Bir insanın “kendi yanılmazlığına inanması kadar tehlikeli bir silah yoktur” anlatımı binlerce yılın gözlem de deneyimlerinin sonucudur. Kendi yanılmazlığımıza inanma ne denli zararlı ise; bağlantı, iletişim-etkileşim, rekabet dinamiklerine ve işbirlikleri dinamiklerine dayalı “akıl gücü” kullanmanın üretkenlik ve verimlilik etkileri de o kadar yararlıdır.
Bir toplumun gücünün oluşumunda “seçkin azınlıkların katkıları” önemlidir; ama azınlıklar ne denli yetenekli olursa olsun, kitle desteğini arkalarına almadan da ciddi ve kalıcı işler başaramazlar gerçekliği de unutulmamalı. Seçkin azınlıkların “derin düşünce üretilmesine” katkıları kitleler tarafından benimsenirse gerçek yaratıcı ve yapıcı güç ortaya çıkar. Büyük gelişmeleri yaratan, olgunlaştıran ve çoğaltan “kitle desteğinin” varlığıdır.
İnönü ve Acemoğlu’nun saptamaları
“Beyin çürümesini” toplumsal hastalığa dönüşmesin istiyorsak, İsmet İnönü’nün bir siyasi idam tartışması nedeniyle gençlik örgütü liderlerine söylediklerine alıcı bir ruhla okumalıyız: “Siyasette haklı ve haksız yoktur; güçlü ve güçsüz vardır. Güzlü olanlar haklı gibi görünür; ama güçlü olanlar kendilerine ilke ve yasalarla sınır çizmezlerse, kendi güçleri içinde boğulur. Biz, bu nedenle en güçlü olduğumuz bir dönemde 1924 Anayasası’nı yürürlüğe koyduk. Siyasette bugün ‘hain’ ilan ettikleriniz yarın ‘kahraman’ olabilir. O nedenle siyasette iki binde bir ihtimal olsa bile tamiri imkânsız hata yapmamak gerekir.”
Birikimli devlet insanı İnönü’nün sözleri, gücümüzün sınırlarını bilmenin, gücü kullanma zamanını iyi hesaplamanın ve gücü kullandıktan sonra bize nasıl geri döneceğini hesaplamanın ne denli önemli olduğunu anlatır.
Çoklu düşünce “diri beyin” oluşturur. İnsanları yanılabilme özgürlüğünü kullanmaktan uzaklaştıran her yol, her yöntem, her tutum ve davranış “beyin çürümesi” sürecini hızlandırır.
Gücün , “beyin çürümesi” yaratarak bir toplumsal hastalığa dönüşmemesi için, ilke ve kurala uyulmasını her koşulda zorlamalı; denge-denetim süreçlerinin işlemesi için tavır geliştirilmeli, kritik kitle oluşturmaya katkı yapmalıyız.
İsmet İnönü’nün 1960’lı yılların başlarında yaptığı uyarıyı, Daron Acemoğlu, OKSİJEN’in 185’inci sayısındaki yazısında “servetin yarattığı statü” ile “ikna gücü” analizi odağından bakarak da okuyabiliriz.
Statünün güç kaynağı olması durumundaki eşitsiz dağılıma dikkat çeken Acemoğlu; bu alanda yapılan yatırımların sıfır toplamlı olduğunu belirtiyordu; sıfır toplamlı yatırımların, sıfır toplamlı olmayan yatırımlara göre daha verimsiz olduğu uyarısını yapıyordu. Acemoğlu, “Hesap vermeyen milyarderler hâlihazırda çok fazla sosyal kültürel ve siyasi nüfuza sahipse onlara kamuoyu önünde daha fazla söz hakkı vermek en son isteyeceğimiz şey olmalı”, diyordu. Sonra da atılması gereken adımı tanımlıyordu : “ Neye değer vermemiz gerektiğini ve büyük servet sahibi olmayanların katkılarını görüp ödüllendirme konusunda ciddi bir diyalog başlatmalıyız.” Yazısının merkez düşüncesini de, “Topluma katkı vermenin çok farklı yolları olduğunu ve insanın seçtiği meslekte başarılı olmasının bireysel tatmin veya saygı uyandıracak bir şey olduğunu çoğumuz kabul ederiz. Gelgelelim bu ilkeyi görmezden geliyoruz, hatta tamamen unutma riskiyle karşı karşıylayız, bu da sorununun semptomlarından biri” genellemesiyle paylaşıyordu.
