MUSTAFA KEMAL ÇOLAK
GAZETECI-YAZAR Zehra Güngör’ün yeni kitabı Patetik Sonat, raflardaki yerini aldı. Kitap, kadın kahramanı üzerinden toplumsal baskıların yarattığı travmaları, yaşanan insanlık sorunlarını ele alıyor. Kitabın müzisyen kahramanı, bir sanatçı gözüyle bakıyor dünyaya ve sanatçı duyarlılığıyla yorumluyor yaşadığı acı, tatlı olayları. Alakarga Yayınları kuruluşu Parma Kitap tarafından yayınlanan Patetik Sonat adının da yansıttığı gibi müziği odağına alan, kurgusu ile dikkat çeken bir yapıt. İnsanlığa malolmuş besteci Beethoven’ın işitme bozukluğu yaşamaya başladığı ilk yıllarında bestelediği sekizinci do minor sonatı Patetik Sonat, romanda metafor görevi üstleniyor. Kurmaca formunda kaleme alınan roman, idealize edilen çocuk yetiştirme yolunda işitme kaybıyla karşılaşan zamanının harika çocuğu, konser piyanisti Bilge Sonat Arseven’in geçmişi, aşkları, evliliği üzerinden kadınların yaşadığı travmalarını başarı ile okurlarıyla buluşturuyor.
2000 yılında Altın Kitaplar tarafından yayımlanan dini lider Dalai Lama röportajı ve Tibet anılarının yer aldığı “Yasak Ülke-Dalai Lama ile Tibet’te” adlı anı kitabı ile tanıyoruz yazar Zehra Güngör’ü. Gazeteciliğinin yanı sıra uzun yıllardır oluşturduğu iletişimci ve akademisyen kimliği, ulusal ve küresel sivil toplum kuruluşlarında aldığı üst düzey sorumluluklar, aktivist Zehra Güngör’ü, çok yönlü hizmet yarışında ön sıralara taşımayı sağladı. Güngör, kitabın kahramanı piyanist Bilge Sonat’ın, yeğenine bıraktığı bant kayıtları aracılığıyla aktardığı olaylardan ve istismarın sınıfsal olmadığını gösteren anılarından esinlenerek oluşturduğumuz sorularımıza şu yanıtları verdi:
Aslında kadınların yaşadığı sorunlar üzerinden bir insanlık meselesi, işlemek istediğiniz. Akıcı, iyi teknik ile okuruna ulaşan kitabın yolculuğunda müziğin ana başlık, öte yandan kaynaştırıcı olarak kullanılmasının özel bir tercih nedeni var mıdır?
MÜZIK benim sosyal hayatımın bir parçası. Özellikle klasik müzikle ilişkim çok küçük yaşlarıma dayanıyor. Lisede çok iyi bir müzik öğretmenim vardı, Naci Önöz. Ondan çok şey öğrendim. Klasik müzik alışkanlığım üniversite yıllarımda AKM’de sezonluk koltuk almaya kadar vardı. Daha sonra da caz… Nota bilirim, usül bilirim ve müzik aleti çalmışlığım var. O nedenle romanımda müziği kullanmak istedim, doğrudur. Bir sanat dalını da işlemek istedim romanda, bu da müzik oldu. Beethoven’ın Patetik Sonat’ı benim çok sevdiğim bir eserdir. Sevmem, anlamam işimi kolaylaştırdı. Bir de olay örgüsüne ve metaforlara çok denk düştü. Özel neden, bu sanat dalı ile olan yakın ilişkim. Hepsi bu.
Türk ve dünya yakın tarihinden kesitler romanda fon olarak kullanılıyor. (İkinci Dünya Savaşı, Nazi istilası, Hitler rejimi, 6-7 Eylül Olayları, 1960 askeri darbesi, üç siyasinin idamının karşılığında üç öğrencinin idamı, Berlin Duvarı’nın örülmesi ve yıkılması, Kıbrıs Barış Harekâtı, 1 Mayıs Taksim katliamı, Almanya’da yükselen Neo Nazi saldırılar gibi.) Türk ve dünya yakın tarihinden kesitlerin, romanda kendisini belirgin şekilde hissettirmesinin tercih edilmesini de yorumlamanızı istesem?
