Hava sıcaklığındaki değişimle çalışan Jaeger-LeCoultre Atmos ile FANUC Türkiye’nin yeni teknoloji merkezi ve Arkas’ın pervaneleri aynı filmde oynasa…
Bizim çocukluğumuzda devridaim makinesi diye bir şeyden bahsederlerdi. Bu, herhangi bir yeni enerji ihtiyacına gerek olmadan sürekli çalışabilecek bir makineydi ve insanlığı kurtaracağına inanılıyordu. Fizik öğrenmeye başladığım andan itibaren bana inanılmaz karmaşık ve anlamsız bir hayal gibi geldi. Bunun nedeni bizi çevreleyen atmosferden ayağımızı bastığımız yeryüzüne kadar her şeyle aramızda bir sürtünme olmasıydı. Daha doğrusu hareket olduğunda sürtünme oluyor ve sürtünme kuvveti enerji sarf etmemize neden oluyordu. Sarf edilen bu enerjiyi yerine koymak için yeni enerjiye ihtiyaç vardı ve bu da devridaimi yani “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” masalını imkânsız kılıyordu.
Sınırlı üretim (Limited Edition) olarak 100 adet arz edilen Jaeger-LeCoultre Atmos Infinite ‘Halo’ saatlerin hikâyesini okuduktan sonra bu kadar basit düşünmemek gerektiğine inancım geldi. “Ebedi hareket” konsepti etrafında şekillendirilen ürünün ebediliği enerji harcamamsından değil, “nefes almasından” kaynaklanıyor. Üstelik saatin geliştirilmesi bizim her alanda zirvede olduğumuzu sandığımız bugünlerde değil, taa 1928’de gerçekleşiyor. Mekanizmanın çalışması, nefes alan saatin bir santigrat derecelik sıcaklık değişiminde 48 saatlik enerjisini depolamasına dayanıyor.
Jaeger-LeCoultre 2022’de yeni tasarımını yaptığı bu saati Atmos Infinite olarak adlandırılırken 2025’teki sınırlı üretimde tasarıma 10 katlı lake kaplamayı ekliyor. Bu lake katlarının her birinin uygulanmasının ardından kuruması ve yeni katın bunun ardından uygulanmasına dayanan bir üretim süreci gerçekleşiyor. Saatin sıcaklık değişiminden enerjisini sağlaması ise, bir zarın içine doldurulan hava ile oluşturulan ve hermetik olarak mühürlenen hava kapsülünün saatin sürücü yayına bağlanması ile oluşturulan mekanizma sayesinde oluyor. Rahmetli dedem ve Kadıköy’de saatçilik yapan Ohannes ağabey sayesinde bu sürücü yaya zemberek dendiğini çocukken öğrenmiştim. Nasıl çalıştığını öğrenmek için içini kardeşimle içini açtığımız saatte kurma anahtarını çok fazla çevirince zembereğin yerinden fırlamasına ve saatin kullanılamaz hale gelmesine neden olmuştuk. Sürdürülebilirliğe son veren bu hareketimizi bir kenara bırakır ve Atmos Infinite’e dönersek, Sanayi 4.0 ile bundan daha ileri bir iş yaptığımızı söyleyebilir miyiz?
Jean-Léon Reutter tarafından 1928’de icat edilen bu mekanizma ve saat tanıtılırken fiziğin kurallarını boşa çıkardığı ifadesi kullanılıyor. Benim de fizik öğrenmeye başladığımda devridaim makinesine inancımı kaybettiğimi bir kez daha hatırlatayım. Bazen inancını kaybetmek, yeni bir şey yaratmanın kapısını açıyor. Bunu yaparken bazı şeylerin de değişmediğini bilecek kadar multidisipliner olmak gerekiyor. Bu yazıya konu olacak kadar ileri teknoloji ürünü olan bu saat, modanın merkezi Milano’da düzenlenen Milano Tasarım Haftası’nda 8 Nisan 2025’te görücüye çıktı. Yazının bundan sonrasına çanak tutması açısından saatin tasarımının, üretiminin ve montajının şirketin üretim tesisinde bu işe özel olarak ayrılmış bir atölyede gerçekleştiğini not düşeyim ki FANUC’un yeşil bina konseptli yeni teknoloji merkezini anlatmaya başlayabileyim.
