21. yüzyılın ilk çeyreği biterken dünya yeniden totaliter rejimlerin ve otoriter liderlerin egemenliğine girdi. Yaşananlara bakınca adeta 1925 yılına geri dönmüş gibiyiz. 1925’te Almanya, Müttefikler’e 1919 tarihinde imzalamak zorunda kaldığı Versailles Antlaşması nedeni ile diş bilerken Alman halkı işsizlik ve enflasyonun pençesinde kıvranıyordu. Bu kaotik ortama rağmen aslında önemli bir güce sahip olan sosyal demokratlar ve sosyalistlerin birbirlerini yemeleri Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi’nin önünü açtı. Nihayetinde Hitler, 1933’te önce Başbakan Yardımcısı olarak sonra Şansölye olarak iktidara geldi. Hitler, koltuğa 1933’te otursa da devleti daha önce büyük ölçüde ele geçirmişti. Örneğin 1932’de Alman Parlamento binasını yaktırdı, suçu komünistlere attı, polis de buna göz yumdu. Almanya’da bunlar yaşanırken faşist hareketin ilham kaynağı Mussolini İtalya’da iktidardaydı. Ülkede tam bir terör devleti havası estirirken bir taraftan da Kuzey Afrika’yı ele geçirmeye çalıştı. (Tarihin cilvesi; 2025’te torun Mussolini İtalya Başbakanı ve o da aşırı sağcı).
Hitler’in Avrupa üzerinde olan hevesleri biliniyor olsa da Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain ağırlıklı olarak Alman nüfusuna sahip olması nedeniyle, Çekoslovakya'nın bir parçası olan Sudetenland'ı ilhak etmesine izin verdi. Chamberlain, bu taviz sonrası 29 Eylül 1938 günü imzalanan Münih Antlaşması ile savaşı engellemeye çalıştı ise de bu boşuna bir çaba oldu. Hitler, Avusturya’nın ardından Çekoslovakya’nın tamamını işgal etti. Her iki işgal için gerekçe basitti. Bu ülke halklarının çoğunluğu Almanca konuşuyordu. Yani ortada işgal değil birleşme vardı.
Trump'ın Putin'e sarılması Avrupa için bir Molotov-Ribbentrop krizi
Doğuda ise SSCB’de Mart 1924’te Lenin’in ölümü sonrası Stalin ülke yönetimini tümü ile ele geçirdi. İktidarını olası tehlikelerden korumak için partinin önde gelen yöneticilerini, askerleri ya idam ettirdi ya da Gulag takım adalarına, Sibirya’ya sürdü. Stalin kendisine rakip olarak ABD ve İngiltere’yi aldığı için ideolojileri farklı olsa da Hitler’le Alman-Sovyet saldırmazlık Paktı veya Molotov-Ribbentrop Paktı’nı imzaladı. Antlaşma görünürde iki ülke arasında saldırmazlık üzerine idi, ancak örtük bir amacı daha vardı. SSCB ile Almanya Polonya’yı paylaşıyordu.
Gelelim 2025’e. Hitler’in rolünü ABD Başkanı Trump üstlenmiş görünüyor. Tıpkı Hitler gibi yabancılara, göçmenlere, LGBT’lere düşman. Trump Yahudi hayranı fakat Müslüman düşmanı, Gazze’yi babasının malı gibi artık benim diyor. 2024 seçimlerinde bu nefretini daha da ileriye götürdü. Trump, yasadışı göçmenler ile yasal göçmenler arasındaki ayrımı bulanıklaştırdı. Göçmenler hakkında , "Ülkemizin kanını zehirliyorlar" ve "Ülkemizin kanını mahvediyorlar" dedi. Birçoğunun "kötü genlere" sahip olduğunu iddia etti . Açıkça: "Onlar insan değil; onlar hayvan"; onlar "soğukkanlı katiller" derken rakiplerini de “içerideki düşmanlar, hasta insanlar, radikal solcu deliler" olarak suçladı.
Bunlar yetmiyormuş gibi tıpkı özendiği Hitler gibi komşusu Kanada’yı, Grönland’ı ilhak etmek istiyor (Hitler’in Avusturya’yı ilhakı gibi). Son olarak adına barış Antlaşması dese de Putin’le Ukrayna’yı paylaşmak için görüşmeler yapıyor. Üstelik bu girişimleri için ne ABD senatosuna ne bürokrasiye ne de NATO üyesi ülkelerin görüşünü almıyor. Önemsediği tek kişi yeni tekno kolonizminin en görünen yüzü Musk.
AB hata üstüne hata yaptı
AB bu süreçte yalnız ve çaresiz. Çünkü son yirmi yılda yaptığı hataların bedelini ödüyor. AB’nin yaptığı en önemli hata İngiltere’nin birlikten ayrılmasına yeterince karşı durmaması. AB’de Putin’e karşı duran yürekli liderler de bulunmakta. Bunlardan birisi de 2017-2023 arasında Polonya Başbakanı olan Morawiecki. Polonya Başbakanı, Putin'in Hitler ve Stalin’den daha tehlikeli olduğu uyarısında bulunarak, Rusya Devlet Başkanı'nın "ucube ideolojisinin" yıkılması çağrısında bulunmuştu. Polonya lideri Mateusz Morawiecki, The Telegraph'taki “Putin ne Hitler ne de Stalin. Ne yazık ki, o daha tehlikeli," derken Batı'yı, Rusya'nın oluşturduğu tehditleri karşı unutkanlığa düşmekle suçladı.
Diğer yandan AB post-modernitenin hayallerine kapılarak AB üyesi olmayan ülkelerde etnik ve dinsel çatışmalara çanak tuttu. Örneğin Türkiye’de terör örgütlerine destek verdi. Özellikle PKK ve Şeriatçı örgütleri açık açık destekledi. Yaptığının yanlış olduğunu daha yeni anlıyor. Çünkü bu örgütler kendi ülkelerinde de sorun çıkarıyor.
Bu hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan da AB’nin hatalarından birisinin de Türkiye’yi AB’ye tam üye olarak almaması olduğunu söyledi. Kesinlikle doğru bir saptama. Eğer Türkiye tam üye olsa idi, ne göç sorunu bu kadar büyürdü, ne de AB bu kadar savunmasız kalırdı. AB artık aynaya bakmak zorunda. Aslında bu şimdi de yapılabilir. AB unutmamalı ki, ordusuz ve anayasasız bir birlik olmaz. AB bunların ikisine de sahip değil.
Okuma önerisi: Ersin Kalaycıoğlu, Halk Yönetimi.