İlkesiz gücün her dönemde ve her koşulda “beyin çürümesi” araçlarından birine dönüştüğünü İnönü 1960’lı yılların başında, Acemoğlu’nun bugünün koşullarında yaptıkları değerlendirmeler kanıtlamıyor mu?
Beyin çürümesinin toplumsal bir hastalığa dönüştüğü yerler, kayıt ve envanter, veriye erişme ve bilgiye dönüştürme, net bilgi ve anlama, anladığımızı anlamlandırma konusundaki zincirin halkalarının zayif ve kopuk olduğu yerlerdir.
Ortak ihtiyaçların belirlenmesi
Ölçme, kayıt, envanter, sayısallaştırma, görselleştirme ve kavramlaştırmaya gerekli önem verilmediği zaman, beyin çürümesinin ölçeği büyür; toplumun tümünü olumsuz yönde etkileyen gelişmeler hızlanır. Olumsuz gelişmelerin en önemlisi, veri eksikliği nedeniyle “ortak ihtiyaçlar ve öncelikleri” nesnel biçimde belirlenmediği için tutarlı planlar, etkili öngörüler, sistemli gözetim ve denetimleri yapabilecek “beyin diriliğinin” yitirilmesidir.
Temel gücün içimizde yaratıldığı gerçekliğinden yola çıkarsak, sahip olduğumuz “olanak ve kısıtları sürekli sorgulayan” mekanizmalara izin vererek, “beyin diriliğini” güçlendirmeliyiz. Bu konuları ilgi menzilinde tutarsak, “beyin çürümesinin” yaygınlaşmasını ve derinleşmesini önler; toplumsal hastalığa dönüşmesine izin vermeyebiliriz.
Çıkış yolu nedir?
Yaşamın birçok alanında olduğu gibi, olumlu anlamda “güçlü gelenekler” oluştursak, başka sağlıksız gelişmelerde olduğu gibi “beyin çürümesinin” de bir toplumsal hastalığa dönüşmesini engelleyebiliriz. Bizim burada kastettiğimiz olgu şudur: Hedefler ile ulaştığımız sonuçları analiz edip, sapmaları belirlediğimizde; hangi bileşen ve bağlamların gelişmeyi güçlendirdiği, hangilerinin gelişmeye engel olduğunun kavradığımızda çeri üretilecektir. Süreçlerin gözlenmesi, ölçülmesi, sayısallaştırılması, görselleştirilmesi ve kavramlaştırılması gelişmenin hayati işlevleridir. Bu zihinsel değer yaratma zincirini halkaları güçlendirilirsek, “beyin çürümesini” de önleriz.
Beyin çürümesini önleyici bir sonraki adım “ortak bir tarih anlatımı ve birlikte gelecek yaratma hikâyemizin” olmasıdır. Büyük kitleleri kapsayan fikir ve projelerin çevresinde birleştirsek, güç yaratır; sorunları çözeriz.
Ortak gelecek hikâyesinin ayaklarının yere sağlam basması, uzun vadeli bir planı beslenmesine, stratejileri kurgulamaya, projeler üretmeye, uygulamalar yapmaya ve sonuçları da açıkça paylaşmaya bağlıdır.
“İnsan aklı sorun çözmek için vardır” gerçekliğinden yola çıkarak; büyük kaygılardan biri haline gelmeye aday olan “beyin çürümesi” karşısında hep birlikte direnebiliriz.