FANUC Türkiye’den yeşil bina konseptli teknoloji merkezi
Ben küçük harfle yazsam da binanın adı bu olduğu için FANUC Türkiye, “Teknoloji Merkezi” şeklinde ifade ediyor. Sancaktepe’de 10 bin 300 metrekare alan üzerine yaklaşık 20 milyon euro’luk bir bedelle tamamladığı yeni Teknoloji Binası ve Merkezi (tam adı bu şekilde), fabrika otomasyonu alanında donanım ve yazılım için her bir önemli bileşeni kendi bünyesinde geliştirmeye ve üretmeye dayanan iş modeli ile dikkat çeken FANUC’un 1993’te başlayan Türkiye macerasının önemli bir ayağı olarak anılıyor.
Avrupa’daki ikinci yenileme merkezi, uygulama merkezi ve retrofit alanından oluşan bina, FANUC’un üretim sektörüne daha etkin ve hızlı hizmet sunmasını sağlamayı hedefliyor. Bu, dijital dünyada yapay zeka ile yapmaya çalıştığımız işten farklı değil.
Türkiye'de otomasyon alanındaki hızlı gelişmeler ve pazarı daha etkili bir şekilde destekleme hedefinin FANUC için her daim öncelikli olduğunu vurgulayan FANUC Türkiye Genel Müdürü Teoman Alper Yiğit, “Yeni yatırımımız sayesinde ürünlerin sergilenmesi, uygulama alanları, eğitim faaliyetleri ve ürün yenileme hizmetlerinin daha geniş bir alanda sunulması çok daha verimli bir hale geldi. Bu merkezde, ürünlerin sergilendiği ve çalıştırıldığı bir showroom, sektöre nitelikli eleman yetiştirmeyi amaçlayan bir akademi ve uygulama merkezi, Avrupa’daki ikinci yenileme merkezi ve retrofit alanı bulunuyor. Çalışanlarımızın tamamının rahatla ve keyifle çalışabileceği bir ofis ortamı da kurduğumuz yeni binamızda aynı zamanda 150 kişilik konferans salonumuz ile müşterilerimizi ağırlayacağımız bir fuaye alanı yer alıyor. Geniş showroom’umuzda müşterilerimize ürünleri deneyimleyecek şekilde gösterebilme, test merkezinde makine ve robotlarımız ile anlık test çalışmaları yapabilme imkanına da sahibiz” diye konuştu.
Yeni binanın, FANUC Türkiye Yenileme Merkezi’nin kapasitesini beş kat artırdığını belirten FANUC Türkiye Genel Müdürü Teoman Alper Yiğit, “Yenileme Merkezi’ndeki bu genişleme sayesinde aynı anda çok daha fazla müşteriye hizmet sunabileceğiz. Böylece servo motor, sürücü, kart ve teach pendant gibi ürünlerin tamir hizmetlerini daha geniş bir müşteri kitlesine ulaştırabileceğiz. Yeni binamıza geçişle birlikte temel hedeflerimiz; pazarı daha etkin bir şekilde desteklemek, sektöre nitelikli insan kaynağı kazandırmak ve sunduğumuz hizmetlerin kalitesini daha da yukarı taşımak olacak. Bu dönüşümle birlikte Türkiye’deki otomasyon ve üretim sektörüne çok daha yüksek standartlarda hizmet sunmayı amaçlıyoruz. Ayrıca, Türkiye’deki otomasyon sektöründeki büyümeye paralel olarak ürün ve hizmet yelpazemizi de genişletmeyi planlıyoruz. Önümüzdeki dönemde bina çatımıza kuracağımız Güneş Enerjisi Panelleri ile GES sistemine geçerek kendi elektriğini üreten bir yapıya kavuşacağız. Bu sayede BREEAM sertifikası başta olmak üzere birçok çevre dostu yapıyı hayata geçirmeyi hedefliyoruz” diyor. Nefes alan saatle güneşten enerjisini alan bina aynı kapıya çıkıyor; geleceğe açılan kapıya. Bununla birlikte dayandıkları zeminin geçmişe uzanan sağlam temelini de görmek gerekiyor.
Arkas’ın pervaneleri yenileme adımı
Son olarak değineceğim haber şu şekilde: “Arkas Line, sera gazı emisyonlarını azaltma ve iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki taahhütlerini güçlendirerek, sürdürülebilirlik yolunda önemli bir adım daha atıyor. Bir yandan yakıt tüketimi ve karbon ayak izini azaltırken, diğer yandan enerji verimliliğini yüzde 8’e varan bir oranda artıracak pervane değişimlerine başladı.
