Bu yazı aslında gecikti. Çünkü IMF’nin 80’inci yılı 2024 idi. IMF, 70 kuşağı için bir mitti. O zaman Cumhuriyetçi, sosyalist üniversite öğrencilerinin çoğu kahrolsun IMF sloganı atardı. Bu karşı duruşlarında çok da haksız değillerdi. Nitekim 1973’te Şili’de sosyalist devlet başkanı Allende’nin faşist askerler tarafından darbe ile devredilip öldürülmesi sonrası kurulan yeni hükümete IMF tam destek vermişti. IMF, elbette hep darbecileri desteklemedi ama Şili’nin yanında Arjantin, Türkiye ve Mısır’da darbecilerle hep kucak kucağa oldu.
IMF, seksen yıl önce 2. Dünya Savaşı sona ermeden 1944’te kuruldu. IMF’in kuruluşunda fikir babası Keynes’ti. Keynes dünya ekonomisinde yeni krizleri engellemek için uluslararası kurumsal yapılanmalara ihtiyaç olduğunu söylemiş ve bu konuda hemen tüm ülkelerden destek almıştı. Her ne kadar IMF’nin işleyişi ve sistem Keynes’in planına göre değil H.D. White’ın planına göre şekillendirilse de sonuçta istenilen amaca erişilmişti.
1944 yılında Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund, IMF), Dünya Bankası (The International Bank for Reconstruction and Development (IBRD), ya da kısaca World Bank) ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (General Agreement on Tariffs Trade, GATT, bugünkü adıyla Dünya Ticaret Örgütü, The World Trade Organization (WTO) 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ekonomisini istikrara kavuşturmak, savaştan zarar gören Avrupa ekonomilerini yeniden ayağa kaldırma ve de kapitalist ülkelerin/olmaya niyetli ülkelerin istikrarlı bir ticaret, para ortamı sağlamak amacıyla 29 ülke tarafından Bretton Woods konferansı ile kuruldu.
Bu üçlünün her birinin işlevi farklı. IMF, fiili olarak 1947 yılında çalışmaya başladı. IMF’in görevi uluslararası serbest ticareti garanti almak için ülkelerin istikrarlı bir ekonomiye sahip olmalarına yardımcı olmaktı. IMF, savaş sonrası Avrupa’nın yeniden imarı için ABD tarafından yürütülen Marshall yardımı ile kendisine çalışmak için iyi bir alan buldu. Ülkelerin Keynes’in etkisi ile uyguladıkları iktisat politikaları kapitalist ülkelerin yirmi yıl sürecek bir altın çağ yaşamalarını sağladı. IMF, bu dönemde ülkelerin sabit döviz kuru uygulamasını isterken ülkelerin paralarını ABD dolarına bağlamıştır. ABD doları da 1 Ons altına (1 Ons altın=31,1 gram altın) bağlanırken 1 Ons altın=35 dolar olarak belirlendi.
Türkiye, IMF ile ilk istikrar programını 1958’de imzaladı
Sistem 1970’lere geldiğinde karşılaştığı parasal sorunları aşamadı; sonunda ABD de ülkelerin talep ettiği altını karşılamakta zorlandığını söyleyerek sistemden ayrıldı. IMF de sabit döviz kurundan esnek döviz kuruna geçti ve politikalarında farklılaşmaya gitti. En belirgin değişme de sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını talep etmesi ve küreselleşmeyi finansal serbestleşmeye adeta eş tutması oldu. 2008 krizi ile IMF küreselleşmeye kısmen mesafe koysa da çizgisi Neo-Liberal iktisat temelli kalmaya devam etti.
Türkiye IMF’ye 1947 yılında üye oldu. Türkiye üyelik sonrası çeşitli krediler kullansa da IMF ile ilk istikrar programını 1958 yılında imzaladı. Türkiye 4 Ağustos 1958 yılında 1 Doları, 2,80 TL’den 9 TL’ye yükselterek büyük devalüasyon yapmak zorunda kaldı.1958 devalüasyonunun iki açıdan önemi bulunmakta. Bunlardan ilki, Türkiye’nin IMF’ye katıldığı 1947 yılından 10 yıl sonra gerçekleşmiş olması; ikincisi ise, IMF’yle ilk istikrar programının imzalanmasıdır. Türkiye 1970 yılı ağustos ayında bir büyük devalüasyona daha gitmiş, 1 dolar 9 TL’den 15 TL’ye yükseltilmiştir. Ancak bu da çözüm olmadı. 1973 yılında dünya ekonomisinin içinde girdiği petrol krizine Türkiye kayıtsız kalmış, hemen hiçbir önlem almamıştır. Bunun üstüne Kıbrıs Harekâtı’nın neden olduğu ambargo eklenince, ülke ekonomisi 24 Ocak Kararlarına kadar süren bir ekonomik kargaşaya düşmüştü. Diğer yandan 1974 sonrası politik gerilim yükselmeye başlamıştı. Bu durum 12 Eylül 1980’e kadar politik zemini tam bir kaosa sokarken, beraberinde ekonomideki sorunların daha da ağırlaşmasına neden oldu.