ÇOCUK yetiştirilirken düşülen bir yanlış vardır, mükemmel olması. Ebeveynler hep mükemmel çocuk için çabalar. Ama bir gün gelir öyle bir şey olur ki, çocukluğunu yaşayamayan çocuk mükemmelliğini de yaşayamaz. Bu bakış açısıyla romanın meselesini kurarken, harika çocuk, piyanist Bilge Sonat’ın duygularını da yansıtmak istedim. Bir kent soylusu aile, o dönemde yaşayan bir genç, bugünün gençlerine göre siyasi ve sosyal meselelere çok daha duyarlıydı. Bilge Sonat’ın, 2. Dünya Savaşı sırasında doğmasından günümüze kadar geçen ömründe Türk ve dünya yakın tarihinde kilit olaylar olmuştu. Piyanist Bilge Sonat’ın bu olaylar karşındaki duyarlılığından da tarihi geçmişe değinmek istedim. Çünkü ne yaşarsak yaşayalım bütün bunların arka planında politik etkiler var. Dönemin bu önemli olaylarını unutanlara hatırlatmak istedim Bilge Sonat üzerinden. Aşk nasıl politik bir eylemdir, gülmek nasıl politik eylemdir diyorsak, yazmak da öyle…
Kahramanın yaşadıkları, bulunduğu ülkenin ve dönemin genel sorunlarından, ortamından besleniyor. Bu bağlamda, ‘her özel aslında sosyal bir vakadır’ hissi uyanıyor. Sizin görüşünüzü alabilir miyim?
KESINLIKLE doğru bir saptama. Her özel hayat aslında sosyal bir vakanın ürünü ya da kurbanı. Zaten toplumsal etkileri yaşamınızdan çıkartıp atarsanız ot gibi olursunuz. Bilge Sonat da o yüzden duyarlı bu gibi meselelere. O bir sanatçı, bir piyanist. Sadece müziğiyle, piyanosuyla başbaşa kalmıyor. Ülkesinin renkli insan yapısının farkında, ırkçılığa bir sanatçı olarak duyarlı. İdama karşı. Bunların tümü de Bilge Sonat’ı çok güçlü bir kadın, güçlü bir karakter yapıyor.
Geçmişini bant kayıtları halinde yeğenine seslenerek okuması zamanının harika çocuğunu yaşama bağlıyor. Geleceğe dönük, her ne amaçla olursa olsun bir belge dizayn etme meselesini önemli gördüm. Aslında yaşamın anılarda kalma halinden öte aktarım araçları ile geleceğe taşınması gayretinin önemine de dikkat çektiğinizi düşünüyorum.
YAŞAMININ sonuna gelmiş her insan dünya değiştirmeden bu dünyaya bir şey bırakıp gitmek ister. Bilge Sonat da terk-i dünya etmeden yeğenine bant kayıtları bırakıyor ve ‘bunları yayınlatabilirsin’ diyor. Aslında yayınlatmasını da için için istiyor. Romandaki salyangoz kabukları ve gene salyangozlar üzerine yazılmış doktora tezi de bir metafor. Salyangozların, diğer deyişle sümüklüböceklerin akıttıkları sıvı ile arkalarında iz bırakmaları ile bant kayıtlarını geride bırakmak özdeşleşiyor. Tamamen dünya değiştirdikten sonra yaşamaya devam etmek içgüdüsüyle…
Salyangoz kabukları koleksiyonu, gençlik aşkının mektupları, fotoğrafları, Beethoven’in sonatlarının notaları, Viyana ve Almanya anıları, bakım evindeki en önemli varlıkları. Belirli bir noktadan sonra görülüyor ki yaşadıklarından ellerinde kalanlardır aslolan, yoksa yaşantıdan kalanlar değil. Maddi miras, bir noktadan sonra değersiz kalabiliyor. Katılır mısınız?
