1 Haziran 1310 günü tarihe geçen bir olay gerçekleşti: Marguerite Porete olayı. 13 Mayıs’ta, sadece 18 gün önce, 54 Templiers yakılmıştı. Daha sonra da Spiritual Franciscans aynı kaderi paylaşacaktı. Dönemin kendisi ilginçti. Katolik tarihinde önemli bir andır: 1300-1330 denebilir. Kilise büyük bir saldırıya geçmişti. Sonrasında Papa Johannes (John) XXII bu saldırıya teolojik bir ton katmıştır. Mesela 1329 gibi bir tarihte Dante’nin kitapları Nazi seremonilerinde olduğu gibi meydanlarda yakıldı. Ancak düşünürlerin direnişi de kararlı oldu. İşin önemli ve ilginç tarafı bu düşünürlerin kiliseden uzak olmayan –mesela içlerinde 15. Yüzyıl demonolojisine katkıda bulunanlar var- büyük mantık, felsefe ve ilahiyat ustaları olmalarıdır. Önemli bir dönüşüm yaşanıyor, Kilise hem kendi içine hem de topluma ve tarihe sert müdahale ediyordu. Hakkında artık küçük bir literatür oluştu diyebileceğimiz Porete ise diğerleri gibi bir düşünür sayılmaz. Belki de kendisini bu kadar ilginç yapan budur.
Fransızca edebiyatın bir şaheseri sayılan “Le Miroir des âmes simples” 13. Yüzyılda bir kadın tarafından yazılmış, yasaklanmış ve unutturulmuş, ancak 20. yüzyıl ortası gibi geç bir tarihte İtalyan tarihçi Romana Guarnieri tarafından keşfedildikten sonra büyük ilgi çekmeye başlamış bir başyapıttır. Romana Guarnieri’nin 1946’da “aynanın” yazarı olarak Porete’i gösterdiği biliniyor. Simone Veil de kitaptan bölümler okumuş ve etkilenmişti ancak o dönemde yazarı net olarak bilinmiyordu. Sonradan bu konu tartışılmış olmakla birlikte “aynayı” Porete’in yazmamış olabileceği iddiası Sean L. Field, Robert E. Lerner&Sylvain Piron (2017), “A return to the evidence for Marguerite Porete’s authorship of the Mirror of Simple Souls”, Journal of Medieval History 43 (2), 153-173 tarafından kesinlikle reddedilmiş sayılabilir. Yazarı Marguerite Porete –kim olduğu tam olarak bilinmese de en azından Hainaut, Valenciennes’de yaşadığından ve “béguine” olduğundan kuşku duyulmuyor- 1 Haziran 1310’da Paris’te Grève meydanında yakılmıştı. “Béguine” 12. ve 13. yüzyıllarda manastıra girmeyen ancak dilenci tarikatlarla bağlantılı olabilen, laik bir dini cemaate –yani kiliseye bağlı olmayan bir cemaat- mensup kadın demek. En azından gezgin birisi ve bölgedeki ‘Cathar sapkınlığı’ adı verilen meşhur akımla bağlantılı veya akraba gösterilmiştir.
“Basit ruhların aynası” bize çok şey söylüyordu. Bu konuda otorite eser Marguerite Porete et le Miroir des simples âmes, Perspectives historiques, philosophiques et littéraires, Sean L. Field, Robert E. Lerner, Sylvain Piron [dir.] Paris, Vrin, Etudes de philosophie médiévale, 2014. “Le miroir des simples âmes” eski Fransızca yazıldığı için anlaşılması zor –fakat abartılacak ölçüde zor değil; anlaşılabiliyor- ve bu nedenle günümüz Fransızcasına çevrilmiş halde de bulunabiliyor. Modern Fransızca sürüm şudur: “Le miroir des âmes simples et anéanties”, Max Huot de Lonchamps çevirisi, Paris: Albin Michel 1997. Orijinal hali için: “Le mirouer des simples ames anianties et qui seulement demourent en vouloir et désir d’amour”, Romana Guarnieri (editör), Corpvs Christianorvm Continuatio Mediaeualis LXIX Turnhout, Brepols 1986.
