel anlatacak araştırmalar yapılmalıdır.
İletişim eğitim-öğretimi veren kurumlar Faruk Türkoğlu’nun “düşünce dünyası ve topluma katkısını” doktora tezlerine konu edinmeli. Akademik çalışmanın nesnelliği ve rasyonel otoritenin inandırıcılığı ile topluma katkısı belgelenmelidir.
Faruk Türkoğlu’nun ülkemize kattığı değeri gelecek nesillere aktarmanın etkili yolu, kamuyla paylaştıklarının bir akademik çalışma ile taçlandırılmasıdır.
İletişim eğitimi-öğretimi veren bir kuruluşta yönetici ya da akademisyen olsam, “Bir kamu entelektüeli olarak Faruk Türkoğlu iş dünyasında rasyonel yatımlara öncülük eden yazı insanıydı” varsayımını merkez edinen doktora çalışması yaptırırdım.
Ülkemizin yetiştirdiği önemli sosyologlardan biri olan Prof. Dr. Mübeccel Kıray doktora çalışmasının nasıl yapılması gerektiğine ilişkin özel dersler verirdi. Zihnimde derin iz bırakan saptamasını paylaşalım: “ Doktora tezi yazarken önemli olduğunu düşündüğünüz temel varsayımla yola çıkın; ilerlerken varsayımınızı doğrulama yerine yanlışlama üzerine odaklanırsanız, sağlıklı bir akademik çalışma yapmış olursunuz” derdi.
Faruk Türkoğlu’nun yazı insanlığı serüvenini akademik nesnellikle anlatmak, yaptığı çalışmalara saygı olacağı gibi, toplumun farkındalık düzeyini artırmak için inatçı bir merakla düşüncelerini paylaşarak çoğaltanlar için de özendirici olacaktır.
Bekliyoruz ve akademik çevrelerin duyarlılığını da test edeceğiz.