ELBETTE. Maddi miras bir hiç. Aslolan yaşanan, yaşatılan ve manevi miras, anılar. O nedenle de bant kayıtları bırakıyor, yeğeni Güneş için de bu kayıtlar çok önemli. Editöre bunun altını çizerek yazıyor mektubunda. Güneş de zaten bu manevi mirasa sıkı sıkı bağlanıyor. Bilge Sonat, dedesinin anneannesine Antwerp’ten getirdiği ve bakımevinde parmağından çıkarmadığı pırlanta yüzüğünü de yeğenine bırakıyor. Belki de pahada en ağır, en değerli olan bu yüzük. Ama Güneş’in umurunda değil. O yüzüğe değil, kendine kalan bant kayıtlarına en büyük miras diye sıkı sıkıya sarılıyor.
Beethoven’in işitme kaybının başlamasıyla bestelediği hüzünlü Patetik Sonat’ının hikâyesinin Bilge Sonat Arseven’e hissettirdikleri, yaşamıyla bağlantıları. Bütün kitap bu bağlantı üzerine kurulmuş, bu iki şeyi biraraya getirmeyi, bu ilişkiyi nasıl kurdu Zehra Güngör. Kitabı kurgularken oluşturduğu bu ilişkiye dair neler ifade eder?
ROMANIN meselesini ‘mükemmel bir insan yetiştirirken sağlık nedeniyle bu mükemmellik bozulursa ne olur’ üstüne kurmaya karar verdim. Üstün gen yaratma çabası da bir şekilde sekteye uğrayabilirdi. Kahramanlarımın İkinci Dünya Savaşı sırasındaki ideolojilerden etkilenmesini istedim ve sonuç bir proje çocuk yaratmaya varmalıydı. Ama bu proje bir noktada yerle bir olabilirdi. Harika çocuk piyanist Bilge Sonat böyle bir çocuktu ve işitme bozukluğuyla birlikte ailesinin tüm konser piyanistliği hayallerinin mahvolmasına neden oldu. Beethoven ise müzik tarihinde işitme bozukluğuyla bilinen bir besteci. Onun bu yetilerinin körelmeye başladığı ilk yıllarda bestelediği Patetik Sonat ise benim lise yıllarımdan keyifle, ruhuna girerek dinlediğim bir eserdi. Proje kız çocuğuna Sonat adını verdim. Bilim kadını annesi Bilge, piyanist babası Sonat dedi. Böylece Bilge Sonat Arseven’e de Patetik Sonat’ı sevdirdim. Ayrıca bir başka örtüşen metafor da Patetik’in kelime anlamında… Patetik’in dokunaklı, duygusal, içli demek olduğunu da belirtmek isterim. Tıpkı kahramanımız Bilge Sonat Arseven’in olduğu gibi.
BILGE SONAT’IN KADINLARA ÖRNEK MODEL OLMASINI ISTEDIM
Bilge Sonat Arseven’in tüm yaşamı boyunca düşse de ayağa kalkma, hayatta kalma, varolma mücadelesini görüyoruz. Aslında bir canlının ayakta kalma mücadelesi, popüler tarif ile survivor, yalnız insanda da değil, canlıda, içgüdüsel gelişen, temel davranış. Neler ifade edersiniz, karşısındaki zorluklar ne olursa olsun, bu kendiliğinden oluşan yaşamsal duruşa yönelik?
BILGE Sonat her şeyden önce çok güçlü bir karakter. Üstelik güçlü bir kadın. Aşktan beslenen bir kadın. Düşüp ayağa kalkma ve varolma mücadelesi kadın olmakla örtüşüyor. Kadınlar günümüzde artık içgüdüsel olarak bunu yapmak zorunda hissediyorlar kendilerininki doğru. Bilge Sonat’ın bu özelliğinin kadınlara örnek model olmasını istedim. Bilge Sonat aslında biliyor ki etrafında kendisinden başka kimsesi yok. Düşüp kalkmazsa düştüğü yerde kalacak. Evet seveni çok ama kendini bırakırsa sevenleri de ona yardım edemeyecek. Ben bu yaklaşımın aslında tüm kadınlar tarafından örnek olmasını istedim.