24 Ocak Kararları ile bugünkü yapılanmanın temelleri atıldı
Türkiye, IMF ile Türkiye ekonomisinde yapısal bir dönüşüm yaratan 24 Ocak 1980 Kararları’nı bir azınlık hükümeti ile aldı. 24 Ocak Kararları ile bugünkü mevcut ekonomik yapılanmanın temeli atılırken, siyasi neşter 12 Eylül Darbesi’yle yapıldı. Darbe ile büyük sermayenin şikâyet ettiği işçi sendikalar kapatıldı. Bununla da yetinilmedi, reel ücretler de hızla düşürülerek sermaye birikimine Ricardogil bir çözüm üretildi.
24 Ocak Kararları’nın uygulanmasına yine büyük bir devalüasyonla (%48,6 oranında) başlandı. Kararlar ile 1 Dolar, 47,10 TL’den 70 TL’ye yükselti. Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) ürettikleri ürünlerin fiyatları artırılarak, şok bir tedavi yöntemi izlendi. Bundan dolayı da yıl sonunda enflasyon oranı %107,2’ye ulaştı. Bu acı reçetenin sonrasında halkın erişime olanağı kalmayan çay, şeker, yağ vb. bulunur hale geldi. Sermaye sınıfı 24 Ocak kararlarına desteğini, “bulunmazları bulunur kılarak göstermiş oldu.”
24 Ocak 1980 Kararları ile dış ticarette serbestleşmeye giden Türkiye, 1989 yılı Ağustos’unda 32 sayılı kararla finansal serbestleşmenin de önünü açıldı. Türkiye sermaye hareketlerine serbestlik tanıyarak, bir taraftan daha sonra yaşanacak krizleri satın alırken, tasarruf yetersizliği karşısında hızlı büyümenin önündeki engelleri de kaldırıldı.
1986’dan 1999’a kadar ekonomiye egemen olan popülist politikalar yapısal dönüşümü sekteye uğrattı. Nitekim 1994 yılında ekonomi yeniden krize girmiş, finansal sistemden bazı bankalar çekildi. Türkiye bir kere daha döviz riskiyle karşı karşıya kaldı. Hükümet çözümü yine palyatif önlemlerde aradı ve ülke yine bir devalüasyona gitti. Kamunun ürettiği ürünlerde fiyatlar büyük oranlarda artırıldı. Neticede 1994 yılı sonunda bir önceki yıla göre toptan eşya fiyat endeksi %149,6, tüketici fiyatları endeksi %125,5 oranında yükseldi
24 Ocak Kararları ile sosyal devletin yıkılmasına yönelik uygulamalar kolayca yapılabildi. Ülke rekabete açılırken kurallar göz ardı edildiği için kararların hemen sonrasında “banker krizi” yaşandı. Daha sonra arka arkaya krizler yaşandı, bunlardan en önemlisi 1994, 1999, 2001 krizleri ve 2019’da başlayan, halen devam eden kriz oldu.
Yeni modeli biraz da halkın siyasi tercihleri belirleyecek
2001 krizi ve sonrası sermaye birikiminde kentsel rantlar öne çıkarken, geleneksel İstanbul sermayesinin karşısına siyasi kimliği ve iktidar erki ile eklenmiş bir sermaye grubu daha çıktı, çıkarıldı. 24 Ocak Kararları ve sonrasında ülkenin ihracata yönelik büyüme modeline geçmesi, rekabetin telaffuz edilir hale getirilmesi, AB ile Gümrük Birliği’nin yolunun açılması da sevapları olarak sayılabilir. Ancak 45 yıllık model 2019 krizi ile ciddi yara aldı. Bu yaranın aynı model içinde çözüm üretmesi mümkün gözükmemekte. Yeni bir modele ihtiyaç var. Nitekim TCMB enflasyonla mücadele edemiyor. Türkiye OECD ve AB ülkeleri içinde en yüksek enflasyon oranına sahip. Yeni modelin ne olacağını biraz da halkın siyasal tercihleri belirleyecek.