AB’nin Türkiye’yi üyeleri arasında görmeyi arzulayacağı görüşü pek inandırıcı değil.
Tüm göstergeler İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika ve Batı Avrupa arasında gelişen iş birliği döneminin ani biçimde sonlanacağına işaret ediyor. Her ne kadar, taraflar ilişkilerinin süresiz olmadığının bilincinde olsalar da hiç kimse konvansiyonel diplomasiden nasibini almamış bir başkan sayesinde bu olayın birdenbire gerçekleşmesini beklemiyordu. Yine de Avrupalı liderler, başkana karşı esnek davranarak Amerika’nın şu veya bu şekilde Avrupa savunmasında bir rol üstlenmesini ümit edebilirler. Ancak, ilişki zarar görmüştür ve artık kimse Amerika’nın güvenilir bir ortak olduğunu düşünmemektedir.
Taraflar diğerinin yokluğunda güvenliğin nasıl tanımlanacağını öngörmeye çalışıyorlar. Bu bağlamda, Türkiye’nin gerek Amerika gerek Avrupa için önemli bir güvenlik unsuru olacağı üzerinde yaygın bir mutabakat var. Her iki taraf da Türkiye’ye anlayışla yaklaşmaya çalışacaktır çünkü ülkenin konumu hem Orta Doğu’da güvenliği sağlamak hem de Rusya’nın yayılmacı adımlarını engellemek için elverişlidir. Ayrıca, Türkiye’nin ABD’den sonra NATO’nun en büyük ordusuna sahip olduğu gerçeğinin güvenlik için büyük önem taşıdığı unutulmamalıdır.
Birçok Türk gözlemci AB’nin Türkiye ile yeniden yakınen ilgilenmeye başlayacağını, ilişkileri geliştirme gayretine gireceğini, hatta uzun süredir gündemden düşmüş olan Türkiye’nin üyelik konusunu yeniden canlandıracağını tahmin ediyor. Ben, Avrupa ile Amerika ilişkisinin kopma düzeyine gelmesi neticesinde Türkiye’nin her iki taraf açısından da öneminin arttığı değerlendirmesine itiraz etmeyeceğim. Buna karşılık, AB’nin Türkiye’yi üyeleri arasında görmeyi arzulayacağı görüşünün pek inandırıcı bulmadığımı ifade edeceğim.
Önce geriye giderek, Türkiye’nin liberal demokratik bir sistemin işleyişini engelleyen uygulamaları kaldırmaya, yani Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmeye yöneldiği dönemde bile AB’nin Türkiye’nin üyeliği konusunda neden isteksiz davrandığını gözden geçirelim. Türkiye’nin üyeliğine iki türden muhalefet vardı. İlk itiraza göre Türkiye çok büyük bir ülkeydi, AB’ye katılması durumunda üyeler arasında zaten zar zor tesis edilen hassas dengeyi, özellikle Alman-Fransız dengesini sarsacaktı. Fransa, Avrupa parlamentosunda kendisinden çok temsilciye sahip olacak bir üyenin varlığı fikrinden hiç memnun değildi. Daha da açık söylemek gerekirse Fransa, Almanya ile birlikte AB’nin hakim üyesi konumunu sürdürmekte zorlanacaktı. Türkiye’nin üyeliğine itirazları desteklemek için, bu ülkenin fakir olduğu ve üyeliğinin AB’ye pahalıya patlayacağı hususları dile getiriliyordu. İkinci tür muhalefet ise kültüreldi. AB kamuoylarının, nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan Türkiye’yi bir Avrupa ülkesi olarak görmediklerine işaret ediliyordu.
Türkiye’nin üyeliğine karşı muhalefet zaman içinde azalmamış, bilakis güçlenmiştir. Türkiye liberal bir demokrasi olmaktan giderek uzaklaşmıştır. Siyasi kurumlarının işleyişinde hukuk devleti ilkeleri terk edilmiş, yönetimde partizanlık alıp yürümüştür. Fakat, aynı derecede önemli olarak, AB de kendi ilkelerini hiçe sayarak, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni üye yapmış, böylece Türkiye’nin üyeliğine karşı adeta yapısal bir muhalefet oluşturmuştur. Amerika’nın Avrupa’yı savunma iradesi zayıflayınca, Avrupa savunması açısından önemi artmakla birlikte, Türkiye’nin AB üyeliğine dönük güçlü muhalefette bir değişiklik yaşanmamıştır. Ayrıca, işbirliğinden doğacak sonuçların her iki tarafın da çıkarlarına hizmet edeceği, bu işbirliğinden Türkiye ‘nin de bazı çıkarlar sağlayacağı unutulmamalıdır.
Mevcut koşullar altında, AB’nin Türkiye’yi üye almadan Avrupa savunmasına dahil etme yollarını araştıracağını tahmin ederim. Bu mümkün müdür? Avrupa savunmasına İngiltere’yi (belki de Norveç’i) dahil etmek gerekeceğine göre, savunma amacıyla AB dışında, içinde AB yanında Türkiye ve İngiltere’nin de yer alacağı farklı bir güvenlik yapısı oluşturmak mümkündür. Böyle bir iş birliği çerçevesinde Türkiye’nin Avrupa’dan tedarikte güçlük çektiği Eurofighter uçaklarını ve bazı hava savunma sistemlerini satın alması kolaylaşacaktır. Buna ilaveten AB, Gümrük Birliği Anlaşması ve Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat konusunda kolaylıklar getirebilir.
Sonuç olarak, Türkiye ile işbirliği yapmadan Avrupa’nın güvenlik gereksinimlerini karşılamakta güçlükle karşılaşacağı kesindir. Ancak bu ihtiyacın Türkiye’ye AB’ye üyelik kapılarını açacağı önerisi, üyelik dışında işbirliği formüllerinin bulunması muvacehesinde, biraz aceleyle varılmış bir sonuca benzemektedir. Pekiyi, Türkiye üyeliği kapsamayan işbirliği formüllerini benimseyecek midir? Bunu zamanla göreceğiz. Ancak, ben karar alıcı durumunda olsam, güvenlik alanında işbirliği yapmak için önce Avrupa’nın KKTC’yi tanıması gerektiği konusunda ısrar ederdim.