“kadın ve erkek birlikte kurtulma bilincinde olmalıdır”
Toplumsal baskıların hangi meslekten hangi pozisyonda olursa olsun kadınları etkilemesi… İlk kurban hep kadınlar. Toplumsal baskıların ilk kurbanı kadınlar oluyor, yalnız bugüne özgü olmayıp, her dönem yaşanan bu kaçamayacağımız kader midir? Bu kaderden kurtulmak için de neler yapmalıyız?
Bu kaderden kurtulmak için bu kaderin kadınlar kadar erkeklere de zarar verdiğini düşünen erkeklerin sayısını artıracağız. Bilinçli erkeğin aslında kadının yanında olması halinde faydası sadece kadına değil, kendisine de yarayacağını bilmesi lazım. Kadını kurban eden maalesef ataerkil toplumlar, eril yaklaşımlar… Bu yaklaşımlar politik aktörlerden de destek alıyorlar. Bu destek gören tavırlar, kadın üzerindeki toplumsal baskıları artırıyor. Otorite güçlü ve sağlıklının yanında olmayı gücünün bir parçası olarak görmek istiyor. Kas yapısı erkeğe göre daha zayıf olan kadının beyin yapısının da aynı olduğunu düşünerek erkek yanlışı yapıyor, bilerek ya da bilmek istemeyerek. O nedenle de kadını fiziksel ya da psikolojik baskıyla ezmeye çalışıyor. Bu kaderden kurtulmanın tek yolu, erkeğin eğitilmesinden geçiyor. Erkek bilmeli ki, kadın kurban edildikçe kendisinin de iki yakası bir araya gelemeyecek. Birlikte kurtulma bilincinde olmalılar.
“empati yeteneğimi çok geliştirdim, hatta kaç gece bilge sonat olarak rüya bile gördüm”
Patetik Sonat, ilk ne zaman akla düştü?
İLK anı romanım bundan 24 yıl önce yayınlanmıştı, Yasak Ülke, Dalai Lama ile Tibet’te… O aktif gazetecilik yıllarımda Tibet ve Dalai Lama ile yaptığım röportajlarımın bir karmasıydı. O günden bugüne, araya iki akademik tez, bir dünya başkanlığı ve iki iletişim şirketi ekledim. Gene de yazmak benim asla vazgeçemeyeceğim bir eylem oldu, taa ilkokul, sonra lise, sonra üniversite yıllarında hep bir şeyler yazmıştım… Ama Yasak Ülke’den sonra yeniden yazmaya oturma zamanı gelmişti. Yoluma roman gibi uzun soluklu bir türle devam etme kararı aldım. 2022 yılı bahar aylarıydı, kararımı verdim ve başladım.
Eser ile ilgili araştırmalarınızda, gazetecilik mesleği deneyimleriniz ne kadar kolaylaştırıcı oldu?
GAZETECİLİKTEN gelmenin avantajı çok büyük. Çok seri kavrama, yakalama, kurma pratiğinin işlediğini söylemeliyim. Çok araştırdım, evet doğru ama yazmaya oturduğumda herşey kafamın içinde zaten bitmişti. Çok kolay yazdım. Bu da gazeteciliğin bir hediyesi bana. Patetik Sonat’ta en rahat yazdığım ayrıntılar müzikle ilgili olanlardı. O benim elimi çok rahatlattı. Ayrıca bir parça Almanca bildiğim ve romanın geçtiği yerler (Viyana-Berlin-Münih) hakkında bilgim olduğu için oralarda kahramanımı yaşatırken zorlanmadım. Alzheimer ve unutkanlık konularını, akıl hastanesi sahnelerini çalıştım. Çünkü etrafımda deneyimlediğim kimse yoktu. Türkiye ve dünya yakın tarihi, müzik tarihi ve İstanbul’un müzik yaşamını hep bilgi dağarcığımdan çektim çektim çıkardım. Ancak tüm bu bilgilerde hata yapmamak için hep kontrol ederek, benden daha iyi bilenlere kontrol ettirerek ilerledim.
EV HALKI BENDEN ŞİKAYETÇİ, ÇÜNKÜ KİTAPLARIMI MUTFAKTA YAZIYORUM
İlk cümleyi kurduğunuz tarihten, kitabı elinize aldığınız ana kadar ne kadarlık bir süre geçti?