Arkas Denizcilik Grubu, Arkas Deniz Ticaret Filosu’na ait Arkas Line işletimindeki konteyner gemilerinde Arkas Bunker’ın tedarik ettiği Bio24F isimli biyo bileşen denizcilik yakıtını kullanmaya başlamasının ardından şimdi de gemilerindeki pervaneleri yenileyerek enerji verimliliğini yüzde 8 artıracak.
Bu kapsamda Arkas Deniz Ticaret Filosu’nda 2025 yılında pervanesi yenilenecek gemiler tersanelere alınmaya başlandı. İlk olarak Emma A gemisinin kurulum işlemi tamamlanırken Stanley A’dayenileme süreci devam ediyor. Sırada Saskia A gemisi var.
Bu sayede enerji verimliliğini yükselterek yakıt tüketimini azaltmak ve buna bağlı olarak da karbon emisyonlarını ve toplam karbon ayak izinin düşürülmesi hedefleniyor. Emma A’nın pervanesinde yapılan revizyonla birlikte ağırlık 47 tondan 37 tona düşürüldü. Ayrıca pervane merkezi su akışını düzenleyecek şekilde donatıldı. Tekne bünyesinde de yelpaze benzeri yapı elemanı montajı gerçekleştirildi. Ayrıca scrubber kurulumu gerçekleştirildi.
Gerçekleştirilen tüm revizyonlar sayesinde yüzde 7-8 aralığında enerji verimliliği sağlanması hedefleniyor. Gemilere scrubber takılmasındaki ana hedef ise sadece ECA bölgeleri ile sınırlı kalmadan globalde de emisyonlardaki sülfür oranını yüzde 0,1’in altına düşürmek. Ayrıca verimliliği artırılan gemiler daha uzun süre kullanılarak döngüselliğe de katkı sağlıyor.
CFD (Computational Fluid Dynamics) teknolojilerindeki ilerlemeler teknelerin su altı yapı ve tasarımlarını çok daha detaylı şekilde incelenebilir kılıyor. Bu gelişmeler, geminin yapısına uygun maksimum verimlilikteki pervanelerin üretilmesine olanak tanıyor. İşlemlerde Alüminyum-Bronz-Nikel oranı aynı kalıyor. Buna karşın pervane kanat açılarındaki değişiklik ile ağırlık azaltılıyor.
2013 senesinden bu yana Clean Cargo Working Group üyesi olan tek Türk firması olarak kapsam-1 emisyonlarını düzenli raporlayan ve 2011 baz yılına göre yüzde 25’in üzerinde emisyon azaltımı gerçekleştiren Arkas Line, gelişen servis ağına karşın 2025 yılında da operasyonel iyileştirmelerle emisyonlarını daha da azaltmayı hedefliyor. 2025 yılında tersaneye girecek üç gemide de aynı revizyonun yapılması planlanırken bu sayının gelecek yıllarda artması gündemde.”
İyi yazılmış içerikleri yeniden yazıp kuş konduruyormuş gibi görünmeme gerek yok. Benim söyleyeceğim şu: Hareketin yönetimi sürtünmeyi kontrol etmek ile mümkün oluyor. Pervaneler de ittikleri su ile aralarındaki sürtünmeye bağlı çalışma modelleri nedeniyle önemli verimlilik araçları haline geliyor. Yıllar önce bu işin mekanik tarafını tartışırken vapurların altında biriken midyelerin hem kendi ağırlıkları ile vapuru daha fazla batırarak hem de su ile aradaki sürtünmeyi artırarak nasıl bir kayba neden olduklarını ele almıştım.
Yine itibardan taviz vermemek için göreve başladıkları gemileri ve denizaltıları gıcır gıcır olacak şekilde boyatarak tonlarca ağırlaştıran kaptanların hikâyelerini dinleme fırsatım da olmuştu. Şaşırtıcı bir biçimde, paslı demirden yapılmış gibi görünen gemilerin en verimliler olduğunu çünkü bunların sadece suyun altında kalan yüzeylerine midye yapışmasını engelleyen zehirli boya uygulandığı için hem hafif hem de düşük sürtünmeli kaldığını öğrenmiştim. Arkas’ın mekanik tarafta attığı adım, bu nedenle bu yazıda belirtilmeyi hak ediyor.