Milli gelirin yüzde 5’ine yakın bir bütçe açığı varken, diğer politikaların enflasyon üzerindeki etkisi sınırlı olacaktır.
Geçen hafta enflasyonun istenen ölçüde hızlı gerilememesi ve bu durumun olası nedenlerini tartışmıştık. Bu yazının başlangıcı niteliğindeki o yazıya aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Makul bir sürede düşürülemeyen enflasyonun kötüleşen beklentiler nedeniyle yapışkan hale gelmesi, hatta yükselmesi riski olduğu için dezenflasyon programlarında politika etkinliği çok önemli. Politika etkinliğini artıracak önerileri de bu hafta ele almayı planlamıştık. Öneriler aşağıdadır.
Toplam tüketim yerine toplam tasarruf hedeflenmelidir: Toplam tüketimi düşürmeye dönük genel nitelikli politikalar yerine toplam tasarrufu artırmaya dönük politikalar uygulanmalıdır. Burada akla hemen bir itiraz gelecektir: Milli muhasebe denklemine göre gelirimizi ya tüketiriz ya devlete vergi olarak veririz ya da tasarruf ederiz. O halde vergi oranı sabitken tüketimi düşürmek ile tasarrufu artırmak aynı anlama gelmez mi? Eğer Türkiye tek bir kişi olsaydı, aynı anlama gelirdi gerçekten ama biz gelir düzeyi açısından tek kişi/tek grup değiliz. Zaten politika etkinliğini kısıtlayan temel neden de bu. Dolayısıyla yoksullardan ve varsıllardan tüketimlerini eşit koşullarda daraltmalarını istemek yerine, varsıllardan tasarruflarını artırmalarını istemek, enflasyonla mücadelede çok daha etkin sonuçlar üretebilecektir. Tabii ki toplam tüketim de düşecektir.
Uygun faiz politikası, tasarrufları teşvikin diğer bileşenidir
Tasarrufu teşvik için başta stopaj ve BSMV olmak üzere, tasarruf üzerinden alınan tüm vergilerin kaldırılması doğru olacaktır. Bu hem TL tasarrufları artıracak hem de kredi maliyetlerini (normal risk algısında stopajın kaldırılması kredi faizlerini 5-6 puan düşürürdü, şimdi daha az olmakla beraber yine etki görülecektir) düşürerek yüksek faizlerin üretim üzerine yaptığı baskıyı hafifletecektir. Tabii uygun faiz politikası, tasarrufları teşvikin diğer bileşenidir.
Serbest dalgalanan kur: Döviz kuru da dahil piyasada oluşan tüm fiyatlar, piyasayı temizleyen (arzı talebi dengeleyen) fiyat bilgisini üretir. Bu fiyat bilgisi olmadan etkin bir ekonomi politikası kurmamız çok zordur. Rezervlerden döviz satışı yapmak, piyasa dövizin ucuz olduğunu düşünüyorsa; ek talep yaratabilir. Bu yüzden kur piyasada tamamen serbest dalgalanmalıdır.
Şu an piyasada olan döviz talebinin ticari arz/talep dengesizliğinden değil, spekülatif nedenlerden kaynaklandığı, sıra dışı risklere karşı verilen bir tepki olduğu şeklinde bir itiraz gelebilir. Bu nedenle tam dalgalanmaya geçiş birden değil, tedricen olmalıdır. Kısa sürmesi gereken bu geçiş sürecinde, müdahalenin rezerv satışıyla değil, TL likiditenin kontrolüyle yapılması, etkinliği artıracaktır.
Bütçe açığı düşürülmelidir: Bütçe açığı, enflasyonun ana kaynaklarından birisidir. Milli gelirin yüzde 5’ine yakın bir bütçe açığı varken, diğer politikaların enflasyon üzerindeki etkisi sınırlı olacaktır. Türkiye’nin son 30 yıllık verisine el yordamıyla bakıldığında, milli gelirin yüzde 2’sini geçen ve en az iki yıl üst üste gerçekleşen bütçe açıklarının enflasyonist baskı doğurduğu görülüyor.
Benzinden çok vergi alırsak ekmek ve peynir de pahalı olur
Vergilerin büyük kısmı yaratılan gelirden ve tüketimden gelmeli: Vergilerin iç fiyat seviyelerini yükseltmesi ekonomik faaliyetin her aşamasını daha pahalı hale getirir ve üretim yapmayı zorlaştırır. Örnek verelim: Benzinden çok vergi alıyorsak, bu benzinle taşınması gereken ekmek ve peynir daha pahalı hale gelir, bu ekmek ve peyniri yemesi gereken işçiye daha yüksek ücret vermemiz gerekir. Bu ücreti veremiyorsak ya üretimi sonlandırırız ya da ekmek ve peynirin daha ucuz olduğu Mısır’a gidip, Mısırlı işçilere daha düşük ücret veririz. Her iki durumda da Türkiye’de üretim daralacak veya yüksek maliyetle gerçekleşecektir. Dikkat lütfen, bu örnekte yüksek maliyet var ama henüz enflasyon yok. Zorlaşan/azalan üretimle ikinci aşamada enflasyon da gelecek.
Bu nedenle prensip olarak gelir ve kurumlar vergisi, vergi gelirlerinin aslan payını oluşturursa, eksik kalan gelir ihtiyacı da nihai tüketim mallarından (akaryakıt nihai tüketim malı değil, hemen hemen her üretim sürecinin önemli girdisidir) gelen dolaylı vergilerle tamamlanırsa, iç maliyetler üzerinde daha az baskı oluşur. Hatırlatalım: Eylül 2024 itibariyle Türkiye’de gelir ve kurumlar vergisi toplam bütçe gelirlerinin sadece yüzde 19’u. Milli gelire oranları ise sadece yüzde 5,5. Halbuki bütçe gelirlerinin milli gelire oranı yaklaşık yüzde 20.
Enflasyonu düşürmek için alınması gereken bazı temel ve yapısal tedbirler de var tabii. Burada sadece kısa vadeli tedbirler ele alınmıştır.