Yaşar Kemal, yalnızca Çukurova’nın değil, Anadolu’nun insanlarının, çocuklarının, bütün kırılgan ruhlarının sesi oldu. Kalemiyle toprağın çatlağından çıkan bir filiz gibi, çocukların en derin, en görünmeyen duygularını çekip aldı yeryüzüne. Sevgiyle değil yalnızca; derin bir anlayışla, saygıyla, bazen acıyla ama daima insan kalabilme direnciyle... “Ben çocukları çok severim. Onları anlamaya çalışırım, sevmekten daha çok” demesi boşuna değildir. Çünkü onun çocukları yalnızca figür değil, yalnızca kurban hiç değil; onlar, hayal gücüyle ayakta duran, düşe kalka büyüyen, acının ortasında bile gülümsemeyi bilen “basbayağı insanlar” dır.
Kimsecik üçlemesi, her okunduğunda yüreğe bir düğüm atar. Yağmurcuk Kuşu’nda, Van’dan Çukurova’ya göç eden bir ailenin, yol kenarında buldukları yaralı bir çocuğu –Salman’ı– evlat edinmeleriyle başlar. İsmail Ağa ile Zero Hatun, çocuksuzluklarının üzüntüsünü Salman’la giderirler. Ona sevgilerini, ekmeklerini, hediyelerini sunarlar. Salman, bu yeni evde ilk kez sevildiğini hisseder; öyle ki, geceleri İsmail Ağa’nın saçlarına burnunu gömerek uyur, bir çocuğun en saf bağlılığıyla.
Ama bu sıcaklık uzun sürmez. Ailenin kendi çocukları Mustafa doğduğunda, sevgi terazisi dengesini yitirir. Salman bir anda fazlalık olur, yalnızlığına sığınır. İsmail Ağa’nın sevgisini geri kazanmak için çaresizce çırpınır: hayvan öldürür, damları yakar, korkular yaratır. İçindeki fırtına büyür ve bir çocuğun taşıyamayacağı bir ağırlığa dönüşür. Sonunda, çok sevdiği “babasını” kendi elleriyle öldürür. Bu, sevgisizliğin bir çocuğu nasıl dipsiz bir kuyuya sürüklediğinin trajik kanıtıdır.
Kale Kapısı’nda, Salman artık dağlara kaçmış, bir efsaneye dönüşmüş, eşkıya olmuştur. Mustafa, çocukluğunu onun gölgesinde, korkuyla geçirir. Köy, Salman’ın hayaletiyle yaşar.
Kanın Sesi’nde ise korkularla yüzleşme vakti gelir. Salman ne sadece kurban ne de yalnızca cellattır; o, kendi hikâyesinin hem kahramanı hem de yazarıdır. Yaşar Kemal, bir çocuğun sevgisizlikle nasıl boğulabileceğini gösterirken, o kuyudan çıkışın yolunu da çizer: yüzleşme, cesaret ve hakikat.
Yaşar Kemal’in çocuklara dair duyarlılığı, yalnızca Kimsecik Üçlemesi’nde değil, diğer büyük eserlerinde de etkileyici örneklerle karşımıza çıkar. Örneğin, İnce Memed romanında, zalim Abdi Ağa›nın köylü çocuklarına yönelik acımasız tutumu, yetişkinlerin dünyasındaki kötülüğün savunmasız çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisini çarpıcı bir şekilde sergiler. Bu karakter, çocukların masumiyetine yönelen tehdidi somutlaştırır.
Öte yandan, Yer Demir Gök Bakır'da ise bambaşka bir çocukluk portresiyle karşılaşırız. Romanın kahramanı Tahir›in, yoksulluk ve zorluklar içinde bile canlılığını koruyan çocuksu hayalleri, Yaşar Kemal›in çocuk ruhunun direnci ve hayal gücüne olan inancını yansıtır. Tahir'in düşleri, umudun en karanlık koşullarda bile yeşerebileceğinin bir kanıtıdır.
Yaşar Kemal, sadece köylerin çocuklarını değil, İstanbul’un kenar sokaklarına sığınmış, yokluğun koynunda büyüyen çocukları da anlatır. Allah’ın Askerleri ve Çocuklar İnsandır… Florya’dan Dolapdere’ye, sur diplerinden istasyonlara uzanan çocuk dünyaları… Kundura boyacıları, yankesiciler, sokakta büyüyen ama bir masalı içlerinde saklayan o küçük devler. Her biri, sevgisizliğin içinde filizlenmiş bir umudun adıdır.
Zilo, Selim, Muhterem Yoğuntaş… Her biri Yaşar Amcalarının kaleminde ölümsüzleşir. O çocuklar, “en az bizim kadar ciddi adamlardır.” Çünkü onlar, hayatı erken tanır; korkuyu, açlığı, itilmişliği, ama bir yandan da hayal kurmanın gücünü bilirler. Yaşar Kemal’in çocuklarla kurduğu bağ, sadece bir yazarın merhameti değildir. O, çocukluğunu acıyla büyütmüş bir kimsecik olarak onların kardeşi olur.
23 Nisan… Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Yalnızca neşeli şarkılarla kutlanacak bir gün değil. Aynı zamanda, her çocuğun dinlenmeye, anlaşılmaya ve saygı görmeye hakkı olduğunu hatırlatan bir tarih. Salman’ın sessiz çığlığı, Mustafa’nın korkulu gözleri, İstanbul’un taş sokaklarında çıplak ayaklarıyla koşan çocukların kahkahası, hepsi bu bayramın gerçeği.
Yaşar Kemal’in çocukları bize bir şey fısıldar: Biz de onlar kadar kırılganızdır, biz de onlar kadar umut taşıyoruzdur içimizde. Onlar masum oldukları kadar güçlü, çaresiz oldukları kadar dirençlidir. Hayal gücüyle donanmış bir çocuk, en karanlık dünyaları bile aydınlatabilir.
Bugün, çocuklara sadece gülümsemek yetmez. Onları her zaman duymalı, anlamalı, onlarla dost olmalıyız. Çünkü çocuklar yalnızca geleceğimizin değil, Yaşar Kemal’in dediği gibi bugünün de en sahici yoldaşlarıdır. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bütün çocuklara kutlu olsun.