ÖN hazırlıklarımı, okumalarımı tamamladıktan sonra ilk yazmaya başlamamla son noktayı koymam arasında sekiz ay geçti. Araştırma ve yazma sürecini oniki ayda tamamladım. Gazeteciliğin getirdiği zaman ile yarışma, akademisyenliğin getirdiği araştırma ve girişimciliğin, profesyonelliğin getirdiği disiplinin karmasıyla Patetik Sonat okurla buluştu.
Yazmayı en çok sevdiğiniz veya tercih ettiğiniz zaman süreçleri veya mekânlar, ortamlar hakkında neler ifade edersiniz?
YAZMAK… Çoğu yazar sabah erken kalkıp, her gün iki üç sayfa yazdığını söyler. Ben çok denedim ama öyle yapamadım. Ben, önce yazacaklarımı kafama yazmaya başlıyorum. Üç gün, dört gün hep kafamın içinde kurgulayıp duruyorum. Karakterin kimliğine bürünüyorum, onun gibi yaşayıp düşünmeye başlıyorum. Ne yer ne içer, neye güler, neye ağlar hep düşünüyorum. Empati yeteneğimi çok geliştirdim bu arada. Hatta kaç gece Bilge Sonat olarak rüya bile gördüm. Bir tür şizofrenik durum. Karnıma ağrılar giriyor ve o üç dört gün sonunda bilgisayarın önüne oturup 20 – 30 sayfa hiç durmadan yazıyorum. Hiç düzeltmeden, hiç duraksamadan. Hep gece yazıyorum. Gecenin sessizliğini seviyorum. Ertesi gün yazdıklarımı önüme alıp sanki başkası yazmış gibi tüm hatalarını düzeltiyorum, ekliyorum, çıkarıyorum. Zehra Güngör’ün yazdıklarını kontrol ediyorum. Ama ev halkı benden şikayetçi çünkü kitaplarımı hep mutfakta yazıyorum. Akşam yemeğinde tüm notlar ve kitaplar kalkıyor, yemek sonrasında yeniden konuyor. Ama ben çok verimli çalışıyorum böyle. Neden diyecek olursanız, evin bahçeye bakan en güzel köşesi mutfak. Baharda doğaya camdan bakıp esinlenebiliyorum. Karnı kırmızı kuşları, kargaları, gözlemleyebiliyorum, doğadan besleniyorum, mutfaktan değil…
Yeni kitabınızın yolda olduğunu biliyoruz. İşlediğiniz tema, içeriği ve yayımlanma süreci ile ilgili bilgi alabilir miyiz?
GEÇENLERDE bir arkadaşım söyledi. Hangi yazar bilmiyorum, bir sonraki kitabı bitmeden bir önceki kitabını yayınlatmazmış. Ben de bilmeden bu yolu seçtim galiba. Patetik Sonat’ı bitirir bitirmez bir sonrakinin hazırlığına başladım ve Eylül ayında o da bitti. Şimdi ondan sonrakinin hazırlıklarına başlıyorum. Yeni kitabım aslında şu anda hazır. Ama yayınlanması için zamanı beklemem ve Patetik Sonat’tan rol çalmamam lazım. Zaten ilkesel ve teknik olarak iki yayının arasında bir yıl olması gerek. Patetik Sonat Ağustos sonunda yayınlandı. Eylül’de satış ağlarına girdi. O nedenle Patetik Sonat bir yaşını dolduruncaya kadar bir sonraki dosya bekleyecek, on ay var. Bu arada ondan sonraki de yazılmaya başlanacak.
“sonraki romanım affetme üzerine”
Bir sonraki romanım sevgi, dostluk, barış ve affetme üzerine. Gene toplumsal meseleler, tarihi meseleler var. Patetik Sonat’ın müzik sanatının yerini bu romanda resim ve sadekarlık alıyor. Her ikisi de benim eğitimini aldığım sanat ve zanaatlar. Sanatın da bir şekilde yer almasını istiyorum romanlarımda. Üslûp olarak Patetik Sonat’tan çok farklı tabii. Ama içerik olarak en az Patetik Sonat kadar ilgi çekeceğini düşünüyorum. Bakalım.