Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Trump’ın, ABD'de üretilmeyen tüm otomobillere yüzde 25 oranında gümrük vergisi uygulayacaklarını duyurması küresel otomotiv sektöründe adeta bir şok etkisi yarattı. Söz konusu vergi düzenlemesi, mevcut küresel ticaret dengelerini altüst edebilecek nitelikte. Bu karar ile birlikte tüm gözler, son dönemde zor bir dönemden geçen Avrupa otomotiv sektörüne çevrildi. Uzun yıllardır Avrupa’nın ekonomik yapı taşlarından biri olan otomotiv sektörü istihdamdan ihracata kadar çok geniş bir etki alanına sahip. Ancak, son dönemde yaşanan yapısal dönüşümler Avrupa için büyük sorunlara neden oluyor ve kıtanın otomotiv sektöründeki geleneksel rekabet üstünlüğünü derinden sarsacak nitelikte.
Otomotiv sektörünün Avrupa’daki önemi yalnızca doğrudan ekonomik katkısı ile sınırlı değil. Sektör, diğer pek çok sanayi kolunu ve hizmet alanını etkileyen yapısı ile stratejik bir konumda bulunuyor. Nitekim otomotiv sektörüne yapılan her bir Euro’luk yatırım, Avrupa ekonomisine yaklaşık 2,6 katı değerinde katma değer olarak geri dönüyor. Ancak günümüzdeki dinamiklerin etkisiyle Avrupa, otomotiv sektöründe üretim merkezi olma konumunu kaybetme riski ile karşı karşıya.
Bunun en önemli sebeplerinden biri sektörde yatırım ihtiyacının belirgin biçimde artmış olması. Elektrikli araçlara geçiş sürecinde, batarya teknolojileri, yarı iletken tedariki ve ileri düzey yazılımlar gibi alanlarda yoğun sermaye gerekliliği doğdu. Ancak kar marjlarındaki düşüş ve özellikle küçük ölçekli firmaların finansmana erişimde yaşadıkları zorluklar, bu dönüşümün sürdürülebilirliğini tehlikeye sokuyor. Örneğin, Avrupa’daki otomotiv firmalarının ortalama karlılığı 2017’de yüzde 7,4 seviyesindeyken, bu oran 2023 yılına gelindiğinde yüzde 5,1’e gerilemiş durumda. Bu düşüş, hem ar-ge yatırımlarını hem de tedarik zinciri güvenliğini olumsuz etkiliyor.
Konu ile ilgili yapılan bir araştırmaya göre, bu kırılgan yapının arkasında beş temel yapısal unsur yer alıyor. Bunlardan ilki, jeoekonomik kırılmalar. Avrupa’nın otomotiv ihracatının yüzde 64’ü AB dışı ülkelere yönelik. Bu yüksek oran, dış pazarlara erişimde yaşanabilecek herhangi bir aksaklığın, sektörü derinden sarsabilecek bir etki oluşturma potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Son dönemde gümrük vergilerinde yaşanan artış ve korumacılık eğilimi, küresel tedarik zincirlerindeki belirsizlik ortamını daha da artırmış durumda.
İkinci temel bozucu unsur ise güç aktarma teknolojilerindeki belirsizlik. Elektrikli araçlara olan küresel ilgi giderek artıyor. Ancak içten yanmalı motorlu araçların üretimine kıyasla elektrikli araç üretimi daha az ekonomik katma değer yaratan bir süreç. Bu nedenle otomotiv sektöründe yaşanan bu dönüşüm Avrupa’nın yerel katma değer oluşturma kapasitesini olumsuz etkiliyor. Üstelik batarya gibi yüksek katma değerli bileşenlerin büyük ölçüde Avrupa dışı üreticiler tarafından sağlanıyor olması, bu durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
Üçüncü etki, tüketici davranışlarındaki büyük değişim. Araç sahiplerinin ulaşımın yanında dijital deneyim beklentisi içinde olması, otomotiv firmalarını yazılım çözümlerine yatırım yapmaya zorluyor. Otomatik akıllı telefon entegrasyonu, sesli komut sistemleri ve kişiselleştirilmiş arayüzler gibi unsurlar günümüzde lüks olmaktan çıkarak bir gereklilik haline geldi. Bu kapsamda inovasyon döngüsünün hızlandırılması ve tasarımda kullanıcı deneyiminin merkeze alınması rekabetçilik açısından belirleyici etki oluşturuyor.
Bir diğer önemli unsur, yazılım ve gelişmiş sürücü destek sistemlerine yönelik artan talep. 2035 yılına kadar bu pazarın 165 milyar Euro seviyesine ulaşması bekleniyor. Bu durum, geleneksel donanım odaklı yaklaşımı yazılım odaklı bir sistem mimarisine dönüştürmeyi zorunlu kılıyor. Özellikle Çinli tüketiciler nezdinde bu özellikler, marka sadakatinden bile öncelikli hale gelmiş durumda.
Son olarak, Çin’in sektördeki yükselişi, Avrupalı otomotiv üreticileri üzerinde büyük bir etki oluşturuyor. Çinli otomotiv firmaları son dönemde bir büyüme ivmesi yakalarken Avrupalı firmalar ise bu hıza ayak uydurmakta zorlanıyor. Bu kapsamda bazı Avrupalı üreticilerin Çinli üreticilerle stratejik iş birliklerine yönelmesi, teknoloji transferi ve maliyet avantajı sağlamak açısından yeni bir dönemin ilk işaretleri olarak algılanabilir.
Tüm bu gelişmeler, Avrupa’nın otomotiv sektöründeki küresel liderliğini koruyabilmesi için, geleneksel üretim modellerini ve tedarik zinciri yapılarını gözden geçirmesinin zorunlu olduğunu gösteriyor. Fiziksel üretim altyapısının yanı sıra insan kaynağına, dijital altyapıya ve stratejik ortaklıklara doğru bir yönelim söz konusu. Kesin olarak söyleyebiliriz ki Avrupa otomotiv endüstrisi, köklü bir dönüşümün eşiğinde. Bu dönüşüm, sektörel bazda olduğu kadar makroekonomik dengeler açısından da belirleyici olacak. Ülkemizin en büyük ticaret ortağı olan AB’nin otomotiv sektörünün izleyeceği yol ülkemiz açısından da kritik bir önem taşıyor. İçinde bulunduğumuz bu yeniden yapılanma dönemi sektörün tüm paydaşları için riskler ve fırsatlar sunuyor.