İnsanlık, küresel olarak sosyal bilimcilerin gerçek ötesi (post-truth) olarak tanımladığı bu çağın yükselen dalgalarıyla yüzleşiyor.
İçinde yaşadığımız dijital çağ, insanlığın bilgiye erişim kapasitesini tarihte görülmemiş biçimde artırdı. Dünyanın herhangi bir yerindeki bir olayı saniyeler içinde telefon ekranımızda görebiliyoruz. Ancak bu durum, derin bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor: Bilgi bolluğu, hakikati bulandırıyor. Sosyal medya, haber siteleri, video platformları ve sayısız dijital kanal, aynı olay için birbirinden tamamen farklı “gerçeklik” versiyonları sunuyor.
Bu yüzyılın en çarpıcı küresel dönüşümlerinden biri, gerçekliğin doğasına dair yaşadığımız bu kırılma olabilir. Artık mesele yalnızca “hakikat nedir” sorusu değil; aynı zamanda “hangi hakikat kabul görür” ve daha da önemlisi “hakikat nasıl üretilir” sorularıyla şekilleniyor. Bilgi ile tutum, gerçek ile algı, veri ile duygu arasındaki sınırlar giderek silikleşiyor.
İnsanlık, küresel olarak sosyal bilimcilerin gerçek ötesi (post-truth) olarak tanımladığı bu çağın yükselen dalgalarıyla yüzleşiyor. Bu dalgalar, bilginin bol ama hakikatin kıt olduğu bir dünyanın kapılarını aralıyor. Bu kavram, yalnızca sahte haberleri tarif etmiyor; aynı zamanda duygu, kimlik ve aidiyet temelli tepkilerin, kanıta dayalı bilgiye üstün geldiği bir zihinsel iklimi tanımlıyor.
Sosyolojik bir inşa olarak hakikat
Hakikat sorunu, yalnızca doğru bilgiye ulaşma meselesi değil. Michel Foucault, her toplumun kendi hakikat rejimini oluşturduğunu söyler. Hangi bilginin meşru kabul edileceği, gücü elinde bulunduran tarafından belirlenir. Friedrich Nietzsche de hakikatin mutlak bir kavram olmadığını, toplumsal yapılar ve güç ilişkileri içinde inşa edildiğini savunur.
Günümüz dijital toplumlarında veri tekelleri, dijital platformlar ve algoritmalar, hakikatin dolaşımını yönlendiren yeni güç merkezleri haline geldi.
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramı da burada devreye giriyor. Bilginin doğruluğu artık zamana, bağlama ve kullanıcıya göre değişiyor. Evrensel hakikat anlayışının yerini, kişiselleştirilmiş gerçeklikler alıyor. Bu, bir yönüyle dijital teknolojilerin sunduğu esnekliğin sonucuyken, diğer yandan toplumsal mutabakat zemininin çözülmesinin de habercisi…
Propaganda ve algoritmik güç
Propaganda artık tek yönlü ve basit bir manipülasyon aracı olmaktan çıktı. Dijital çağda propaganda, gerçekleri yok ederek değil, onları çoğaltarak, çelişkili ve çatışmalı anlatılar üretip belirsizlik ortamı yaratarak işliyor. Burada, Hannah Arendt’in uyarısını hatırlamak gerekiyor: ‘Gerçeğin değerini kaybettiği bir dünyada, insanlar en sonunda hiçbir şeye inanmaz hale gelirler.’
Sosyal medya algoritmaları bu süreci besliyor. Platformlar, kullanıcıları öfke, korku ve aidiyet duygularıyla harekete geçiren içeriklerle buluşturarak yankı odaları oluşturuyor. Bu ortamda insanlar, kendi fikirlerinin dışındaki her hakikati reddetmeye başlıyor.
Öte yandan yapay zekâ destekli içerik üretimi ve deepfake teknolojileri, gerçeğin görsel ve işitsel boyutlarını eşi görülmemiş biçimde manipüle ediyor. Gözümüzün gördüğüne, kulağımızın duyduğuna güvenimizi sarsan bu teknolojiler, hakikat ile ilişkimizi radikal biçimde dönüştürüyor ve bizi sonsuz bir şüphe döngüsüne hapsediyor. Sonuç olarak hakikat, artık yalnızca bulunması zor değil, var olduğuna inanılması bile güç olan bir olgu haline geliyor.
Gerçeklik krizinden etik sorumluluğa
Küresel düzlemde post-truth olgusu yalnızca iletişim ve medya sorunu değil; toplumsal bağların, kamusal aklın ve ortak yaşam zemininin dağılmasıyla ilgili derin bir kriz. Gerçekliği bireysel tercihlerle sınırlandırmak, güveni ve birlikte yaşama iradesini de tehdit ediyor.
Örneğin, Trump fenomeni, tam da bu zemin üzerinde yükseliyor. Trump’a yalnızca sansasyonel bir figür ya da dengesiz bir lider olarak bakmak, arkada işleyen devasa dönüşümü gözden kaçırma riski taşıyor. Çünkü, bu dönüşüm; gerçeğin öznel inançlara ve güç stratejilerine feda edildiği yeni bir dünya düzenini haber veriyor.
Bu noktada tüm aktörlere; akademiden medyaya, teknoloji şirketlerinden kurumsal dünyaya kadar geniş bir etik sorumluluk alanı düşüyor. Hakikatin yeniden inşası için kolektif ve sorumlu bir çaba gerekiyor.
Çünkü hakikat, yalnızca doğru ve gerçek olanı bilmek için değil; insanlık olarak sürdürülebilir ortak bir gelecek için de gerekli…