Ayna metaforu 12. Yüzyılda Bakire Meryem kültünün yaygınlaşması ve speculum sine macula –hatasız, lekesiz ayna- sembolik önem kazandığında öne çıkmıştı. Dindarlara verilen resimli el kitaplarına specula deniyordu çünkü onlar hakikati yansıtan aynalardı. Sıradan papazlara da dağıtılmıştı çünkü papazların da İncil okuyabilmeleri pek mümkün değildi; İncil’i resimli özetlerden anlayıp köylülere anlatmaları bekleniyordu. “Ayna” aynı zamanda bir edebi janr idi. Örneğin Marguerite Porete’nin eski Fransızca –1300 yılının Fransızcası- yazmış olduğu ilgili bölümde bahsettiğimiz eserinin Latincesi Speculum simplicium animarum oluyor. Bugünkü Fransızcada miroir, eski Fransızca mirouer, Latince speculum. “Basit ruhların aynası” hiç de basit değildi; ayna janrı sadece el kitabı yazmak için kullanılmayabiliyor, daha derin eserler de “aynada” aksettirilebiliyordu.
Çok şey söylüyordu ama tam olarak ne demekteydi? “Ayna” bize Alman mistiği –“Deutsche Mystik” – veya “Ren mistisizmi” ile Alman Dominiken skolastisizminin aynı şey olmadığını söyleyerek mi başlıyordu? Albertus Magnus –Albert der Große; Alberto Magno; Albert le Grand- ve Meister Eckhart “Ren mistiğiyle” Dominiken skolastisizmini ayırt etmeyi gerektirecek kadar farklı mıydılar? Alain de Libera (1996: 10-13), Penser au Moyen Age, Seuil farkın fark edilmesi gerektiğini açıklayarak başlıyor. Nedir fark edilmesi gereken? “Ayna” bir yandan anadillerde –yani Latince dışındaki dillerde- teoloji yapılmasının bir parçası diğer yandan 13. yüzyılda daha 1200 yılından itibaren pıtrak gibi biten özgür düşünce akımının –Libre Esprit- bir uzantısı olarak görülebilir. “Libre Esprit” sapkınlığı veya tarikatıyla ilgili ilk resmi dokümanın 1 Nisan 1311’de Papa Clement V’in Spoleta kenti engizisyon yargıcına yazdığı bir mektup olduğu iddiası için: Orcibal (1969: 36). Tam referans: Orcibal, Jean (1969), Le « Miroir des simples âmes » et la « secte » du Libre Esprit, Revue de l’histoire des religions 176 (1), 35-60. Mektup, Segarelli’nin 1300, Fra Dolcino de Novare’nin 1307 ve elbette Margeurite Porete’in skandala yol açan –Paris’te bir kadının diri diri yakılması çok az rastlanan bir olaydı- 1310’da idam edilmelerinden sonra yazılmıştı.
Bu uzun bir liste ve adeta bir devamlılık oluşturan “heretik kabul edilen heterodoks Katolik ve hatta sonrasında Protestan” sektlerin soruşturulup üyelerinin idam edilmeleri 300 yıldan fazla sürdü. Kilisenin kilise veya din karşıtı –kiliseye göre aynı şey sayılabilir- akımların devamlılık sergilediği iddiası doktriner açıdan çok sağlam olmayabilir; ama Porete’de olduğu gibi farklı bir teoloji, mistik, spiritüalizm veya feminite vurgusu, mevcut kiliseyi reddetmek gibi motifler kilise açısından bakıldığında “devamlılık” açısından yeterli görülmüş olmalı. Öte yandan “devamlılığı” keşfetmek –veya aralarındaki zaman-mekân farklılıklarının büyük olmasına rağmen tüm heterodoks akımlarda doktriner bir süreklilik oluşturacak ortak noktalar bulmak sadece kilisenin marifeti olmayıp, bazen olaylara yüzlerce yıl sonradan bakanların, tarihçilerin hüsnü kuruntusu da olabilir. Kilisenin böyle görmeyi seçmiş olması gerçekten de böyle olduğu anlamına gelmeyebilir.
Ancak bir dip akıntısı var. Mesela Luther’in İncil’i durduk yerde Almancaya (kısmen) çevirdiği sanılmamalıdır. Hıristiyanlık teolojiye büyük önem veren bir dindir ve bu durum Hıristiyanlığın marjındaki heretik ve heterodoks akımları da etkilemiştir. İncil Luther öncesi anadillere çevrilmemiş de olsa öncesinde yaklaşık 250 yıl boyunca anadillerde teolojik metinler yazılmıştı. Anadil teolojilerinin en bilinen örneği “Ren mistisizmi” sayılabilir. Porete “béguine” olmaktan vazgeçtiğini ve bu nedenle onlar tarafından dahi savunulmadığını söylerken sistematik ve radikal bir eleştiri kaleme alıyor. Porete’in, en basitinden, kilisenin Tanrı’nın mesajını bilemeyeceğini iddia etmesi bile gördüğü muameleyi açıklamaya yeter denebilir. “Aynada” kendilerinden uzaklaşılan, terkedilen, boyunduruklarından kurtulunan ‘erdemler’ hangi erdemlerdir? Kilisenin erdem dediği ama aslında erdem olmayan erdemler mi?
Tanrı’nın kelamının kavranıp kavranamayacağı konusu da gündemdeydi. Ortada hem bir amour courtisan geleneğine yakınlık hem feminen bir dil hem apophatique –negatif teoloji- bir spiritüel ilahiyat kurma ve bunu Sokratik bir dille ifade edip yayma girişimi var. Burada St. Augustinus hatırlanabilir: “Si tu le comprends, ce n’est pas Dieu”. Stephen Smith (2018: 109), La Ruée vers l’Europe, Grasset, 2018. Buradan devam edersek St. Augustinus’a veya başkalarına –bu temayı işleyen- pek çok referans verilebilir. Örneğin «Chi puó entrare in sé e comprendersi?», Henri de Lubac (1959: 19), Sulle vie di Dio, Edizioni Paoline. Aynı sayfada: “L’abisso del mio spirito non cessa d’invocare con grida L’abisso di Dio: di’ qual è il piú profondo?” Alıntı Angelo Silesio’dandır. Fazla uzatmayalım: Abyssus abyssum invocat. Negatif teoloji, spiritüalizm, mistisizm, féminité, amour courtisan, béguinisme nasıl oluyor da kiliseye karşı (sanki ortak bir tözleri varmış gibi) tam boy bir muhalefete dönüşüyor ve üstelik bunu teolojik kipte yapabiliyor? Ayrıca kilise gördüğümüz gibi bu “sanki ortak” veya “kokteyl” muhalefeti yüzyıllarca birbirine varlığı şüpheli bir soyağacıyla bağlayarak takip edebiliyor.
Porete’in sıra dışı bir cezaya çarptırılması teolojik değil politik nedenle veya skolastik içi tartışmalardaki kaymayı yakalayamaması yüzünden ya da ruhban içinde kendisini koruyacak erkek bir patronunun olmaması sebebiyle mi gerçekleşti? Bu durumda Porete ve koruyucusu sayılabilecek, “aynanın” görüşlerini yansıttığı iddia edilen ve “aynayı” Ortodoks bir metin sayan Godfroid de Fontaines ile ilişkisini nasıl yorumlayacağız? Dubois, Danielle (2017: 177), “Natural and supernatural virtues in the thirteenth century: the case of Marguerite Porete’s Mirror of Simple Souls”, Journal of Medieval History 43 (2): 174-192. Ancak Paris’te Teoloji Fakültesinde sadece « maitre séculier » olan –yani garantisiz ve prestijsiz bir görev, tenure sahibi değil- Godfroid de Fontaines kendisi sağlam bir pozisyonda olmadığı için Porete’i koruyabilir miydi sorusunu da sormalıyız.
Acaba konu paradoksal biçimde von Frieberg ile de ilgili midir? Dietrich von Freiberg ‘aklın birliği’ ve ‘yönelimsellik’ tartışmalarında bir dönüm noktası sayılabilir mi? Kurt Flasch, Freiberg’in 400 sene öncesinin Kant’ı olduğunu –iki düşünürün dünyalarının tarihsel farklılığını vurgulamakla birlikte- iddia ediyor. Freiberg Orta Çağ felsefesinde bir kırılma anı olabilir çünkü akla/entelekte verdiği önem insan aklını nedenselliğin yaratıcısı ve sürekli aktif bir role yerleştiriyor. Cognitio sensitiva tikellerin, cognitio rationalis tümellerin bilgisini veren biliş türleriyken ve Tommaso d’Aquino için aklın birliği burada kristalleşirken Freiberg bir üçüncü akıl/biliş türü vaaz ediyor: Cognitio intellectualis. İlk ikisi yeni değil ve Aristo’nun 10 kategorisi de yeni değil ki Freiberg burada Aristo’yu izliyor. Ancak yaklaşık 1280’de formüle ettiği cognitio intellectalis 13. Yüzyıl için yepyeni bir kavram. Nasıl bir kavram? İmaj olarak hareket etmek imajı olduğunun bilgisine sahip olarak hareket etmektir. Freiberg’e göre ilahi olan insan aklı –yani üçüncü seviye akıl, cognitio intellectualis– Tanrı’nın imajı olan bir akıldır ve bu akla sahip insan Tanrı’nın bildiğini bilir. İnsanın ilahi denebilecek bilgiye sahip olabileceği tezi –elbette o dönem için dahi yeni olmamakla beraber- cesur bir tezdir. Porete –ve belki de diğer “béguines” – bu noktaya farklı yoldan mı ulaşmışlardı?